24 Ekim 2015 23:22

Fatma ONAT

“Hamlet kadar, hiçbir et ve kemikten yapılmış Danimarkalı hakkında bu kadar geniş şekilde yazılmamıştır.” der Jan Kott. Belki de hiçbir oyun bu kadar farklı biçimde sahnelenmemiştir de denilebilir onca yıldan ve buralardan bakınca. Sadece İstanbul’da Moda Sahnesi, İstanbul Devlet Tiyatrosu, Versus Tiyatro bu sezon itibariyle Hamlet sahneleyen, sahnelemeye devam eden ekipler olarak ilk aklıma düşenler şu an. Her sahneleme kendi marifeti kadar çıkıyor seyirci karşısına; eksiği, fazlasıyla. Bir de geçtiğimiz günlerde İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın organizasyonuyla misafir bir topluluk uğradı buralara. Yazarının memleketiyle kahramanının memleketi bir olmuş seyirciye oynuyor dediler, gittik. İngiliz The Tiger Lillies, Danimarkalı tiyatro topluluğu Theatre Republique’le ortak gerçekleştirdiği prodüksiyonuyla çıktı seyirci karşısına. Shakespeare’in  Hamlet’i bir kabare-punk topluluğunun sahnelemesi olarak farklı bir seyir deneyimi yaşattı. Yönetmen Martin Tulinius’un prodüksiyonu her oyuncunun içinde olmayı arzulayacağı bir biçime sahip. Sahnede görüneni, üzerinde çeşit çeşit lezzet bulunan bir şölen masasına benzetmek mümkün. Fakat damağa ara ara düşen lezzetsiz tadın söylediği, bu sofrada gastronomik bir falso olduğu.
İşaret edilen yer bir şölene tanıklık edeceğimizin kokusunu yayıyor daha oyunun en başından. Güçlü bir açılış sahnesi var bu Hamlet’in. Sahnenin tamamına yayılmış yüzler ışığın kuvvetiyle duvardan sızmış gibi. Bütün oyun kişileri en başından odağımızda. Birazdan kim kimdir göreceğiz... Canlı müzik oyunun etkileyici güçlerinden. Bedenler dansı, estetiği vadediyor. Stilize bir kurgunun içinde kaybolacağımıza dair çokça göz kırpma var. Oyunun akışında bu boyutla ilgili her türlü beklenti fazlasıyla karşılık buluyor. Müthiş bir stilizasyonu var çünkü. Hele ki Hamlet’in ailesiyle yemek masasına oturduğu sahnenin görsel gücü çok kuvvetli. Müzikal performanslar içinde en etkileyici anlardan biri Hamlet ve “diğerleri”nin görkemli bir ışık illüzyonuyla seyirciyle flörtü. Bu illüzyonun görkemi yüze yansıtılan masklarla daha da güçlü hale geliyor. Sahnede ışığın gücünün ne olduğunu apaçık ortaya koyan anlar bunlar. Tepeden inen ipler, kukla gibi salınan karakterler, Ophelia’nın zarif coşkusu, Gertrude’u canlandıran Charlotte Engelkes’in Joan Cusack ve Tilda Swinton karışımı harika plastiği... Şölen büyüdükçe büyüyor. Ama niyeyse bir şölen masasında yalnız ve sıkkın birileri oturuyor. Niyesini kurcalamak gerek.
Görüldüğü üzere içerikten çok biçimin coşkusuna kapılıyor insan bu performansta. Çünkü tragedyanın işleyişi, performansın nasıl bir dramaturjiyle ele alındığı merakı büyük bir boşluk olarak öylece kalıyor. Parçalı uzun bir klip izliyor duygusuna kapılıveriyorsunuz ikinci perde itibariyle. Daha ilk perdede tutunmaya çalıştığınız çokça an oluyor aslında. İktidar arzusundan ele alacak oluyorsunuz yanlış sinyal deniyor. Hamlet ve Ophelia’ya odaklanıldığını düşünüyorsunuz, olmadı bu da tutmadı deniyor. Anneyle amcaya yanaşasınız geliyor bu da değil diye bir ses duyuyorsunuz. Oyuna içerikten tutunmaya çalıştığınız her kanat kırılıyor. Kime yanaşsanız sizi itiyor. Hele de Hamlet takımdan ayrı düz koşu halinde sanki. Yapıdan bağımsız bir oyun kimyası var. Hadi diyorsunuz bırak kurcalamayı, şölene kapıl gitsin. O noktada da büyük bir can sıkıntısı kaplıyor içinizi. Tribününün on ikinci adamının çaresizliği sirayet ediyor oturduğunuz koltuğa. Bol gollü bir şampiyonanın kaybeden tarafı gibi hissediyorsunuz.
Gösterinin belki de en büyük handikabı, bütün yeteneklerini tek bir performans içinde sergilemeye çalışan bir karaktere dönüşmesi. Oyunu zenginleştirecek bütün imkânlar kullanılmış sanki. Bu zenginlik görsel bir tokluk yaratsa da bir noktadan sonra başka arayışlara sürüklüyor sizi. Belki de şımartıyor. Sürekli yeni görsel aksiyon peşine düşme cüreti gösteriyorsunuz. Oysa seyirciyi bu kanala sokmak yerine daha bütünlüklü bir yapı kurmak, şöleni içerikle bi’ tık daha yakın tutmak daha ekonomik bir doyum sağlayabilirdi. Tıpkı ilk perdenin sonu gibi. İlk perdenin son şarkısı “To be or not to be” beklentiyi tepelere çekecek kadar güçlü bir kapanıştı. Varlık ve hiçlik arasında felsefi algıyı bir şarkıyla aktarma marifeti çok büyük performansın. Bu anın görüntüsü olsa da video olarak izlesek. Neyse, misafirin arkasından bu kadar konuşmak olmaz. İyi ki davet edilmişler, davete icabet etmişler. Önümüzdeki Hamletlere bakacağız artık.

Evrensel'i Takip Et