Mücadele ve sürgün içinde iki yaşam tek hikaye!
Ergin TEKİN
Dersim
Emek örgütlerinin çağrısıyla 10 Ekim’de Ankara’da gerçekleştirilmek istenen barış mitingine yapılan bombalı saldırıda hayatını kaybedenlerden biri de Emek Partisi üyeleri Mesut Mak ve Adil Gür’dü. Yoldaşları Mesut Mak ve Adil Gür'ü anlattı
Ankara’ da 10 Ekim günü barışı haykırmaya gidenlerden biriydi Mesut Mak. Dersimliydi. Çocukluğu, gençliği, Dersim’de geçmiş ve devrimci mücadeleyi burada tanımıştı. Sürgün edildikten sonra da kendi topraklarına olan hasreti sürdü.
1991-92 yılları arasında Mak’la tanıştığını söyleyen yoldaşı Yüksel Gürsönmez, o dönem kendisinin bir inşaatta bekçi olarak çalıştığını ve çalıştığı yerin Mesut’un evinin tam karşısında olduğu için sürekli görüşme şanslarının olduğunu dile getirdi. Gürsörmez o günlerini şöyle anlattı: “Mesut’u ilk gördüğümde ılımlı, sevecen, sıcak bir hava veriyordu dışarıya karşı. Gün geçtikçe arkadaşlığımız ilerledi. Mesut çocukla çocuk, gençle genç olabilen biriydi. Beni kardeşiymiş gibi gören, alıp evine götüren oydu. Benim çalıştığım yere gelir, orada devrimci mücadele üzerine konuşurduk. Kendisi o dönem 20’li yaşlardaydı, farklı görüşlere ait dergileri, yazıları okurdu. Ama en son sınıf partisinin yayınlarını okumuş ve kendine yakın görmüştü. Benim yanıma geldiğinde de bunları bana anlatırdı. Devrimci mücadele ve sosyalizm mücadelesinden bahsederdi. Benim de o yaşlarda, zaten kendi çevremdeki insanların Halkın Kurtuluşu geleneğinden gelmesi ve bir yandan Mesut’un anlattıklarıyla bu düşünceye sempati duymam, içinde yer almam zor olmadı.”
XALO DİYE BİLİNİRDİ
Daha sonra devrimci mücadele içerisinde faaliyet göstermeye başladıklarını belirten Yüksel Gürsönmez, o dönemde olağan üstü halin ve baskının yoğun olmasının, bildiri broşür gibi yayınları dağıtmayı daha da zorlaştırmasına rağmen, Mesut Mak’ın parti çalışmalarını eksiksiz yapmak konusunda her zaman karalı olduğunu söylüyor: “Mesut, günün her saati düşüncelerini bu faaliyetlere yoruyordu. Devrim ve sosyalizm mücadelesini büyütmemiz gerektiğini her yerde, her evde, okulda kahvede insanlara anlatmamız gerektiğini, onlara ulaşmamamız gerektiğini devamlı söylerdi. Bulunduğumuz mahallenin gençlerinin örgütlenmesinde çok etkiliydi. Partinin kazandırdığı olgunlukla hareket ediyordu ve kişiliği öyle şekilleniyordu. 20’li yaşlardaydı ama böyle bir karaktere sahip olmasından dolayı, herkes ona Xalo diyordu. Xalo diye bilinirdi çevrede.
TUTUKLULUK VE SÜRGÜN YILLARI…
Birkaç yıllarının böyle geçtiğini söyleyen Gürsönmez, Mesut Mak’ın yakalanmasını ve sürgün edilmesini şöyle anlatıyor: “O dönem hatırladığım kadarıyla bildiri veya dergi dağıtırken yakalandı. 1 yıla yakın bir süre cezaevinde kaldı. İşkenceler gördü. İşkence sonucu pankreası zarar gördü ve hastaneye kaldırıldı. Yüzde 90 öleceği söylenmesine rağmen bunu yenmeyi başardı. O cezaevine girdiğinde ben köye yerleşmiştim. Sürekli görüşürdük. Cezaevi sonrası TEK’te çalışmaya başladı. Akşamları gruplar halinde kaçak kontrollerine çıktıklarında ceza kesilen evlerin bir kısmını kendi cebinden ödediği de olmuştur. İşe girdikten sonra da mücadeleye devam etti ve bu yüzden işyerindeki bazı arkadaşlarıyla sürgüne gönderildi. Balıkesir’e sürgün edilmişti ama orada da mücadelesini sürdürüyordu. Görüştüğümüz zaman oradaki çalışmaları anlatır, bilgi verirdi. Dersim’e tekrar dönmek istiyordu ama o dönem dönmesi yasaktı. O da İzmir’e geçti. İzmir’de de yine mücadelenin içindeydi. TEK özelleştikten sonra İl Tarım Müdürlüğünde çalışmaya başladı. Devrimci mücadeleye devam etti.
Katliamı öğrendiğinde ne hissettiğini anlatan Gürsönmez, o günü şu şekilde ifade ediyor: “Ankara’da katliam olduğunda ben köydeydim. Bir arkadaşım aradı ve Mesut’un patlamada hayatını kaybettiğini söyledi. O an şoke oldum. İçimde derin yaralar açtı. Musahibimdi ve bizde musahipler kardeşten ötedir. Ondan öte yoldaşımdı ve beraber oturduğum, çalışma yürüttüğüm, bir can artık yanımda yok bedenen. Onunla birlikte birçok yoldaşımı bu katliamda kaybettim. Bugün ne yapmak gerektiğini söylersem Mesut’un şahsında tüm şehitlerin bıraktığı bayrağı sonuna kadar taşımak onların mirasına sahip çıkmak gerekir anlamına gelir diye düşünüyorum.”
Mücadelenin içinde son bulmuş bir yaşam!
Ankara’dan Dersim’e gelen diğer cenaze ise Emek Partisi üyesi Adil Gür’ün cenazesiydi. Ömrünü mücadele içerisinde geçirmiş, 1980 darbesi döneminde çokça kez içeri düşmüş, sonrasında ise yurt dışına çıkmak zorunda kalmış Adil Gür’ü gençlik yılları döneminden mücadele arkadaşı aynı zamanda gazetemizin muhabiri Kemal Özer anlattı. Adil ile tanışmasının 1976-77’lerde Halkın Kurtuluşu saflarında mücadele içerisinde iken olduğunu anlatan Özer, “Yoksul ve kalabalık bir ailenin çocuğuydu. Halkın Kurtuluşu saflarında çok aktif, dinamik, üzerine düşen tüm görevleri layıkıyla yerine getiren bir yoldaşımızdı” diyor.
HER DÖNEM DİRENGENLİK İLE...
Özer, ölüm ile burun buruna yaşadıkları 80 yıllarını ise şöyle anlatıyor: “Dersim’den 22 kişilik bir gruptuk. O dönem Öğretmen Okulu Lisesine askerler el koymuştu. Oranın spor salonun merdiven diplerindeki soyunma odalarına atıyorlardı yakaladıklarını. En çok işkence görenlerden biri de Adil’dir. Ama yaşadığımız hiçbir güçlüğe karşı hiçbir zaman yoldaşlarımıza ihanet etmedik, işkencelerden direnerek çıktık. 15 günü bulmuştu. Bir gece Adil’le beraber Gazik’in şu anki telefon vericilerinin bulunduğu bölgeye götürülüp boy çukurlarına atıldık, üzerimize toprak attılar; ‘Ya sizi öldüreceğiz ya da konuşacaksınız’ dendi. Korkutmak için sağımıza solumuza rast gele ateş ediyorlardı. ‘Öldüreceğiz sizi, son sözünüzü söyleyin’ dediler. Bizi orada iki saat boyunca tuttular. Konuşmayınca da bizi yeniden topraktan çıkarıp o çamurla getirip hücreye attılar. Biz o ölüm çukurlarından direngenliğimiz ile zafer ile çıkmıştık o gün. Adil işte böyle bir mücadele insanıydı!”
Sürecin orada bitmediğini, oradan alınıp Elazığ’a, o dönemin bilinen işkencehanelerinden biri olan ‘1800 Evler’e götürüldüğünü aktaran Özer, “Bizi içeri alırken üst araması yapıp bodruma götürdüler. Bodruma kadar her merdiven başında askerler sağlı soğlu ‘Hoş geldin’ dayağı attılar. Uzun bir süre hücrede kaldık. Yiyecek içecek yoktu. Yatağa ise yatak demeye bin şahit gerekirdi, simsiyah bir şey. Bizler artık oralarda zaman geçirebilmek bu zulme direnebilmek için uğraş arıyor, yaşadıklarımız ile dalga geçiyorduk. Bitlerimizi yarıştırıyorduk mesela, kimin biti daha büyük diye. Ancak böyle yaşayabiliyor insan o hücrelerde. Elazığ’da kaldığımız sürede Dersim’de kalan Süleyman Yolmaz yoldaşın işkenceden öldüğünü öğrendik. Tabi biz bu haberi ölümünden çok sonra alabildik. Biz devlet eliyle ölümleri o yıllardan öğrendik” diyor. Sonrasında gruplarında bulunan 22 kişiden 21’nin serbest kaldığını, adlarını veren kişinin ise tutuklandığını anlatıyor Kemal Özer.
MÜCADELEDEN KOPMADI
Cezaevi sürecinden sonra Dersim’e döndüklerini aktaran Kemal Özer, Komur adlı bir yoldaşlarını zamları protesto eyleminde saatlerce süren çatışmalı ortamda kaybettiklerini ve bunun tüm yoldaşlarını derinden etkilediğini söyleyip ekliyor: “Ancak o dönem Komur’un Genç Komünistler Birliği’ne üye olduğunu öğrenince bu bizi daha çok etkiledi. Tıpkı şimdi olduğu gibi yılmamıştık aksine azim ve kararlığımızı artırmış, öfkemizi bilemişti. Hepimiz GKB’ye üye olabilmek için elimizden gelen gayret ile mücadele ediyorduk.”
Adil’in Dersim merkeze gelen Hagü içme suyu şantiyesinde uzun bir süre çalıştığını aktaran Özer “Sonraları ortalıktan kayboldu. Aradık, sorduk soruşturduk İsrail’de olduğunu öğrendik” diyor. 12 Eylül darbesinin gençlik üzerinde büyük bir baskı kurduğunu ve genç yoldaşlarının bir kısmının ülkeyi terk etmek zorunda kaldığını aktaran Özer, Adil’in de bu yoldaşlarından biri olduğunu söylüyor. 12 Eylül askeri darbe döneminde yaşadıkları işkencelerin Adil’in sağlığında da olumsuz etkiler yarattığını aktaran Özer, son dönemlerini ise şöyle anlatıyor: “Almanya’da olduğunu öğrendik sonraları. Evlenmiş, iki kızı olmuş. Orada da mücadeleden kopmamış. Son bir buçuk yıl da Dersim’deydi. Dersim’deki hiçbir eylem ve etkinliği kaçırmazdı. Her eylemde bir genç militan gibi, mensubu olduğumuz Emek Partisi saflarında en önde yürümeye çalışıyordu. Ölüm haberini duyunca geçmişten bugüne mücadelenin içinden yoğrulmuş gelen yiğit bir yoldaşımı daha kaybettiğimi anladım!”