Özgürlük denilince akla hemen Boğaziçi gelir
Sermayenin ihtiyaçlarını karşılamayan sosyoloji, felsefe, fizik, kimya gibi bölümlerin kapatılması tartışmalarının döndüğünü dahi hatırlarız. Bir hayli demokratik bir dönüşüm yaşamış desenize YÖK! Eğer bu demokrasiye boyun eğmez ve YÖK’ü protesto ederseniz de yiyeceğiniz cop işin cabası; çünkü “ öğrenimi kısıtlayan her türlü eylem, işgal, protesto akademik özgürlüğün ihlalidir.”
Ekinsu Devrim DANIŞ
Boğaziçi Üniversitesi
Geçtiğimiz 6 Kasım malum YÖK’ün kuruluşunun yıldönümüydü. Darbeci zihniyetin ürünü YÖK... Hayır hayır bundan bahsetmeyeceğim. YÖK başkanı Gökhan Çetinkaya yayınladığı bir metinde zaten YÖK’ün uzun uzun vesayet rejiminin ve baskıcı, anti-demokratik bir dönemin ürünü olduğunu anlatmış. Fakat 2002’den bu yana ( AKP’nin ilk iktidara geldiği yıl) nasıl ki Türkiye demokratikleştiyse; Türkiye devletinin kurumu olan YÖK de demokratikleşmiş. Bu sebeple sevgili Çetinkaya neden hala YÖK protestolarının yapıldığını anlayamıyormuş. Mevcut Türkiye’nin ihtiyaçları doğrultusunda YÖK de dönüşüme uğramışken hem de...
TÜRKİYE’NİN İHTİYAÇLARI KİMİN İHTİYAÇLARI?
İşte! Kilit nokta: ‘Mevcut Türkiye’nin ihtiyaçları’. 13 yılı aşkın üniversiteler üzerinde uygulanan baskıcı, sindirmeye yönelik, yasakçı politika elbette genel Türkiye konjonktüründen bağımsız değil. Üniversitelerin ticarileşmesi, ifade özgürlüğü ihlali, bilim üretemeceğimiz düzeyde öğrenciler üzerindeki baskılar...Ve bu yasakçı politikalara karşı birleşik bir mücadele hattı çizdiğimizde karşılaştığımız soruşturmalar, uzaklaştırmalar ve gözaltılardır bizim için YÖK.
Sermayenin ihtiyaçlarını karşılamayan sosyoloji, felsefe, fizik, kimya gibi bölümlerin kapatılması tartışmalarının döndüğünü dahi hatırlarız. Bir hayli demokratik bir dönüşüm yaşamış desenize YÖK! Eğer bu demokrasiye boyun eğmez ve YÖK’ü protesto ederseniz de yiyeceğiniz cop işin cabası; çünkü “ öğrenimi kısıtlayan her türlü eylem, işgal, protesto akademik özgürlüğün ihlalidir.”
BOĞAZİÇİ ‘HAY HAY’ DİYOR
Akademik özgürlük kavramını biraz deşersek göreceğiz ki; bu kavram doğrudan akademi içerisindeki öğretim görevlileri, araştırma görevlileri ve öğrencilerin bilim üretebilecek özgür bir ortama sahip olamasıyla ilgilidir. Özellikle ortaklaşılmış “bilimsel doğru”ların yeniden üretimi değil ama daha tartışmalı ve yeniden inşa edilebilir bilgilerin tartışılabilecek ortamlar bulması daha değerlidir. Fakat bugün YÖK’ün araştırma görevlilerini içeren 50/d maddesinin Boğaziçi’nde fiilen uygulanıyor olmasıyla bu özgürlük ne kadar mümkündür? İş güvencesi olmayan, her an işten atılmakla, veya eğitimini tamamlayamamakla karşı karşıya kalan bir kişi ne kadar “araştırma” görevlisi olabilir. Bu iş güvencesizliği durumu sınırları kendini aşan ve ayrımcılık, mobbing, taciz gibi vakalara dahi eli uzanan bir duruma gelmiştir. İşini kaybetmek telaşıyla araştırma görevlileri bu gibi yıldırma politikaları karşısında boyun eğmeye tabi tutuluyor. Boğaziçi Üniversitesi bu maddenin bizzat uygulayıcısı olarak YÖK’ün direktiflerine amenna demektedir.
MÜMKÜNATI VAR!
6 Kasım’ın yıldönümünde her üniversitede farklı şekilde yüzyüze geldiğimiz bu anti-demokratik kurumun uygulamalarına karşı bütün üniversite bileşenleriyle karşı çıkmak elzemdir. Üniversiteler bizlerin özgürce bilim üreteceğimiz eğitim kurumlarıdır. Ve bu zemini yaratabilmek 6 Kasım günü yapılan kuru, dar grupçu bir protestoyla değil; üniversite toplulukları ve klüpleriyle, üniversitenin diğer bileşenleriyle döneme yayılmış bir mücadele pratiğiyle mümkündür.
YÖK BOĞAZİÇİ’NE UĞRAR MI?
Bu kadar akademik özgürlük meraklısı YÖK’e bir kaç soru soralım bakalım. Üniversitelerde öğrenci klüpleri, toplulukları neden stant
açamıyor? Neden afiş asamıyor? Araştırma görevlileri yılın tezi başarı ödülünü alsalar dahi neden işten atılabiliyor? Öğretim görevlilerinin yazdığı makaleler neden ‘suç unsuru’ içerdiği iddiasıyla yargı mekanizmasından geçiyor? Üniversiteler neden kendi özerkliklerini sağlayamıyor?
İstanbul üniversitesi, İtü, ve daha birçok üniversitede YÖK’ün fiili olarak bu baskı ve şiddet mekanizmasını hissederiz. Gelelim Boğaziçi’ne. O ‘liberalliği ve özgürlüğüyle’ dillere destan okula. Hakkaten Boğaziçi’nin tek sorunu manzara karşısında oturacak bankların azlığı mıdır? YÖK teğet mi geçmiştir Boğaziçini? Eğer bu sorulara karşılık başımızı sallarsak demeliyim ki büyük bir illüzyon içerisindeyiz. Bu ilüzyon içerisinde “ özgürlük” anlayışımız dahi yanlış bir kavramsallaştırmaya kurban gidiyor.