05 Nisan 2012 08:29

“Aşağılık kompleksi” meselesi

Yürüyüş dergisinin Şubat ayında yayınlanan iki sayısında, “Evrensel’in aşağılık kompleksi” başlığıyla iki eleştiri yazısı yayınlandı. Okurlarımız, “Ne var bunda bir yayın kuruluşu, kurum veya parti başka bir yayıncı kuruluş, kurum ya da partiyi eleştirebilir.” diyebilir. Bu söz elbette doğrudur. Bizim de itirazımız

“Aşağılık kompleksi” meselesi
Paylaş
Eren Yurt

Yürüyüş dergisinin Şubat ayında yayınlanan iki sayısında, “Evrensel’in aşağılık kompleksi” başlığıyla iki eleştiri yazısı yayınlandı. Okurlarımız, “Ne var bunda bir yayın kuruluşu, kurum veya parti başka bir yayıncı kuruluş, kurum ya da partiyi eleştirebilir.” diyebilir. Bu söz elbette doğrudur. Bizim de itirazımız buraya değildir. İtirazımız ve yazımızın konusunu oluşturan şey; yazılarda ele alınan eleştiri noktaları ve Yürüyüşçü’lerin birkaç meseleye dair son dönemde takındığı tavırdır.

Evrenselci’ler (dergi bu ifadeyi kullanıyor) ve EMEP’lilerin, Halk Cephesi ve Gençlik Federasyonu’nun eylemlerine karşı aşağılık kompleksine kapıldıklarını söylüyor Yürüyüşçü’ler. Sözlerini temellendirdikleri şey ise yaptıkları eylem, etkinlik vb.nin gazetede yer bulmaması veya bulsa da isimlerinin yer almaması. Bu duruma çok içerlemiş Cephe’liler. Haftalık çıkardıkları derginin her satırında kendi propagandalarını yapması, her sayfasında adlarını yazması hatta dağıttıkları bildiri ve astıkları afişlerle birlikte çektikleri fotoğrafları dergilerine koymaları kendilerine yetmemiş olacak ki, bunların Evrensel gazetesinde de yayınlanmasını istiyorlar! Buradan hareketle aşağılık kompleksine kapılanın kim olduğuna karar vermek için TDK’nın sözlüğüne bakmak yeterli.

EMEP’in Türk-İş’in peşine takılmaktan başka bir pratiği olmadığını yazıyor dergi. 1 Mayıs kutlamalarına ilişkin yapılan tartışmalarda; 1 Mayıs’ın nerede kutlanacağından öte esas meselenin, nasıl daha kitlesel, işçi sınıfının ve geniş emekçi kesimlerin ekonomik, sosyal ve siyasal taleplerinin ön plana çıktığı, sınıfın burjuvazi ile olan amansız mücadelesinde yeni mevziler kazanmasını sağlayacak bir gün olması gerektiğini söyledik. Ancak sendika-konfederasyon yönetimi milliyetçi-gerici diye o kurumlara bağlı binlerce üye ile buluşmayı reddeden, her türlü eylemden dar, sol-sekter tutumlarını sakınmayanların, ufuklarını bu denli geniş tutmalarını ve bizi anlamalarını beklemiyoruz. Lenin’den birçok alıntı yapıp, yorumlamayı da beceremeyen Yürüyüş dergisi, ‘Ne Yapmalı?​’ kitabında Lenin’in de ifade ettiği gibi, “Devrimciler, en geri sendikalarda bile yer alıp, oraları ilerletmek zorundadır.” sözünü görememiş olsa gerek!

SINIFIN DEVRİMCİ PARTİSİ OLMAK

Yazının bir bölümünde boyundan büyük bir laf ediyor Yürüyüşçü’ler. “EMEP’in tarihinde yarattığı tek bir değer, tek bir direniş, gelenek yoktur. İşçi sınıfının biricik partisinin örgütlediği bir işçi de yoktur.” diyor. Emek Partisi direnişlerden, grevlerden çıkan öncü işçilerin kurduğu bir partidir. Kuruluşundan bu yana nerede bir grev, direniş varsa Emek Partisi militanlarıyla, işçi basınıyla orada olmuş, onlarla birlikte mücadele etmiş, direnişin kazanımla sonuçlanması için tüm imkanlarını seferber etmiştir. Biz de iddialı ama gerçek bir söz söyleyelim. Yaşamında en az bir kere direnişe katılmış bir işçiye soralım. Direnişleri boyunca yanlarında kim varmış, kimi görmüşler?

Geçtiğimiz yılın Aralık ayında ilk baskısı yapılan ve Gaziantep Ünaldı dokuma işçilerinin 30 günlük direnişini anlatan “Direnişi nasıl dokuduk” kitabını okumaları, cevaba ulaşmalarını oldukça kolaylaştıracaktır. Pardon, neredeyse unutuyorduk. Siz yirmi bin işçinin, 30 gün boyunca tüm Gaziantep’i etkileyen direniş sürecinde ve sonrasında hem Türkiye işçi sınıfının hem de dünya işçi sınıfının gündemine oturan, işçi sınıfı tarihine önemli kazanımlarla sonuçlanan bir direniş olarak geçen mücadele için, “Bir grup işçinin direnişi.” demiştiniz değil mi?       

Levent Tüzel de Yürüyüşçü’lerin eleştirilerinden nasibini alıyor. Mecliste bağımsız milletvekillerine yeterince söz hakkı verilmediğine dair açıklama yapan Levent Tüzel’e; “Ne bekliyordun, burjuvazinin sana parlamentosunda söz hakkı vereceğini mi düşünüyordun.” mealinde bir şeyler söyleyip Levent Tüzel ve EMEP’i, parlamenterist, revizyonist vb. gibi bilumum sıfatlarla niteliyor. Lenin’in parlamentoyu “burjuvazinin ahırı”olarak değerlendirmesi de en sık başvurulan kaynak. Lenin’in bu sözü ettiğini söyleyenlerin göz ardı ettikleri ise Bolşeviklerin, Çarlık Duması’na girdikleri, kendi politikalarını orada da dillendirdikleri ve Duma’yı bir mücadele alanı olarak kullandıklarıdır. Levent Tüzel de diğer blok milletvekilleriyle birlikte işçi sınıfı, emekçiler ve ezilen halkların temsilcisi olarak meclistedir. Tabi bu eleştirileri yaparken bir çalışmalarından ötürü başlattıkları imza kampanyasında topladıkları imzaları TBMM Başkanlığına göndermeleri de kendi çelişkileridir.

TARİHE SAHİP ÇIKMAK

Yürüyüşçü’ler EMEP’i tarihlerine sahip çıkmamakla itham ediyorlar. Zira bir dönem Maocu iken bir başka dönem Enver Hocacı vb. olduğumuzu söylüyorlar. Kuşkusuz 40 yıldır ülkede ve dünyada meydana gelen gelişmelere gözlerini kapayan ve kendisine kaynak olarak yalnızca Mahir Çayan’ın yazdığı kitabı gören bir hareket için değişim sözü çok ürkütücü gelebilir.
Eleştiri ve özeleştiri sosyalistlerin en önemli silahıdır. 72-73 yıllarıyla birlikte devrimci hareketlerin önder kadrolarının katledilişlerinin ardından dönemi değerlendiren ve devrimin kitlelerin eseri olacağı gerçeğinden hareketle eleştiri özeleştiri veren ve bu yönde pratik uygulamalarda bulunan tek geleneğin kim olduğu açıktır. Emek Partisi her dönem, yaşanan dönemin ihtiyaçları ve değişimin kaçınılmazlığı gereği taktiksel değişikliklere gitmiş ve müdahalelerde bulunmuştur. Ancak işçi sınıfının iktidarı ve devrim iddiasından vazgeçmemiştir. Partinin programı sosyalizmin programıdır!

Cephe’liler son süreçte yaşanan aşağıda açıkladığımız olaylarda da görüldüğü gibi kendisini yalnızlaştırmakta ve siyasetin dışına düşmektedir. 16 Mart günü Beyazıt ve Halepçe katliamlarını lanetlemek için Beyazıt meydanında yapılan anmalarda, 16 Mart katliamında hayatını kaybedenler içinde kendi şehitleri olduğunu söyleyerek anma için kurulan platformlar içinde yer almamış ve ayrı bir anma düzenlemiştir. Yine İstanbul’da yapılmak istenen ve polislerin müdahale ettikleri newroz kutlamalarına da katılmamış, adeta kendisini tecrit ederek tek başına İstanbul Gülsuyu’nda kutlama düzenlemiştir. 

Ne sosyalistliği ne de devrimciliği Cephelerden öğrenecek değiliz. Kimin haklı olduğunu tarih göstermiştir ve göstermeye devam edecektir. Bu arada bu yazıda arkadaşlarımızın ismini çokça andık. Umarız bundan sonra yayınlarımızda kendilerinin isimlerini yazmıyoruz diye “aşağılık kompleksi”ne kapıldığımızı düşünmezler.

ÖNCEKİ HABER

Bologna süreci ve yansımaları

SONRAKİ HABER

NATO ile 60 yıl barış içinde...

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa