Güneşten ışık yontacaklardı daha...
Uygur ORHAN
Bir yangın ormanından püskürmüş genç fidanlardı
Güneşten ışık yontarlardı sert adamlardı
Hoyrattı gülüşleri aydınlığı çalkalardı
Gittiler akşam olmadan ortalık karardı
Attila İLHAN
Canımız burnumuzda. Derman direnişte. Canımız yükselen yapıda, derman eylem harcında...
Hiç yorulmamak üzere çıkmışlardı yola. Yoruldu güller ama mülayim bir nehir olarak akıp gidecek gideceklerdi. Gerektiğinde rüzgârda sertleşip bir kaya direnciyle zalimin suratına çarpacaklardı yalanı, ikiyüzlülüğü. Kelimeleri kıra yapıştıra, barışa mısra hazırlıyorlardı. Sen hiç ateş böceği gördün mü? Onlarcasını o ateş çiçeklerini,,. Hınç karanfillerini gördün mü?
Virgüller ünlemler üç noktalar… Ne ki enlemi boylamı Ankara’nın. Artık vahşi bir adresti tren garı. Sıcağın ve soğuğun da bir sahibi vardı... Zahit bizi tan vakti düşürdüler sereserpe köprünün altına, ağacın dalına… Kol bacak kafa yerlerde.,. Cumartesi analarının ahı daha sımsıcakken... Bugünkü gibi taze… Kanlı cumartesi oldu barış adları… Tanıdık kovuşturmalar..koşuşmaların en sahtesi... Filanlı falanlı toplu kırımın yazıklanmaları… Simsiyah avunmalar denizinde ve güpegündüz ve kalbimizin tam da orta yerinde patlayan bombaları nereye oturtacağız!
Ne yaparsanız yapın! Nasıl ötekileştirirseniz mücadelemizi! İnan ki yaralarımızı yaralarımıza yapıştırıp dikileceğiz! Yamalayarak emeğin yorulmaz çuvaldızlarıyla… Terin iplikleriyle. Emeğin ebabil kuşları, alın terinin taşlarını düşürecektir kafalarına… Ve ant olsun ki çapa tırmık ve işleyen çark ve kalem… O gün… O gün dirilecektir karşısına öyle ya da böyle.
Toplum akrebi. Toplum bıçağı. Toplum benzini. Yaksan da ezsen de yaralarımızı sürüklesen de faşizmin dört tekerlekli ölüm makinelerinin arkasında… Çırıl şiir kadın bedenlerini postallarla bassan da halayımız horonumuz, delilomuz, klamımız, tamzaramız, zılgıtımız, çok ötenin ötesinden duyulacaktır... Davul ve karanfil… Kültür ve cenazeler… Ve barış kasidesi… Pirin bıyıklarından süzülen ‘dönen dönsün ben dönmezem yolumdan’ bayrağı artık daha net ve öylecene tortop olmuş bir öfke yumruğu gibi hazır olda beklemiyor… Yayılıyor sokağa taşarak!
Kemirilen kelimeler, kışkırtılan kan, emzirilen ırkçılık… Omurilik soğanlarıyla marş havasında madımaklaştırılan Anadolu ve Mezopotamya… An geldi yalnız bırakmadık sokakları, fabrika vardiyalarını… An geldi gölgeleri ışıkladık şiirlerle.
Artık barışa seferberlik görev emri var kalbimizden… Gücü elinde bulunduranların ulaşamayacağı yerlerde sakladığımız vicdanımızdan artık işaret fişeği patlıyor.
Ellerimizi avuçlarımızın içinde sımsıkı tutmazsak ateş çiçekli bahçelerimizi kaybedeceğiz!
Sen aşk şiiri yazamazsın Hasan Hüseyin
Çünkü aşk şiirden önce gelir sende
Oysa şiir önünde gitmelidir her şeyin
Sen aşk şiiri yazamazsın Hasan Hüseyin
Çünkü aşk
Kavganın içindedir
Çünkü sen
İçindesin kavganın
Elmayı kokusundan
Güvercini biçiminden soyutlamaktır
Yaşamak denilen kavgayı aşksız düşünmek
Sen aşk şiiri yazamazsın Hasan Hüseyin
Çünkü sen
Gagasından tutup kuşu
Öt kuşum öt kuşum demiyorsun
Çünkü sen
Yedirip çiçekleri ineğe
Koklayıp gerisini ineğin
Kok çiçeğim kok çiçeğim demiyorsun
Öpüşmek başka şeydir yiğidim
Öpüşmeyi düşünmek başka
Sevişmek başka şeydir güzelim
Sevişmeyi düşünmek başka
Sende yaprak -iki gözüm-
Sende yıldız -yürek sızım-
Sende su
Sende bu dört boyutlu kaçma tutkusu
atlıkarıncadan geceleyin
Bakmaktır lunaparka
Sen aşk şiiri yazamazın Hasan Hüseyin
Çünkü sen ilkyaz yağmurlarında çırılçıplak
Dolaşır gibi sıcak morlarda
İçer gibi morları
Düşer gibi morlara
Yaşarsın aşkı iliklerinde
Çünkü sen iki düşman ucun bileşkesisin
Acısısın kavuşmanın
Ayrılmanın sevincisin
Sen aşk şiiri yazamazsın Hasan Hüseyin
Çünkü aşkın kendisidir şiirin
Oysa sen
Oysa aşk
Oysa sen
Sen
Sen aşk şiiri yazamazsın Hasan Hüseyin
Hasan Hüseyin Korkmazgil
‘Dünyanın suratına karşı ne söyleyeceğiz, birkaç kara kelime dışında’ diyecektim tam da… Aklıma umudun olanca sıcaklığı zaman aşımına uğramaz dedim içimden... Bizim şiirimiz de kavganın önündeydi, biz de gagasından tutup öt kuşum öt kuşum demedik, elmayı kokusundan, güvercini biçiminden soyutlamadık, içimin dışarlıklı dili direnişte “İşte böyle Laz İsmail. / mesele esir düşmekte değil/ teslim olmamakta tüm mesele.” diyerek Nâzım’ın dizeleriyle kafasının içi yıldızlarla dolu yoldaşlarımı selamlıyorum...
Evrensel'i Takip Et