Hayat bize ‘Vayikiki vay vay’ değil
Hizmet sektörü emekçilerinden genç bir kadın olarak yazıyorum size bu mektubu. TÜİK’in Nisan 2014 verilerine göre hizmet sektörü kadınların en çok çalıştığı ve gün geçtikçe büyüyen bir sektör...
Merhaba sevgili Ekmek ve Gül okuyucuları,
Hizmet sektörü emekçilerinden genç bir kadın olarak yazıyorum size bu mektubu. TÜİK’in Nisan 2014 verilerine göre hizmet sektörü kadınların en çok çalıştığı ve gün geçtikçe büyüyen bir sektör. Bu sektörde çalışan kadınların sayısı 7 milyon 922 bin. Tabii bu büyümeye paralel olarak bu sektördeki biz çalışanların sorunları da günden güne büyüyor.
Her şeyden önce bizden mutlak olarak güler yüz ve sonsuz bir sabır beklenir. Hiçbir sorun sizin yüzünüzü astırmamalı. O gün kendinizi hasta hissediyor olsanız da -ki bu hastalıklar genelde işyerinin havalandırmasından kaynaklanıyor- ya da o kadar saat ayakta kaldığınız için yorulsanız dahi gülmek zorundasınız; çünkü adı üstünde hizmet ediyorsunuz ve müşteri sizden bunu bekliyor. Doğal olarak patronlar da -ola ki bu durum yöneticilerin gözünden kaçar- işte tam burada müthiş bir çözüm bulmuş: “Gölge Müşteri”. Anlayacağınız, müşteri gibi davranan denetçiler. Bu sayede her müşteriye şüpheyle yaklaşıyorsunuz ve hepsine müthiş sabır ve güler yüz ve belli kurallar çerçevesinde davranıyorsunuz. ‘Gölge Müşteri’ deyip geçmeyin, eğer düşük puan alırsanız hesabı bir güzel soruluyor bizden.
ÜRÜNLERE EN YABANCI BİZİZ
Bu güler yüz meselesi öyle mutlak bir şey ki, mesela Ankara katliamında arkadaşlarımı kaybettiğimi bildikleri halde benden o gün bile güler yüz ve büyük bir enerji beklemekten vazgeçmediler. Varın gerisini siz düşünün!
Yöneticiler müşterinin karşısında asla sizin arkanızda durmaz. Mesela müşteri “Bu ürünü nasıl değiştirmezsin?” diye kavga çıkarıp sizi tehdit etse de susmanız gerekir, çünkü yöneticileriniz arkanızda durmaz. Üstüne bir de gelip müşterinin yanında “Değiştir ürünü” der ve siz orada “Hani fişsiz değişim olmuyordu?” sorusunu soramadan müşteri “N’oldu bak değişiyormuş” der ve siz yine susarsınız.
Şimdi işin en ironik yanına geleceğim. Çalıştığım mağazanın herhangi bir gününün tek bir kasasından tüm personelin maaşı çıkıyor. Ama bizden her gün en yüksek satışı yapmamız ve bunun için sevinmemiz bekleniyor. Mesela bir pazar günü mağaza müdürümüz kasaya gelip “Haydi arkadaşlar bugün bilmem kaç bin ciro yapacağız diye el çırpmaya başlıyor ve bizim de kendisine eşlik etmemizi bekliyor. İşte orada hepimizin içinden geçen ‘Sanki o para bizim cebimize kalıyor!’ oluyor. Kazanılan o paranın bizim için ne anlamı olabilir ki? Ya da bizden mağaza sahibi kadar sevinmemiz nasıl beklenebilir ki!
Günde binlercesini sattığımız ürünlere en yabancı olan bizleriz. Geçen annemin söylediği gibi “Kızım o kadar çalışıyorsun orada, kendine bir çorap bile alamadın.” Hakikaten de çoğumuz için geçerli bu durum. Geçen iş çıkışı, temizlik personeli bir abinin çocuğuna kıyafet baktığını gördüm, durdum, izledim ne yapacak diye. Önce hepsinin tek tek etiketlerine baktı ve bayağı bir süre sonra en ucuz olan tişörtü almaya karar verdi.
KADINIZ AMA EŞİT DEĞİLİZ
Bir başka sorun ise -ki bence en büyük sorun bu- çalışanlar arasındaki rekabet. 40 personeli olan mağazanın sadece 2 yöneticisi erkek ve 4 erkek personel var. Yani büyük çoğunluğunu kadınlar oluşturuyor. Çoğumuz üniversite mezunu ya da üniversite öğrencisiyiz. Ülkemizde işsizlik öyle ayyuka çıkmış durumda ki iş arkadaşlarımdan biri üç bölüm okumuş ama mağazanın deposunda asgari ücretle çalışıyor.
Mağazada ne kadar uzun süre çalışırsan o kadar fazla değer görüyorsun. Çünkü çalışma koşullarından dolayı sürekli bir sirkülasyon var. Bu yazıyı yazarken bile bir arkadaşımın istifa ettiğini öğrendim. Bu rekabet ortamı, çalışanlarının büyük çoğunluğu kadın olan bir yerde kadınlar arası rekabet olarak da yansıyor. Ve yöneticilerimizin çoğunluğunun kadın olması, çalışma koşullarının yarattığı gerginlik, soyut bir “kadın dayanışması” fikrini de sorgulatıyor böylelikle. Çünkü patron ağzıyla konuşan o yönetici kadınla biz eşit olamıyoruz mağazada.
‘BAYAN’ DEME ŞARTI
Kadın olarak yaşadığımız en büyük sorunlardan biri de yaka kartımızdan adımızı öğrenip bizi sosyal medyadan bulup taciz eden erkek müşteriler…
Bir de ben bu yazıda rahatlıkla kadın diyorum ama mağazamızda “Bayan” deme şartı var. Bir kere terzi tadilat için gelen bir kadına “Aldığınız pantolon kadın mı erkek pantolonu muydu?” diye sorduğumda arkamdan yükselen ses şöyleydi: “Kadın demiyoruz ‘bayan’ diyoruz!” Bunu diyen de kadın yöneticilerden biriydi.
Kısaca hizmet sektöründe yaşadığımız sorunlara değinmeye, sizlerle paylaşmaya çalıştım çünkü hayat bize hiç de “Vayikiki vay vay” değil!
DEKOLTESİ VAR, KOY ONU YERİNE!
Çalışırken, özellikle kasada ilginç diyaloglara da şahit oluyoruz. Genellikle eşler arasındaki diyaloglar bunlar:
Kadın: Şunu da ekleyelim, çok beğendim nasıl?
Erkek: Dekoltesi var, koy onu yerine!
Ya da kocası görmeden kasadan hızlıca ürünleri almaya çalışan kadınların sayısı oldukça fazla. Şu noktaya da değinmek gerek; alışverişte kadınlar kendilerine bir alıyorsa çocuklarına on alıyorlar. Çocuğu için alışveriş yapan erkeklerin sayısı ise oldukça az. Erkekler kendilerine kadar alıp çıkan ya da ne kadar alınacağına karar veren pozisyonda oluyor genelde.
Dipnot: Lütfen reyonları o kadar dağıtmayın çünkü onları bizler topluyoruz ve ürünün üstte açığı varken neden en altta katlı olanın çekildiğini gerçekten anlamlandıramıyoruz J ve gerçekten çok yoruluyoruz.
Dipnot 2: Bizler çalışanız, lütfen kasaya geldiğinizde bizden mağaza sahibiymişiz gibi indirim yapmamızı istemeyin. Kasadan çıkan her açığı cebimizden ödemek durumundayız.
Dipnot 3: Biz de insanız yani; günün 8 saati aralıksız gülümsememizi ya da sabırlı olmamızı beklemeyin. Bunu yapamadığımız durumlarda bizi patrona şikâyet etmekle tehdit etmeyin.
Hizmet sektörü emekçisi / KOCAELİ