Hüsnü Arkan: Aşk özgürlükle de yakın akrabadır

Ayşen GÜVEN
Bir kıyıdayız şimdilerde... Yalan yok yaşam kadar yakınlaşmış ölüm hepimize. Barış; acı gümbürtülerin, tozun, dumanın ortasında göz kırpıyor hâlâ ve inadına... İnadına özgürlük de tam on ikiden dostların göğsünden değil ama vurulmayı bekliyor. Velhasıl dostlar gitti; hiç tanımadığı dertlere çare arayanlar koparıldı aramızdan. Son 20 günün kesif acılığı boğazımızı her gün yakarken, nereden vurduysanız oradan açacak barış derken, yutkunamazken ama öfkeliyken “Kırık Hava” geldi. Can suyu gibi bir albüm serpti gönlümüze Hüsnü Arkan. “Ne sevmekten korkmak / ne zulümden korkmak bize yakışmaz” diyor albüme adını veren şarkıda Arkan, korkmuyoruz diyoruz şimdi, Ankara’ya bomba düşmemişken yapılmış bu şarkı da yanımızda. Uzun lafı hak etse de benden kısası, gerisini Hüsnü Arkan anlatsın. Pazarınıza kalbinize bir temiz havası girsin, ciğere çekilecek bir albüm üzerine konuşurken biraz şiire elbette edebiyata dokunduk. Doğru adresteniz kapı açık, giriniz...
Son 5 yıl skoruna bakıldığında - hem albümler, hem kitaplar- solo çalışmak sizi daha üretken kılmış olabilir mi?
Ben bunun çok farkında değilim. Rutin bir çalışma düzenim var. Böyle bir yoğunlaşma varsa herhalde söylenecek sözlerin birikmesiyle ve olan bitene tepki gösterme isteğiyle alakalı bir şeydir. Yoksa solo albümlere de birçok arkadaşımla birlikte girişiyoruz. Ben aşağı yukarı yalnızca repertuar oluşturmakla ilgileniyorum.
Albümlerinizin müzikal deneyimlere açık bir hali var. Her çalışmanızda kulağımıza farklı gelen tınılar naçizane yakalıyoruz. Dinleyici nezdinde varolanı korumak zaten mümkünken yeni şeyler denemek risk mi keyif mi?,
Ben kesinlikle keyif alıyorum. Ama bu anlamda daha çok çalıştığımız müzisyen arkadaşlarımız belirleyici. Ben çoğunlukla repertuarla uğraşıyorum. Yaklaşık 7-8 yıldır devam ettiğimiz bir ekip oluştu artık. Yeni katılımlar ekibe bazen değişiklikler... Her katılan da kendi özelliği neyse, katabileceği neyse onunla beraber geliyor. Benimse bir müzikal kimlik edinmek gibi takıntılarım yok. Sadece sözlerin güçlü olması benim için çok önemli. Sözlü bir müzik yapıyoruz sonuçta. Aşağı yukarı sınırları belli olan bir çerçevede hareket ediyoruz ama o sınırlar zaman zaman zorlanabiliyor, genişleyebiliyor.
Peki bu güzel sözler bu kadar kahrı bela bir dünyada nasıl yan yana geliyor?
Bu tür işlerde ilham kaynağından çok yaşam biçimi ve çevre önemlidir gibime geliyor. O çevre sizi duyarlı olmaya itelerse, okuyup öğrenmeye açıksanız, bir vicdanınız da varsa, işler kolaylaşıyor. Gerisi hikâyedir bana göre.
Her albümde farklı kombinasyonlarla size eşlik eden şarkıcılar var. Bu eşlikli söyleme hali grup olarak çalışma alışkanlığı mı yoksa müzikal bir akımın parçası mı?
Hadi bunu birlikte söyleyelim diyoruz. Ya da amma yakışır ha diyoruz. Öyle oluyor. Akım kısmıyla ilgilenmiyoruz.
Rubato biraz sürprizli bir eşlikçi sanki?
Benim için sürpriz değil. Şarkı bittiğinde bizim Serkan’ı aradım, bunu Rubato’yla yapalım dedim. Bu şarkı için doğrudan, duygu yoğunluğundan korkmayan, açık bir iletişim gerekiyordu. Bunu yapabilen Türkiye’de çok sayıda müzisyen yok. Rubato da bunlardan biri ve bence en iyisi.
Cem Adrian da Birsen Tezer’den sonra en iddialı düet sesiniz olabilir kanımca. Birlikte konserler düşünülüyor mu?
İddia konusunda çok iddialı değilim. Ama Cem Adrian ha dediğinde üç beş doğru insanı cebinden çıkarabilecek biri. Bence bu, doğru sesten, doğru düetten daha önemli bir şey… Konserlerde birkaç kez birlikte söyledik. Umarım bundan sonra da yaparız.
Hüsnü Arkan da Ezginin Günlüğü de kaç kuşağın aşklarının ya da aşktan mütevellit acılarının fon müziği olmayı başardı. Hala öyle aslında. Yaşamaktan çok telaşlarda geçen aşklarımız sizin dizelerinizde ne yana düştü?
Bu konuda konuşmak anlamlı mı, bilmiyorum. Zaten aşk hakkında konuşmayı, yazmayı deneyen bildiğim birkaç felsefeci var; hepsi de saçmalamışlar. Dünyada aşkın en hası altmışlarda yaşandı. 68 kuşağı yaşadı. Savaşın, toplumsal mücadelenin içinde yaşadılar. Bu konu biraz değer yargılarıyla ilişkili. Aragon 40’larda ‘mutlu aşk yoktur,’ demişti. Ama sorunun mutluluk ya da mutsuzluk olmadığını biliyorum. Aşk dediğiniz şey kaliteli yaşam parçasıdır. Özgürlükle de yakın akrabadır.
Özgürlük yaşadığımız coğrafya için mühürlü bir kelime. Yani biraz daha konuşalım üzerine. Mesela özgürlük başka neyle yakın akrabadır?
Vallahi ben özgürlük diye soyut bir şey bilmiyorum, tanımadım, bu yaşıma kadar görmedim de. Özgürleşme denen bir şey var. Yani toplumun ve bireyin özgürleşmesi... Bütün Avrupa tarihi keza bizim uzak ve yakın tarihimiz aynı zamanda bir özgürleşme tarihi. 18. - 19. yüz yılın Avrupası’nda bireylerin yaşam tarzıyla ve bugünün Avrupa’sındaki birbirinden çok farklı. Düşünce biçimi de öyle. Sonuçta insan, yaşadığı neyse çevresi neyse öyle düşünüyor. Ben tarih dediğimiz şeyi bir özgürleşme süreci olarak anlıyorum. Türkiye’de bu işler biraz daha zor. Kapalı bir toplumuz, tabiyetleri yoğun olan bir toplumuz. Ne bileyim işte gençler askere davul zurnayla uğurlanıyor vesaire. Bu aidiyetlerin kırılması biraz da bireyin özgürleşmesi anlamına geliyor. Bunu bu toplumun aşması zor ve uzun zaman gerekiyor. Zaten çok zamana ihtiyaç olduğu ortada.
Yine en çok İstanbul’u yaşıyor insan şarkılarınızla sanki. Ama asıl size sormalı Kırık Hava’da bu defa nelerle geldiniz dinleyiciye?
Albümde, Türkiye’de ne yaşanıyorsa onun bende bıraktığı izler var. Koyu bir umutsuzluğun içinde, hâlâ umut keşfetmeye çalışıyorum. Sanıldığı kadar keyifli bir iş değil. Melih Cevdet’in “Yalan” şiirine bakın. Yalnızca inanmak isteyen insanları bilmeye yöneltmek kolay değildir. İşin müzikal yanıyla açıkçası ben fazla ilgilenmiyorum. Orada bir pırıltı varsa, bunu arkadaşlar yaratıyor.
MATEMİN MÜZİKLE BİR İLGİSİ OLDUĞUNA İNANMIYORUM
Bütün acılı olaylarda ki bunlar bitmiyor artık herkesin aklına ilk gelen sanatsal çalışmalardan vazgeçmek, vazgeçirmek oluyor. Çokça tartışılıyor artık “konserler iptal edilsin, tiyatrolar oynamasın” gibi gibi. Siz ne dersiniz ?
Bu çok saçma bir tartışma. Eğlencelik işler yapanlar, istiyorlarsa yapmaya devam ederler; eğlenmek isteyenler de onlara katılır. Bu saatten sonra vicdan polisliği mi yapacağız? Adamın her tarakta bezi var, IŞİD’i kolluyor, silah külah yolluyor ama matem ilan ediyor… Eğlenenlerden daha mı vicdanlı sizce? Matemin müzikle bir ilgisi olduğuna inananlardan değilim. Biz her koşulda çalmaya devam edeceğiz. Bu kadar karanlık bir ülkede umudu aramanın yollarından biri de bu; müzik.
BU TOPLUM ŞİİRLE DÜŞÜNÜR DÜZYAZI İLE DEĞİL
Edebiyat yolculuğunuzda da dur durak bilmiyorsunuz. İyi ki. Orhan Kemal Roman ödülünü alan “Burjuva Hırsız” kitabınızla DA edebiyat mı müzik mi konuşalım diye elimizi ayağımıza iyice dolandırdınız. Var mı yeni kitap çalışması?
Sanırım 2016 sonunda yeni bir roman yayınlayacağım; bugünlerde ona çalışıyorum. Aslında ne edebiyat ne de müzik konuşmayı severim. Bana kalırsa bunların ikisi de yapılır; konuşulmaz. Eleştirmenler de eleştirirler. Edebiyata, müziğe meraklı çocuklar onları okurlar ve öğrenmeye açıklarsa bir şeyler öğrenirler. Şunu oku, bunu dinle diyen yazılardan pek hoşlanmıyorum.
Şairlerin, romancıların gölgesinde kalma serzenişleri vardır pek çok kez. Şiirin düz yazı karşısında bunu destekleyen bir makus talihi olduğuna katılır mısınız?
Bence şiir düz yazının gölgesinde hiçbir zaman kalmadı. Biz şiir deyince yayınlanmış kitap anlıyoruz çokça. İşte son 50 yılda Türk Şiiri adına ne yayınlandıysa ona bakıyoruz. Ama Türkiye’de toplumun şiirle alışverişi yalnızca kitaplardan değil. Örneğin; köklü bir âşık geleneği var, deyiş geleneği var. Öte yandan dini diyebileceğimiz bir şiir geleneği var; kimilerinin tasavvuf dediği. Toplum bir şekilde şiirler yaşamış aslına bakarsan yaşıyor da. Aleviler hala saz eşliğinde belki ama şiir dinlerler. Bu nedenle her zaman düz yazıdan öndedir şiir. Öte yandan bu durum çok ortada değildir yani medyatik değildir. Yine de rahatlıkla söyleyebiliriz ki bu toplum şiirle düşünür düzyazı ile değil.
Evrensel'i Takip Et