Bahar parçaları masalı
Damla YELTEKİN*
Evvel zaman içinde kalbur kan içinde, develer tellal, çakallar patron, domuzlar canlı bomba iken...
Yoksullar çadırda, beyler konakta yaşar iken, babam yaban ellerde ekmek parası kazanır, ben anamın beşiğinde iş, ekmek, özgürlük, barış türküleriyle büyür iken, yollara düştük. Birken iki olduk, ikiyken üç. Her geçen zaman unumuza un, heybemize umut katılırken bir baktık ki kırk katırlık yol olmuşuz. Az gittik, uz gittik, dere tepe demedik. Everest’in diğer yakasından geldik. Kimimiz Anavarza koyundan, Toroslardan geldik, kimimiz Menderesleri dolandık, denizleri geçtik.
Çorak arazilerden... Bey Dağlarından geçtik. Kimimiz zeytin ağaçları arasından... Az gittik, uz gittik.
Hikaye tam olarak böyle başladı. Bizim hikayelerimiz hep böyle başlar aslında... Güvercin kanadında umutla... Barışla... Çocuk gülüşleriyle başlar hikayemiz.
Heybemize masalları aldık, Küçük Kara Balıkları, Şeker Portakalı’nı, Küçük Prensi...
Heybemiz küçüktü... Kaz Dağları’ndan masalları da sığdırdık. Yörüklerden türküleri de, Dicle’den Fırat’tan destanları da...
Zeytin dallarını aldık heybemize. Karadeniz’den yağmur yürekli çocuğu getirdik bir de sohbetlerimize eşlik etsin diye çayları...
Yorgunluklarımız için Munzur’dan su taşıdık heybemizde... Malatya’dan kayısı getirdik, Çukurova’dan pamuk...
Öğrenciler neşe getirdi, heyecan ve deli akan kanlar getirdi.
İşçiler önce öre öre geldiler toprağı. Çeliğe su vere vere geldiler. Demir yolu işçileri rayları Kaf Dağı’nın ardındaki topraklara kadar uzattılar. Öğretmenler geldi, sağlıkçılar...
Akın akın gelmeye devam ediyorlardı. Düğün hazırlığı gibi, Newroz gibi, bahar gibi...
Tarih 10 Ekim.
Bayraklar sopalara takıldı, köfteci abi köfteleri tüttürüyor, simitçi Ankara simitlerini veriyordu.
Horonların tepileceği, barış halaylarının çekileceği, yerin göğün Bizler’in ayak sesleriyle inleyeceği anı bekliyorduk.
Simitler alıyor, ikiye bölüşüyorduk yoldaşlarla. Uzun zamandır görülmeyen arkadaşları arıyorduk. Gri kent cümbüştü, Newroz’du, kutlamaydı, gökkuşağıydı.
Sonra bir tipi…
Bir boran…
Birkaç saniyede Nuh’un tufanı koptu. Sonra etrafa bahar parçaları saçıldı. Simitleri paylaşan eller yardıma koştu. Az gittiler, uz gittiler. Zaman zaman içinde kalbur kan içinde kaldı.
Masal bu ya, ölenleri bayraklara gömdüler,
Bahar bulutlarına,
Yağmurlara ve gökkuşaklarına.
Önce kalanlara kaldı dediler dünya.
Sonra baktılar karın altından çıktılar. “Kardelendik” dediler. İlk kuş şarkılar söyledi, “bahar” dediler. Kül olan hikayelerden doğdular. Küllerinden doğdular. Ayağa kalktılar Kaf Dağı’nın ardındaki mutlu ülke için ayağa kalktılar. Birken iki, ikiyken üç oldular. 40 katırlık kervan oldular. Akın oldular. Akın akın güneşi zaptetmeye gidiyorlar. Şimdi uzun bir yola gidiyorlar. Tekken aşılmaz engelleri olan, geçilemez köprüleri, dağları olan yola…
Ama birleşince her şeyin oyun olduğu bir yola…
Yoksullar çadırda beyler konakta kalmasın diye evde aç susuz, sokakta mutsuz kalmasın diye. Çocuk bedenler havan toplarıyla vurulmasın, işçiler toprak altında kalmasın, zeytin ağaçları yemiş versin diye, zalimin zulmüne karşı birleşe birleşe yürüyorlar. Aza az katarak ışıklar büyüyor.
Masalın sonu belli…
Bütün masalların sonunda krallar, cadılar yok olur. Gargamel Şirinleri yiyemez. Bu masalın sonu da belli. 40 katırlık kervan heybesinde umutlarıyla beraber yok edecekler karanlığı… Tüm cihanı iş, barış, özgürlük türküleri kaplayacak.
Az kaldı masalın sonuna. Son bir gayret! Güneşi görmeye az kaldı!
*Ankara Katliamı’ndan yaralı kurtulan Emek Gençliği üyesi