Bu katliamın tanığıyım: Katili gördüm
Meryem GÖKTEPE
Katliamda şans eseri ölmemiş olduğuna utanan binlerden biriyim. Günler öncesinden BARIŞ isteyerek ve silahımı kuşanarak STK ‘lardan KESK’e bağlı sendikam Tüm Bel-Sen ile İstanbul’dan yola koyulduk. Tek silahım #BarışBloku yazılı pembe rozetimdi. İlk mola yeri Mehmetçik Vakfı Kurtköy Dinlenme Tesisleri’nde barış umudumu büyüttüm. Çoktuk, belki de son yıllarda Gezi’den beri en kalabalık katılımdı. Halaylar çekiliyor herkes herkesle selamlaşıyor, tanıdıklar kucaklaşıyordu. Hâlâ umut vardı, bu ülkeye barış gelsin diyen insanlar henüz azalmamıştı. Düşman da bunu böyle okumuş bizim için umut olan durum onlar için korku olmuş ki bombalarını kurmuş, bizlerden önce alana konuşlanmışlar.
Ülkenin güvenliği en üst düzeyli şehrinde, başkentinde planlarını uygulamak üzere çalışmışlar.
Açıklamaların hangisine baksan akıl sağlığımızla oynayacak türden. Güvenlik zafiyeti yok diyenler güvenli bir biçimde bu katliamın suç ortakları değilse nedir? Alana girerken hiç polisin olmamasına şaşırmayan yoktur nasıl olur da hiç polis olmaz diye. İzinli bir miting diyerek kendimizi rahatlatmaya çalışsak da olağandışı bir şeyler olduğu kuşkusuyla, henüz başlamamış olmasına rağmen mitingin coşkusuyla uzaklaştık bu kaygılardan. Halaylarla, şarkılarla devam edildi. Bir barış mitinginde başka ne yapılır ki?
Evet katili gördüm;
Katliamın tanığıyım...
Herkes gibi ben de kendi üyesi olduğum sendikanın kortejine yöneldim. Bir ara fotoğraf çekmek istedim ve arkalara doğru ilerledim. Halaya duran gençleri gördüm, fotoğraflayıp kendim de halaya katılacaktım ki Kocaeli Şube Başkanı Erdal ile karşılaşınca hal hatıra durdum. Gözüm de halaydaydı. İkinci cümlemizi kurduk kurmadık bir patlama oldu, halay çekenlerin yüzlerindeki gülümsemenin adeta donduğunu gördüm. Arkadaş “yere at kendini” dedi bana. Ben de yerde buldum kendimi ve daha doğrulamadan ikinci patlama oldu. Gökyüzünde uçuşan parçacıkları ve toz bulutunu gördüm. Çok panik vardı ilk etapta. Erdal’ın “Sakin olun, bu bir ses bombası” sözünü sakinleştirmek için mi yoksa öyle algıladığı için mi kurduğunu bilmiyorum ama kitleyi sakinleştirmekte etkili olduğuna eminim. Benden 5-6 adım ötede, kenarda bacağından oluk oluk kanlar akan bir genç vardı. Normalde beni kan tutar ve bayılırım. O an öyle bir an ki bayılmak şöyle dursun yardım etmek için yerdeki bir pankart parçasını alıp bacağına sıkıca bağlayıverdim. Herkes elinden geleni yapmaya çalışıyordu; kimisi ağlıyordu, kimisi ise donup kalmıştı. Yararlıların çoğu “Benim yaram hafif, ağır yaralılara yardım edin” diyordu. Yeniden bir patlama olabileceğini o anda kimse düşünmüyor gibiydi. Kaçıp kendini kurtarmak yerine büyük bir dayanışma sergileniyordu. Bir insanlık sınavıydı bu ve kimse kendini düşünmüyordu. Bir süre sonra güvenlik zinciri oluşturulması yönünde organize olundu.
Sağlıkçılar dışında herkesin yukarıya, miting yönüne doğru ilerlemesi duyurularıyla denileni yaptık. Aradan kısa bir süre geçmişti ki birden Sıhhiye Köprüsünün ikiye ayrılan kısmından, nereden çıktıkları belli olmayan bir polis yığınağının patlamanın olduğu yöne doğru hareketlendiğini gördüm. Herkes aynı soruyu soruyordu; “Bomba patlamadan neredeydiniz?” İyi niyetle yardıma geldikleri algımızı yerle bir etmeleri hiç de uzun sürmedi. Yaralıların bulunduğu yöne doğru atılan gaz bombalarının haddi hesabı yoktu. Bizler bile zor nefes alıyorken, oksijenin hayati önem taşıdığı yaralıları düşünemiyordum. Orada bir öfke patlaması oldu ve bir polisin yakasına yapışıp; “Yarın senin evladının da insanlıktan ve barıştan yana olmayacağını ne biliyorsun, o da burada olabilirdi,” dedim. Gözünün içine baktığım o polis gözlerini kaçırdı. Neden sonra CHP aracından miting alanına gidilmeyeceği, herkesin kendi pankartı altında toplanması yönündeki duyurularını duydum. Şube yöneticimiz Faik Deli’nin sorumluluk bilincini o anda takdir etmiştim zaten. Hepimiz toparlanıp, sendika genel merkezine doğru yola koyulduk. O sırada Merzifon’dan gelen bir arkadaşımı gördüm. Gözleri ağlamaktan kızarmıştı. Birlikte geldikleri arkadaşı Metin Kürklü ölmüştü. Aklıma yine polisin attığı gazla kaybettiğimiz Metin Lokumcu geldi. Metinler hep ölmek zorunda mıydı?
Evdekileri aramak gerekirdi ama ulaşamıyordum. Bir gün öncesinden; “Anne lütfen gitme bu defa” dediğinde Emek Su, ona korkmamasını, herkes bu mitingde olacağı için kimsenin bir şey yapmaya cesaret edemeyeceğini söylemiştim. Bu kaygılarla eşimi aradım ve onun haberi olmadığına sevindim. “Çocuklar televizyon izlemesin bir patlama oldu, ben iyiyim” diyip kapattım telefonu. Daha sonra telefonum hiç susmadı, merak eden dost ve akrabalar sürekli arıyorlardı. Durumun ne kadar vahim olduğunun farkında değildik. Kaybettiklerimizin sayısı 10 olarak telaffuz ediliyordu. Bu arada Faik sevgili kızı Dicle’ye ulaşamıyordu. Ama sürekli kötü bir şey olma ihtimalini ötelediğini sezinliyordum. Sonra kan vermek için organize olmaya çalışıldı. Genel Merkeze yeni kayıp haberleri gelmeye başladıkça hastanelere gitmeye karar verip ilk önce Dışkapı Hastanesine gittik. Yaralılar listesine ulaşmaya çalıştık. Faik yoğun bakımdaki yaralılara bakıyor, en azından orada olmasını umuyordu, bunu hissediyordum. Yaralı arkadaşlarımız da vardı. Taburcu edilmiş hastane kapısında bekliyorlardı. Onlarla da görüştükten sonra bir hemşire arkadaşa sordum, Dicle’yi tarif ederek böyle bir yaralı var mı diye. O da sahipsiz bir genç kızın morgda olduğunu söyledi.
Sendikadan bir başka kadın arkadaşımla bakmak gerektiğini düşünerek Dicle’yi görüp, tanıyacaklardan bir erkek arkadaşımızla indik morga. Arkadaşımız da biz de çok tedirgindik. Dicle’nin üzerinde siyah bir mont olduğu, burnunun sağ tarafında hızması olduğu bilgisiyle sorduk görevlilere. Mehmet abi teşhis için girdi ama emin değilim dedi. Hızması var mı diye sorduğumda evet dedi görevli. O sırada halaları da beklemekteydi, onlara gösterildiğinde bir anda Kürtçe ağıtlar yükseldi. Bunu Faik’e nasıl ve kim söyleyecekti? Bütün arkadaşların bir köşeye çekilip ağladıklarını fark ettim. Daha 17 yaşında, hayat dolu gencecik bir can ablasının dediği gibi; Dicle olup akmıştı ellerimizin arasından. Sayı gittikçe artıyordu. Sağ kurtulmuştuk ama yüreğimiz paramparçaydı. Neredeyse utanacaktık sağ kurtulduğumuza...
O gün Ankara’da kalıp kalmamak arasında gidip geldiğimde kendimi çok daha kötü hissedeceğimi evdekilere izah edip yola çıkmadım. Eşim, kızlarım, annem, kardeşlerim, yeğenlerim, arkadaşlarım merak edip arıyorlardı sık sık. Dönmemi istiyorlardı haklı olarak ancak ben ve arkadaşım Pembegül, dönemeyeceğimizi anladık. O akşam yine Tüm Bel-Sen’de yönetici arkadaşlarımızdan Zöhre ve Erdoğan Tedik’in biricik oğlu Korkmaz’ı da patlamada kaybettiğimizi öğrendik. Zöhre ile sohbetlerimiz film şeridi gibi geçti gözümün önünden. “Olsaydı eğer bir oğlum Metin koyardım adını” derdi. Keçiören Adli Tıp’a gittiğimizde Özcan Abi (Yaman) ile karşılaştığımızda sadece sarıldık. Yirmi yıldır tanıdığım bu insan birkaç saat içinde yaşlanmış göründü gözüme. Levet Tüzel ve Mustafa Sarısülük yakınlarını arayanlara yardım için çırpınıyordu. Korkmaz’ın annesini arıyorduk. Adeta deprem sonrası mahşer alanıydı. Sonunda ulaştım Zöhre’ye. Etinden et koparılmışçasına kurumuş göz yaşlarıyla haykırıyordu. Göz göze geldik ve beni algılamasını beklemediğim bir anda “Metin’i işkenceyle, Korkmaz’ı bombayla öldürdüler,” dedi. Bir defa daha fark ettim ki bundan sonra hep böyle olacaktı. Her devlet eliyle katledilenin cenazesi bizimdi, kardeşlerimdi… Ertesi gün aynı saatte, aynı yerde karanfillerle anacaktık kayıplarımızı. Polis barikatıyla karşılaştığımızda hepimiz çok öfkeliydik; dün neredeydiler, bugün neyi, kimi koruyorlardı… “Garın da camları kırıldı” sözüne niyeyse yine çok şaşırdık. Sonra Sıhhiye’ye yürüyüp cenazeleri memleketin çeşitli illerine uğurlamak üzere toplandık. BES’tan Ayla ile karşılaştık. Sarıldık, sessizce ağlaştık. Dış basından biri; “Başınız sağolsun, siz de mi yakınınızı kaybettiniz?” dediğinde Ayla’nın “Evet. Yoldaşlarımı, arkadaşlarımı, elimde büyüttüğüm çocukları kaybettim” cümlesi beynime kazındı. Toplandığımız alandaki çiçeklerin çiğnenmemesine gayret eden ayakların sahibi insanlarla cenazeler uğurlandı. İçimden “İyi ki insanız, iyi ki yaşamı ve barışı savunanlarla birlikteyiz” diye geçirdim.
Sonrası hepimizin bildiği gibi...
Katili gördük, katliama tanıklık ettik...