Kardeşim değil kaderim Toros

Fevzi ÖZLÜER
Torosların kuzeyinden yeryüzüne bakanlar bilir, bu mevsimde beyazlamaya başlar, sıra dağlar. Bolkarlar, Aladağlar, Tahtalı harmanı kaldırmış, bağı bozmuş, bostanı derlemiş kara kışa hazırdır. Erken inen akşamında boğaza çeker, serttir Anadolu’nun içi. Pek de yapacak şey yoktur. Dağları gözlerinle giydirir, geyiklerin vadilerden akışını düşünürsün. Tarsus’a insen iklim değişir, bilirsin. Çamlıyayla’nın ötesinde yediveren limonun çiçeği daha yeni açıyordur, düşlersin. Tüm bu zenginliği veren işte bu dağdır: Toroslar. Zeus’un ortanca oğlu. Rodos ve Zağros ile birlikte Anadolu’yu Akdeniz’e taç gibi dokur. İçerden bakanın gördüğü Toros ile dışardan bakanın gördüğü Toros farklıdır bu nedenle. Toros’un içinde olanla, Toros’u dile getiren de...
Bir akşam üstüydü, okuldan dönüyorduk. Arabanın altına nasıl girdiğimi farketmeyecek kadar ani oldu her şey. “İyiyim, iyiyim” diye bağırırken annemin çığlıklarını duydum. Çoraplarımdan çektiler. Ayaklarım tutuyordu. Çarpan arabanın şoförü yeterince pişkindi, “Göreve gidiyoruz abla Silvan’a, aman şikayetçi olma, geç kalamayız” dedi. Bizimkiler bir iki şikayet, karakol diye ısrarcı olsa da karakolun amiri fısıldamış bizimkilere: “Beyaz Toroslular, aman bulaşma”.
“Beyaz Toros” ufuk çizgisidir oysa, kuzeyden dağa bakanlar için. O zaman düşmüştü aklıma, önce sözcüklerimizi alıyorlar.
Toros, bir boğadır, sık bir duvarın arasına çatlaklar açan ve kuzeyi güneye bağlayan bir boğa. Beyaz Torosu bir araba markası haline getirense bu coğrafyadır aslında. Büyük Toros-Darius’un torunu Lukullus büyük bir yağma harekâtı başlatmıştı, Armenia’ya. Ta ki, Silvan’da Dikran tarafından bu saldırılara karşı, 300 bin kişilik Tikranakarta şehri kuruluncaya dek de ardı arkası kesilmemişti tarumarın. Milattan önce yetmişlerde kurulan şehri, yirmi yıl sonra, Roma Kralı Neron’un yaktırdığı rivayet edilir Komutan Korbula’ya. Mezopotamya’nın kilididir işte Torosların bu doğu ucu Silvan.
Üst üste mahallelerden oluşan bu şehri Bizans da almak istedi oysa. Kim alsa, sıra dağların zincirini tutacaktı. Zeus’u ve tüm gökleri ve yerleri ayıracak, Kaos’tan Kronos’u doğuracaktı. Sanki Uranus’un testislerini kopartacak, yer ile göğü ayıracaktı. Justinian, 532’de kale şehre adını verip işgal etti. Yetmedi, Meyyafarkin adıyla 101 yıl Mervani Devleti’nin, Artuklular Devleti’nin iki başkentinden biri, Eyyubilerin bir dönem ana merkezi oldu.
Torosların Zağros’a içini döktüğü, Mezopotamya’nın oyasından Silvan’dan, güneyden de Toroslara baktığında göreceğin şey benzerdir oysa. Neolitik sonrasından itibaren evler, mahalleler kurmak için iklimin en güzeli, en geçişkeni vardır bu dağların ötesinde berisinde. Kavga da biraz bundandır: Evleri kuranlarla, sınırları çekenler. Karasal ikliminden, ılımanına kadar farklı iklimlerin sürekliği ve çeşitliliği binlerce türe ve kültüre geçit olacak kadar canlıdır bu dağ sırasında. Sadece çeşitli insan toplulukları, kültürler değil bu çeşitliliğin güvencesi bitki, hayvan topluluklarının da mekanıdır Toroslar. İster güneyinden bak, isterse kuzeyinden..
İşte anlamlarını altüst etmek istedikleri Toroslar burasıdır, araba koltukları değil.
Evrensel'i Takip Et