Kitap mevsimi
Aydın TAN
Önce söz vardı. Böyle diyor kutsal kitaplar. Söz, büyülü, kanatlı ve ele avuca sığmaz idi. Sonra yazı ile söz evcilleştirildi. Bir biçime kavuştu. Daha uysal ama daha yapıcı ya da yıkıcıydı. Ama büyüsünden fazla bir şey kaybetmedi. Sonra söz uçar yazı kalır. Kitap kendisi uçmaz ama insanı uçurabilir. Bu nedenle korkulan ve tapınılan bir şeydir. Yerdeki kâğıt parçasını kaldırıp öpüp başına koymak bunun göstergesidir. Kitap insanın bilincinin kolektif üretimidir. Bu yanıyla da birikmiş insan emeğidir.
Kitap yazmak kumdan kaleler inşa etmektir. Hayatın bütün özelliklerini ve bunların denetlenmesini içerir. Bu nedenle de hayatı etkileyebilir ve değiştirebilir. Aslında değiştiren insanın kendi toplumsal bilincidir. Kitap bu bilinci harekete geçiren ışıktır. (Bugünün okuyucusu için ‘Vatan Yahut Silistre’nin bir ayaklanmaya dönüşebilecek bir gösteriyi başlatmasına inanmak imkânsız görünebilir.) Bu nedenle çok kaleler yıkmış yeni kaleler inşa edenlerin bilincini harekete geçirmiştir. Ama kendisi dimdik ayakta kalabilir. Çünkü bu kumdan kaleyi yazar inşa eder ama okuyucu çoğunlukla ona istediği işlevi verebilir. Tefsir her gün onun yeni işlevler kazanmasını sağlar. Toplumsal bir hareket kendi kitabını yazmadıkça tehlikeli değildir. Eski araçlarla yeni nesneler üretmeye çalışan bir zanaatçı gibi. Ama bu araçlar yeni nesneye kendi özelliklerini de katacaklardır. Ancak kendi kült kitabını bulduktan sonra bütün büyülü güçleri denetimi altına almış olur.
EDEBİYATTA DON KİŞOT TEK BAŞINA DEĞİLDİR
Kitap hayatı denetlenebilir hale getirse de hayatın yerini tutamaz. Don Kişot’un sorunu şövalye romanlarını gerçek sanması değildir. Kitap ile gerçek arasındaki ilişkiyi yanlış kurmasıdır. Bu nedenle bir kitabı olduğu gibi hayata geçirmeye çalışan her toplumsal özne Don Kişot’un durumuna düşecektir. Başarısız, yenik ama gururlu… Her seferinde kitaptan bir şeyleri eksik yaptığını sanıp onu tamamlamaya çalışacaktır. Edebiyatta Don Kişot tek başına değildir. Orhan Kemal’in Murtaza’sı da, Ahmet Mithat Efendi’nin Çengi’si de bir Don Kişot’tur.
Her kitap daha önce yazılmış olan kitabın devamıdır. O nedenle bir kitabı başka bir kitap gereksiz hale getirebilir. Daha önce yazılanları yoğunlaştırarak kendi içine alır ve onlara çağın gerçekliğini yükler. İnce Memed, yazılmış ve söylenmiş binlerce eşkıyalık hikâyesinin çağın bilinciyle yeniden bir biçime kavuşması olmasa bu kadar sevilebilir miydi?.. Bütün yazarlar son kitabı yazmaya soyunmuştur. Hayatın sonsuz değişimi karşısında son kitabın mümkün olmadığını çaresizce kabul etmek zorunda kalan yazar ilk olmanın onuruyla yetinmek zorunda kalmıştır. Daha önce yazılanlara kendinin eklediği yeni bilincin ilk örnek olması bu yüzden çok önemsenmiştir. Çünkü kitap ölüm karşısında ölümsüzlüğü temsil eder. Her kitap yazarından uzun yaşamıştır.
Biz okuyucular kitaptan ne bekleriz? Herkes kendi adına konuşabilir ama ortak bazı yönler de olmalı. Bir insan ömrüne ne kadar yaşantı sığdırabilir. Yaşamadığımız hayatları yaşamak, göremeyeceğimiz ülkeleri görmek, yaşamayacağımız duyguları yaşamak… Binlerce yılda birikmiş bu insan emeğine kendi emeğimizi de katmak, yaşanabilir bir dünya özlemimizi paylaşmak… Karmakarışık dünyayı anlaşılır bir bütünlüğe ulaştırmaktır. Dünyayı okuduğumuz kitapların penceresinde görmek. Değişmek ve değiştirmek, yaşasın kitap. Kralların sultanların elinden kopararak ele geçirdiğimiz kitap.
Ülkemizde sonbahar bir kitap mevsimidir. Kitap fuarları bu fuarlar için hazırlanmış yeni kitaplar. Önce İstanbul, sonra Adana, Bursa, Diyarbakır… Kitapların ve okuyucuların bir özlemle bir araya geldikleri bahar havası. Kitap okuyucularından oluşan insani bir kalabalığın insanın içini dolduran rahatlığı. Ama kitaplar tam çiçeğe durmuşken bir kuşağın yaprak dökümüne uğruyoruz. Tarık Dursun K, Sennur Sezer ve en son Gülten Akın… Şairin dediği gibi ‘yaprak döker bir yanımız bir yanımız bahar bahçe’ Son söz Gülteni’nin olsun. ‘Ey inanan kendinle aracısız konuş.’
Evrensel'i Takip Et