Bilimsel faaliyetlere yön veren kimse söz sahibi de o olur
“Yani kanaatimce asıl mesele YÖK’ün varlığını sürdürmesi ya da kaldırılması değil ulusal düzlemde yükseköğretimi planlayan ve denetleyen bir kurum olmayla sınırlandırılması. Bu anlamda yakın dönemde YÖK’ün kaldırılacağına ilişkin hiçbir emare yokken bu tür bir beklentinin de pek anlamı yok.”
Utku ÖZVERİ
İstanbul Üniversitesi
Dergimizin bu sayısında üniversitelerin durumu ve üzerlerindeki baskıların konu edileceğini duyunca biz de kendi üniversitemizde Hukuk Fakültesi’nde öğretim üyesi olan Dr. İzzet Mert Ertan ile hem ülke genelinde üniversiteleri hem de İstanbul Üniversitesi’ni, akademinin yaşadığı sıkıntıları konuştuk.
Özellikle son yıllarda üniversitelerden gelen haberleri çokça görür olduk. Bu haberlerin içeriği ise ağırlıklı olarak öğrenciler üzerinde kurulan baskılar, haklarında soruşturma açılan akademisyenler, ödenek verilmeyen çalışmalar vb. Siz Türkiye’deki üniversitelerin içerisinde bulunduğu durumu nasıl yorumluyorsunuz?
Türkiye’de üniversitelerin durumunun pek de iç açıcı olmadığını söylemek herhalde şaşırtıcı olmaz. Bu duruma yol açan sorunlara her geçen gün yenileri eklenmekte. Sizin de bahsettiğiniz gibi gerek öğrenciler gerekse de akademisyenlerin ifade özgürlüğü önündeki engeller ciddi bir sorun olmaya devam ediyor. Dahası, yapılan araştırmaların ve verilen eğitimin niteliği de ciddi şekilde sorgulanmaya muhtaç durumda. Piyasaya sürülmeyen sahte kitaplarla akademik unvan alınan bir üniversite sistemimiz var. Bir-iki istisna haricinde uluslararası alanda muteber üniversitemiz bulunmamakta ki, o istisnalar da kendi akademisyenlerini yetiştirmekten ziyade bir istihdam politikası olarak, genelde, ABD’de doktora yapmış olan akademisyenleri tercih etmekteler. Dolayısıyla böyle bir ortamın doğal sonucu üniversiteden gelen haberlerin akademik içeriğe değil fakat bundan ziyade soruşturma, şiddet, taciz vs. gibi içeriklere sahip olması. Buna bir de ortaöğretimde verilen eğitimin yetersizliği eklendiğinde ortaya mevcut karanlık tablo çıkmakta.
TARTIŞMANIN SEVİYESİ POP CAMİASINDAN
Geçtiğimiz hafta YÖK’ün kuruluşunun yıldönümüydü ve YÖK bir açıklama yaparak imajlarını yenileyeceklerini söyledi. Nasıl bir imaj yenileme olacak sizce?
Bana göre imaj yenileme daha çok pop şarkıcıları ile birlikte anılması gereken, o dünyaya ait bir ifade. Sadece bu bile Türkiye’deki akademik ya da daha genel bir şekilde ifade edeyim entelektüel tartışmanın seviyesini gözler önüne sermekte. Modern bir toplumda YÖK gibi kamu kurumlarının imajı olmaz, görev ve yetkileri olur. Dolayısıyla da bu konudaki kamusal tartışmanın üzerine inşa edilmesi gereken temel, YÖK’ün mevcut düzenlemeler çerçevesindeki görev ve yetkileri olmalıdır. Siz tabii gazeteci olarak bu soruyu sormakla yükümlüsünüz, ama ben de kendime ve bu topluma olan saygımdan dolayı bu soruyu bu şekilde cevaplamakla yükümlüyüm.
BEKLENTİNİN BİR ANLAMI YOK
AKP’nin iktidara gelmeden önceki vaatlerinden biri YÖK’ün kaldırılmasıydı. 13 yıldır atılan bir adım yok. Sizce YÖK kaldırılır mı?
‘82 Anayasası’nın yürürlüğe girdiği tarihten bugüne onlarca kez değişikliğe uğramasına rağmen YÖK, kurulduğu günkü haliyle hemen hemen özdeş şekilde bir 12 Eylül anıtı olarak yerini koruyor. Şunu ifade etmem gerekiyor; yurttaşların vergileri ile sunulan bir kamu hizmeti olarak yükseköğretimin planlanması ve denetlenmesi kanaatimce bir zorunluluk. Aksini ileri sürmek laissez faire(*)’ci yaklaşımı savunmak anlamına gelir. Yani kanaatimce asıl mesele YÖK’ün varlığını sürdürmesi ya da kaldırılması değil ulusal düzlemde yükseköğretimi planlayan ve denetleyen bir kurum olmayla sınırlandırılması. Bu anlamda yakın dönemde YÖK’ün kaldırılacağına ilişkin hiçbir emare yokken bu tür bir beklentinin de pek anlamı yok.
BİLİMSEL FAALİYET HİYERARŞİYİ REDDEDER
İstanbul Üniversitesi geçtiğimiz dönem rektörlük seçimleri ile gündeme geldi. Raşit Tükel seçilmesine rağmen Mahmut Ak atandı. Bu bağlamda iki soru soracağım; sizce üniversiteler nasıl yönetilmeli ikinci olarak da tepeden siyasi mekanizma ile atanmış bir rektörün iç atamalara etkisi nasıl olur?
Üniversite devletin diğer kurumlarında alışık olduğumuz bürokratik hiyerarşi ile işleyebilecek bir kurum değil. Bir yanda öğrenenler yani öğrenciler, diğer tarafta ise araştıranlar ve öğretenler yani akademisyenler var ve bu kişiler kabaca saydıklarımdan oluşan bilimsel faaliyeti bir bütün olarak yürütmekteler. Bu şekilde yürütülen bilimsel faaliyet doğası gereği hiyerarşiyi reddeder. Atama hiyerarşik yapılarda olur, zira yürütülen faaliyet bir emir zinciri içinde gerçekleşir. Bu durumda üniversitenin yönetici makamlarına gelmede kuralın atama olması, üniversitenin yürüttüğü faaliyetin inkarı anlamına gelir. Zaten bu sistemin sonuçları ortada. Sorduğunuz ilk soruya verdiğim cevap bu soru bakımından da geçerli.
BİLİMSEL ÖZERKLİĞİN SONU
Kasım seçim sonuçları üniversitelerin mevcut durumunu nasıl etkiler?
Mevcut üniversite sistemi, 12 Eylül’de inşa edildiği haliyle devam ettiğine göre demek ki bir süreklilik mevcut. Bu süreklilikte bir kırılma ya da bir dönüşüm gerçekleşmesi sürpriz olur. Dünyada üniversite kavramının içi boşaltılırken Türkiye’de bunun aksine bir gelişme olmasını beklemek safdillik olur.
Üniversite kavramının içinin boşaltılması ile neyi kastediyorsunuz?
Paraya dönüştürülemeyen yani satılamayan bilginin üretiminden vazgeçilmesini kastediyorum. Son yıllarda dünyaca önemli birçok üniversitede para kazandırmayan bölümlerin kapatılması gibi bir eğilim söz konusu. Temel bilimler bunun bir örneği, ya da arkeoloji yahut antropoloji. Üniversite özerkliği kavramına zerk edilmeye çalışılan mali özerkliğin bir sonucu bu. Üniversitenin mali olarak kendi haline bırakılması da denebilir. Bunun sonucu üniversitenin bir ticari işletmeye dönüşmesi. Ayakta kalabilmek için satış yapması gerekiyor ki üniversitenin satabileceği en temel şey tabii ki bilgi. Ya da akademisyenleri çeşitli fonlara bağımlı kılıyor. Üniversite kamu için değil, fonları sağlayanlar için bilgi üretmeye başladı. Mühendislik alanlarında teknokentler, sosyal bilimler alanında ise bireysel fonlar, bilimsel faaliyetleri yönlendiriyorlar. Öğrencilerin de bu dönüşümle birlikte rollerinde değişiklik oluyor. Öğrenci kimliği olarak bankamatik kartı kullanmak zorundalar mesela. Bilimsel özerkliğin sonu işte böyle geliyor. Geliyor derken yanlış ifade etmiş oldum, sanki afaki bir gelecekten bahsediyormuş gibi. Halihazırda başlamış olan ve devam eden bir süreçten bahsediyorum.
Özerk bir üniversitenin yolu sizce nasıl olur?
Şu ana kadar anlatmaya çalıştığım sorunların tam aksini yaparak. Yani üniversitenin tüm unsurlarının kendilerini ifade etmelerinin önündeki engelleri kaldırarak. Yalnızca bir ya da birkaçını değil, tümünü; çünkü birinin bile eksik olması sistemin tümünü sakatlar.
(*)ekonomide devlet müdahalesinin gereksiz olduğu,serbest piyasa ekonomisinin ön görüldüğü ‘’bırakınız yapsınlar’’ anlamına gelen bir yaklaşım.