Sanayi üniversite 'işbirliği' ve teknokentler
Bakınız amaçlar ne kadar da açık bir şekilde ortaya konmuş; şirket kuralım, ortak olalım, şirket yönetiminde yer alalım. Yani yeni bilgi üretimi, teknolojik gelişim kılıfı altında apaçık bir gerçek yatıyor. Bu gerçek de teknopark ya da kentlerin amacının öğrenciyi de öğrenim görevlisini de sermayenin, patronların işine yarar işler yapar hale getirmek
İTÜ'den bir öğrenci
Geçtiğimiz hafta üniversiteler için her açıdan yoğun bir haftaydı diyebiliriz. Kimimizin vizeleri kapıya dayandı, kimimiz YÖK’ü protesto ederken gözaltına alındık, darp edildik, gaz yedik. Üniversite işte; lisedeki baskıdan kurtuluşun kapısı! Özgürlüğün sembolü! Biliyorum bu kelimeleri okurken bile inandırıcılığı kalmadı artık.
Neyse üniversite konusundaki hayal kırıklıklarımız bir kenara bakalım da şu kampüsün içinde neler karşılıyor bizi? İTÜ’den örnek vermek gerekirse okulumuzun alanının çoğunu kaplayan Teknokentler, etrafında bulunan lüks rezidanslar falan işte. Ben de biraz okul tarafından çok sevilen, çok övülen, her seferinde reklam aracı olarak kullanılan teknokentlerden bahsedececeğim. Türkiye’de 25 civarında teknokent-teknopark var. Teknokent çalışmaları ülkede ilk olarak 1992 yılında ODTÜ ve İTÜ’de başlıyor. İTÜ’nün ARITeknokent 2013 verilerine göre yaklaşık 110 milyon dolar geliri ve 5 bin küsür çalışanı var. Dünya çapında tanınmış birçok şirketle de sözleşmesi var.
TEKNOPARK: ÜÇLÜ İŞ BİRLİĞİ
Peki neymiş bu teknopark-kent ? İTÜ’nün sitesinden aldığım tanıma bakalım. ‘Etzkowitz’in “Üçlü Sarmal Modeli” ile kuramsal olarak ele alınan üniversite-sanayi-devlet iş birliği yapısı; araştırmalarla bilgiyi üreten üniversiteyi, bu bilgiyi uygulamaya aktaran sanayii, verimli iş birliği platformu oluşması için gerekli destekleri sağlayan ve önlemleri alan devleti kapsamaktadır. Teknoparklar ise, bu üçlü iş birliğini aynı çatı altında buluşturmaktadır.’’
Bu cümle de arkadaşlar yazının da büyük bir bölümünü etkileyecek birkaç anahtar kelime var. Birçok üniversitenin teknokentlerinin sitelerine girdiğinizde bu kelimelerle mutlaka karşılaşırsınız. İşte anahtar kelimeler: ‘üniversite - sanayi iş birliği’. Bizlere bu kelimeleri ve teknokentleri ‘ülkenin gelişmesi için önemli bir adım’, ‘rekabet ve girişimcilik için olmazsa olmaz’ gibi cümlelerle sunuyorlar. Oysa çok daha başka anlamlar taşıyor bu cümleler.
CEO OLAN VE OLMAYAN AKADEMİSYEN
Bir ülkede bilim denince akla ilk gelen yerleri üniversitelerdir haliyle. Bilim insanlarının yetişmesi gereken, bilimin öğretilmesi gereken, bilimsel gelişmelere imza atılması gereken yerler... Bu cümleler ise bilim ile halk arasında, öğrenciler arasında bir bağdan daha çok sanayi ve şirketler ile kısacası sermaye ile olan bağdan bahseder sürekli. Yine güzel hazırlanmış internet sitelerinde avantajlarından bahsedilir bolca teknokentlerin. Hemen sitenin yardımını alarak birkaç avantaj yazalım. TGB mevzuatı gereği İTÜ öğretim elemanları, Üniversite Yönetim Kurulundan alacakları izin ile yapmakta oldukları/yapacakları araştırmaların sonuçlarını ticarileştirmek amacıyla, İTÜ ARI Teknokent’te şirket kurabilir, Kurulu bir şirkete ortak olabilir, kurulu bir şirketin yönetiminde görev alabilirler.
HADİ ŞİRKET KURALIM!
Bakınız amaçlar ne kadar da açık bir şekilde ortaya konmuş; şirket kuralım, ortak olalım, şirket yönetiminde yer alalım. Yani yeni bilgi üretimi, teknolojik gelişim kılıfı altında apaçık bir gerçek yatıyor. Bu gerçek de teknopark ya da kentlerin amacının öğrenciyi de öğrenim görevlisini de sermayenin, patronların işine yarar işler yapar hale getirmek. ‘Bu işten en çok çıkarı sağlayan kim?’ Sorusuna öğrenci, çalışan ya da öğretim görevlisi (CEO olmayan) demek çok da mantıklı görünmüyordur artık değil mi? Dikkatlice bakıldığında tablodaki artışların, gelirlerin yurt, yemek, barınma, kültür sanat etkinliklerine gitmediğini düşündüğümüzde asıl karın şirketlere aktığını görürüz. Mesela İTÜTeknokent’in yönetim kurulu başkanı atanmış rektör Mehmet Karaca. Bu da göz boyama fiiline gayet uygun düşüyor sanki okula fayda sağlayacak bir iş gibi göstermeye gayet uygun.
ALTIN TEPSİ YOK
Çokça bahsettikleri sanayi-devlet işbirliğinin üniversite için bilim için değil de sermaye ve patronlar için bir ‘birlik’ olduğu açıkça görülüyor. Sermayenin tahakkümünde yapılan bir bilime ne kadar bilim denebilir ki? Tabii gerçekten ‘bilim’ yapabileceğimiz üniversiteleri bizlere altın tepside sunmayacakları da belliyken bizler de buna seyirci kalmayacağız. Gerçekten bilimsel eğitim alabileceğimiz üniversiteler için mücadele etmeye devam!
ULAŞAMAYACAĞIMIZ TEKNOLOJİ
Teknokentleri överken bilimsel yeniliklerden ve teknolojik gelişmelere yaptığı katkıdan falan çokça bahsedilir. Öğretim üyelerinin, öğrencilerin deyim yerindeyse taze beyinle birikimi birleştirip güzel projeler çıkarılabilir doğrudur. Sayfanın yenilikler kısmına baktığınız da bu birikimin ortaya çıktığı belli projeler gözünüze çarpar mermiyi durdurabilen sıvıdan, suya girebilen alçıya meme kanserini teşhis edebilecek dalgalardan, arabaların yeşil geleceğine kadar. Tüm bunlar sizi heyecanlandırabilir hatta vay be görüyor musun neler yapmışlar! diyebilirsiniz. Ama şöyle iki dakika düşündüğünüzde bu bahsedilenlere ulaşma imkanı biz işçi,emekçi çocuklarında değil de gemiciklerine binenlerde olduğunu hatırlayacaksınız. Devlet-sanayi işbirliğinin Ankara’da ki patlamada yaralananların onlara çok da cüzi gelebilecek tedavi paralarını nasıl arkadaşlarımızdan aldıklarını hatırlayacaksınız. Dershane parasını çıkarmak için inşaatta çalışırken, pğatronların paraya kıyıp almadığı iş güvenliği yüzünden Torunlar’da can veren arkadaşlarımızı hatırlayacaksınız. Suya girebilen alçıdan, yeşil arabalardan haberi olmayan, olmayacak olan Soma’da can veren işçilerimizi hatırlayacaksınız.