İnsan yas tutmak için izin alır mı?
Derya DOĞAN
İstanbul
Merhaba, ben anadili Türkçe olan bir Kürdüm,,
Kışın en soğuğunda iki kat yorganın altında ısınmaya çalışan bir çocuğum, tacize uğradığı insanlarla aynı masada yemek yiyip bir halayı paylaşmak zorunda olan bir kadınım, 19 yıl dirsek çürütüp on ay işsiz kaldıktan sonra asgari ücretle çalışma teklifine nail olmuş bir üniversite mezunuyum!
Nerden başlayacağımı hâlâ bilmiyorum. Belki binlerce insanla paylaştığım o kadar çok sorun var ki hangisinin daha önemli olduğuna karar verip yarıştıramıyorum.
Bütün sosyal problemleri bir kenarda bekletip yaşamaktan bahsetmek istiyorum. Bu ülkede artık koah hastaları gibi yarım nefesle bir sonraki soluğuma sahip olup olamayacağım endişesiyle yaşıyorum. Zaten ben yaşasam ne olur ki! Her gün mutlaka birileri sabunlu köpükle yapılmış baloncuklar gibi pıtır pıtır sönüyor. Ve biz, bir çocuğun yaptığı baloncukların sönüşünü gördüğünde üzüldüğü kadar bile üzülemiyoruz. İNSANLAR ÖLÜYOR. İdrak etmeniz, bir durup bakmanız için, gözlerimdeki acıyla gözlerinizin içine bakıp kaç defa tekrarlamalıyım bunu? Tanrım, ne kadar da korkunç! Nihayet bir tepki veriliyor: Birkaç günlük bir yas. Sendikalar, dernekler, grevler, iş bırakmalar... Peki, kim yasını tutabiliyor? İnsan yas tutmak için izin alır mı? Anneniz, babanız öldüğünde hayatınızı mutlak olarak neredeyse durdurduğunuzda kime sorarsınız üzülmek için? Evet, biz maalesef bu en derin duyguları yaşayabilmek için patronlarımızdan izin belgesi çıkarmak zorundayız.
Tepkimizi ortaya koyarken tepki verdiklerimizden izin almak da nesi? Soruyorum size tepki nedir? Etki-tepki denklemi yıllarca okul sıralarında çözmeye çalıştığımız; ama sanırım bizi yönetenler kopya çekerek geçmiş olmalı ki bu dersleri, böylesine kuralları birbiriyle çelişen, akıldan uzak, beceriksizce bir yönetim sergiliyorlar.
Dostlarımız, arkadaşlarımız öldü, üzüntümüzü yaşayamadık, acılı bir tükürükle yutkunduk. Her şeye böyle grevlerle eylemlerle tepki verilirse ülkenin hali nice olur diyenlere de “Evet, doğru haklısınız” demek istiyorum. Her gün ülkenin bir yerinde bir felaket kokusu yükseldiği için bunlara cevap verilebilse herhalde uzunca bir süre ülkemizin nadasa bırakılması gerekirdi. Ancak bir çözüm daha var: Bütün bu olup bitenlerin bir son bulması. Hâlâ yaşayabildiğim için düşünmeye devam ediyorum. Çocukluğumdan hatırladığım, o zamanlar bana ülkenin ekonomisini ifade etmiş olan ‘ek iş olarak limon satan bir öğrenmen’ figürü var. Yıllar geçti ve ben, ölmeden önce emekli olup olamayacağımı tartışacak kadar büyüdüm ama değişen tek şey, işsizlik sürecimde sattığım, şişelere konarak servis edilen ve sıcak yaz günlerini serinleten limonlu meyve suları olmuş sanırım.
Bazen düşünüyorum neden varız diye. Sadece Bilal gibi bile düşünerek içinden çıkamadığım sorulara erişiyorum. Doğduk, bize bir hayat verilmiş oldu yaşamak için. Peki, ben şuan ne yapıyorum? Haftada 6 gün günde 11 saat çalışıp 3 saatimi yolda harcayıp geri kalan zamanımı da ertesi gün işe gitmeye hazır olmak için tüketip, 1 tatil günümü da uyuyarak geçiriyorum. Bir hayata sahipmişim gibi hissetmiyorum nedense. Hayatımı devam ettirebilmek için çalışırken hayatımı kaybetmiş oluyorum. Arta kalan az zamanımda da bu işteki tuhaflığı düşünüp, bu durumu kanıksamamak için böyle sorgulayıp mutsuz olmayı tercih ederek geçiriyorum. Çünkü biliyorum ki biz mutsuz olmayı göze alanlarla değişecek dünya. “Gerçek hayat bu” demeyeceğim. Gerçek hayatı, sözde bilgiç gülümsemesiyle bana “gerçek hayata hoş geldin” diyen, hayatını en baştan teslim edip aslında hiç yaşamamış olan sizlerden öğrenecek değilim. Çünkü ben ille de bahar isteyenlerdenim!
Dünya, bu karanlık ülke bizim dokunuşlarımızla değişip güzelleşecek, renklenecek; bu yüzden o güzel ellerinizi karamsarlıkla kucağınıza çekmeyin. Tankları, tüfekleri, mermileri, sömürüyü, nefreti sevdiklerimiz için kazılmış mezarlıklara biz gömeceğiz ve barışı, kardeşliği, özgürlüğü, eşitliği sevgiyi hep birlikte biz ekeceğiz bu topraklara.