25 Ekim 2015 03:43

Aydın ÇUBUKÇU

Ortalıkta komplo hikâyelerinden geçilmiyor. Gerçeğe ulaşmanın bu kadar zor olduğu bir ortamda, yalanın, palavranın, uyduruk analizlerin borsasının uçması doğal.  Bir yandan savaş, diğer yandan karmakarışık siyasal dümenler ve komployu yönetmenin başlıca aracı olarak kabul etmiş bir “lider” varken memlekette, haberler de, yorumlar da, akıllar fikirler de komplo çöplüğü olmasın, ne olsun?
Söylenen hiçbir sözün söylendiği anlamda olmadığına inanıyoruz. Her kelime, bizim anladığımızdan farklı bir anlama geliyor! Gördüğümüz her şekil, aslında başka bir şeyin görüntüsü imiş meğer!
Hal böyle iken, uğradığımız bir katliamın, kimler tarafından ve ne amaçla yapıldığından hiç kuşku duymadığımız bir alçaklığın, aslında öyle değil de böyle olduğuna inanmamız için kıçlarını yırtarken ortaya saçtıkları gaflarını da bayağılıklarını da “derin anlamlar taşıyan mesajlar” diye yutturmaya çalışmaları da ayrı ıstırap.  Mesela, sırıtmamış da refleks vermiş; mesela, beyaz Toros derken tehdit etmemiş de, tehlikeyi haber vermiş; mesela, sırtları sıvazlanarak yolları açılmamış da bombacıların, “istihbarat zaafı” deliğinden geçmişler!

YALANIN GÜCÜNE İNANMAK

Palavradan komplo teorilerinin ilginç bir dökümünü, Evrensel Kültür’ün kasım sayısında Çağdaş Günerbüyük’ün kaleminden okuyacaksınız; komplolara inanmamızı isteyenlerin zekâ düzeylerini görerek eğlenebilirsiniz, ama halkın yalana inanma eğilimine olan güvenlerine şaşmamak elde değil. Onlar, ellerindeki araçların bolluğuna, propaganda için bolca harcayacakları paranın tükenmezliğine dayanarak her yalanın gerçekten daha kolay kabul edilecek hale getirilebileceğini tarihsel deneyimleriyle biliyorlar. Halk yığınlarının masal sevgisini, masalsı olayları sahici dünyanın gözü önünde akıp giden olaylarından daha “inandırıcı” bulduğunu bilir ve bundan yararlanmanın bin bir yolunu bulurlar. Ankara katliamından sonra yapılan kimi kamuoyu araştırmaları, cinayeti “uluslararası dış güçlerin işlediğine” inanların önemli bir oran teşkil ettiğini gösteriyor. PKK’nin yaptığına inananlar pek çok… IŞİD’den bile çok...
Demek, masala inanma eğilimini sinsice kullanmak pek de boş iş değil.
Aslında bu yazının konusu, Merkel’in İstanbul’da Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’la birlikte oturdukları muhteşem koltuklar üzerinden yapılan politik atak! Sözü oraya getirmek için Ankara Gar Meydanı’ndan geçmek gerekiyordu. Çünkü birileri hepsini birbirine bağladı.
Propagandanın komploya bulanmadan çekici olmayacağı bir kez keşfedildikten sonra, bunu olur olmaz yerlerde neredeyse en aşırı sonucuna götürerek yaymanın da etkiyi arttıracağı düşünülüyor.

ZİNCİRLEME KOMPLO VE BÜYÜK TUZAK

Merkel ve Erdoğan İstanbul’da basının karşısına geçtiklerinde oturdukları koltukların ışığından kamaşmış gözler, görüşmenin önemli konu başlıklarını tartışmayı bir yana bıraktı. Erdoğan’ın kişisel özelliklerini başlıca muhalefet unsuru haline getiren sığ muhalefet koltukların yansıttığı görgüsüzlük ve şatafata takarken, yandaş basın buradan önemli ve şifreli mesajlar çıkararak cevap verdi.
Onlara göre, “Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın güçlü Osmanlı Devletine ait kullanılan eserlerle ve Merkel’i o koltuğa oturtmasıyla verilen mesaj” apaçıktı. Merkel bunu anladı mı bilinmez ama söylenmek istenen, “Türkiye’nin tarihinden gelen ülküsünü sahiplendiği” imiş. Böylece Merkel, eğer bilmiyorduysa, o koltuğa oturduğunda ne kadar şanlı bir geçmişten geldiğimizi öğrenmiş olacak ve ayağını ona göre denk atacaktı! Bu arada, devletimizin “bunu dünyaya gösterme çabası” içimizdeki hainlerin kimler olduğunu da açığa çıkaracaktı! Yani ki, ecdat yadigârı koltuklara kim burun kıvırırsa, hemen iflah olmaz bir hain olduğunu kendi diliyle itiraf etmiş olacaktı! Star gazetesi, “Merkel’in oturduğu ata yadigârı koltuk birilerini rahatsız etti!” manşetini hainleri yakalamanın keyfini ilan ediyordu. Tabii bu tuzağa ilk düşenler arasında “paralelciler ve işbirlikçileri” önde gidiyordu. “Erdoğan’ın Almanya Başbakanı Angela Merkel’i İstanbul’da Yıldız Mabeyn Köşkü’nde ağırlarken kullanılan koltuklar sosyal medyada Paralel’i ve sol kırmalarını rahatsız etti.Her fırsatta Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tarihimize ve kültürümüze yönelik kullandığı figürlerden rahatsızlık duyan aşağılık kompleksli malum zihniyet, koltukları şatafatlı bularak diline doladı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın koltukları yeni yaptırmış gibi yansıtan malum zihniyetin kendi kültürüne ne kadar yabancı olduğu bir kez daha ortaya çıktı.”
Bir taşla kaç kuş! Hem dünyaya heybetli bir mesaj verilmiş oluyor, o arada Merkel eziliyor, hem de içerideki hainler bir anda iyot gibi açığa çıkıyorlar!

MESAJ VE NESNESİ

Bunun ciddi olarak düşünüldüğünden nedense kuşku duymuyorum! Çünkü, beden dilinden fotoğrafa sokulacak şu ya da bu eşyayla mesaj vermenin çok önemli olduğuna inanan bir tür akıl işbaşında! Bundan birkaç gün önce, Erdoğan’ın bir başka fotoğrafında, masanın üzerinde “Digitürk kumandası” koyarak sahne hazırlayan ve kimi televizyon kanallarına yönelik kapsamlı sansür hakkında güncel bir “mesaj” verenler de onlardı! Madem Obama elinde beysbol sopasıyla poz vererek mesaj veriyordu, bizim başkanımız neden şunu bunu göstererek mesaj vermesin!  
Fakat verilmek istenen mesajlarla gösterilen nesneler arasında bir bağlantı olmalı! Digitürk tamam! Orada mesaj ve nesne arasında anlaşılır bir bağlantı var. “Sansürün kumandası benim elimde” şeklindeki mesajı biz almış olduk. Lakin şatafatlı ecdat koltuğu ile Merkel’le yapılan müzakere konuları arasında ne bağlantı var? Birinci gündem konusu göçmenler idi; peki koltuk burada ne anlama gelebilir? Zekâmız bunu çözmeye yetmiyor! Mesajı Merkel belki anlamıştır ama biz aciz kaldık!
Diğer konu, Avrupa Parlamentosu’na sunulacak ilerleme raporunun ertelenmesi meselesiydi. Seçimlerden önce açıklanırsa, dökülen iç ve dış politikanın yol açtığı pek çok demokrasi suçu gözler önüne serilmiş olacaktı. Merkel, “al rapor tavizini, ver göçmen kısıtlamasını” şeklinde pazarlık yapmış ve bizimkiler de buna eyvallah demiş olabilir. Peki koltuklar burada ne demiş oluyor? Onu açıklamak yandaş medyanın gayretkeşlerine düştü. Yeni Akit, “Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın güçlü Osmanlı Devleti’ne ait kullanılan eserlerle ve Merkel’i o koltuğa oturtmasıyla verilen mesaj apaçık görülüyor” diye yazdı. Ama bu apaçık görülen şeyin ne olduğunu açıklayamadı!

TARİHTEN GELEN MESAJ

Vaktiyle, Alman İmparatoruyla bizim Padişahımız arasında da böyle karşılıklı mesaj veren nesneler akıp gitmişti. Mesela Kadıköy’ün ünlü Boğa Heykeli ve Sultanahmet’teki Alman Çeşmesi hâlâ gözümüzün önünde duran “mesaj nesneleri”… Boğa, Alman-Fransız savaşı sırasında Fransa’dan sökülüp alınmıştı ve Osmanlı’ya hediye edilirken bütün dehşet ve kudretiyle Alman İmparatorluğu’nu temsil ediyor ve Padişahımıza anlayabileceği bir mesaj getiriyordu. Alman Çeşmesi’nin tavan süslemelerinde ise, bir yoruma göre, Osmanlı’nın egemen olduğu 16 bölgeyi temsil eden bir motif vardı ve onun merkezinde Osmanlıyla beraber Almanlar da yer alıyordu. Ve denmek isteniyordu ki, senin egemen olduğun her yerde ben de ortağım!
Eh, mesaj dediğin böyle olur! O iki mesajın neticesi Osmanlı’nın büyük savaşta Alman ortağı olarak büyük maceraya atılması olmuştur.
Peki, koltuklar ne diyor? Arkasından ne gelecek?
Aklımızın bütün sınırlarını zorlayarak bakıyoruz koltuklara. Yandaş medyanın yorumlarından yardım alsak da, içi boş bir böbürlenmeden başka bir şey anlatmıyorlar ne yazık ki! Arkasından da bir şey gelmeyecek. Belki Merkel emekli olduğunda, o fotoğrafı çerçeveletip evine asacak ve eğlenceli bir anı olarak konu komşuya anlatacak! Biz de bu kadar lafı konuştuğumuzla kalacağız! Bari bir komployu olsun becerebilseler ya!

Evrensel'i Takip Et