‘Umut, değişmeyen tek şey umut’
Mithat Fabian SÖZMEN
Fallout, savaşın, tarihimizin değişmeyen motor gücü olduğunu hatırlatan karamsar ‘intro’suyla hayatımıza gireli 18 sene oldu.
İlk oyunda Ron Perlman’ın ağzından dinlediğimiz ve merkezinde, ABD’nin 18. Devlet Başkanı Ulysses Grant’e atfedilen “War, war never changes” (Değişmeyen tek şey savaş) cümlesinin bulunduğu bu açılış sahnesi, bugüne kadarki tüm Fallout oyunlarının içeriğini belirledi.
Falloutseverlerin alışık olduğu üzere uzun süreli bir bekleyişin ardından geçtiğimiz hafta piyasaya sürülen Fallout 4 de yine aynı vurguyu taşıyor.
Hatırlatmak gerekirse Fallout’un bize sunduğu alternatif dünyanın tarihine göre, 2077’de patlak veren ‘Dünya Savaşı’, yeryüzünü 2 saat içerisinde tarumar etmişti.
Fallout 1, 2 ve 3, tarihte 2052’de başlayan ‘Kaynak Savaşları’ döneminin de zirvesini teşkil eden bu olaydan 100 küsur yıl sonra geçiyordu.
Fallout 4 ise, yeryüzünün üzerinden buldozer gibi geçen ve kim tarafından başlatıldığı muamma olan ilk nükleer saldırıyla beraber başlıyor. Devasa patlama sonrası Boston’da eşi ve çocuğuyla birlikte, Fallout dünyasında ‘Vault’ diye bilinen ve ABD tarafından nükleer tehlikeye karşı inşa edilen yeraltı depolarının 111.’sine sığınan kahramanımızın çocuğu, buradaki 200 yıllık uykusu sırasında kaçırılıyor. Hikaye de kaçırılan çocuğu bulmaya çalışmakla başlıyor. Yani Fallout 1 ve 2’de olduğu gibi tüm ‘Vault’ halkını kurtarması beklenen kahraman olarak değil daha bireysel bir motivasyonla yollara düşüyoruz.
Adet olduğu üzere karşımıza çıkan ilk yaratıklar mutasyona uğramış devasa böcekler. Olmazsa olmaz ‘Pipboy’umuzu da bileğimize burada takıyoruz ve artık ‘Wasteland’ olarak bilinen yeryüzüne çıkarak serüvenimize başlıyoruz. İlk yardımcılarımız Fallout klasikleri olan ev robotu ‘Mr. Handyman’ ve köpek ‘Dogmeat’.
Bu arada oyunu henüz oynamadım. Sistem gereksinimlerinin acımasızlığı sebebiyle yakın gelecekte oynayabilmem de zor gözüküyor. Ancak başarılı bir Youtube Walkthrough izledim. Fallout 4, -seriye yabancı olanlar ne der bilmem ama- etkili atmosferi ve hayranlarının bayıldığı detaycılığıyla oyuncuyu anında avucunun içine almayı başarıyor. Benim gibi 3D ve FPS’nin hızına, stresine bir türlü alışamayan sıra tabanlı dönemin(Fallout 1, Fallout 2) bağımlıları anlamaz ama yorumlardan okuduğum kadarıyla Fallout 3’te sıkça şikayet edilen savaş sistemi de epey geliştirilmiş. Artık nişan almanın ve hedefi vurmanın çok daha kolay olduğu belirtiliyor.
***
Fallout serisinin hemen hemen tüm müdavimleri, oyunla kurdukları bağı, ‘Power Armor’un ihtişamı ya da minigun’la yaratıkların paramparça edilmesinden çok oyunun atmosferiyle açıklarlar. Teknoloji ne kadar değişmiş olursa olsun ‘50’ler ABD’sinde sabit kalmış bu retrofütüristik ön cephe, oyunun müzikleriyle kusursuz bir şekilde tamamlanır. Hatta bu atmosferi ilk oluşturan da oyunu açmamızla radyodan –elbette 50 model- yayılmaya başlayan melodilerdir. Fallout 1, ‘Maybe(Ink Spots)’, Fallout 2, ‘A Kiss to Build a Dream On(Louis Armstrong)’, Fallout 3, ‘I don’t want to set a fire(Ink Spots)’ ile özdeşleşmiştir. Fallout 4 de bu açıdan ayak izlerini takip ettiği oyunlardan geride kalmıyor. Ink Spots’tan ‘It’s all over but crying’le başlayan muhteşem bir soundtrack, belli bölümlerde oyuna rengini veriyor.
Fallout’ta şarkıların en dikkat çekici yanlarından biri hep 1-2 dizesiyle umudu ayakta tutmasıdır. Louis Armstrong’un “Bana hayal kurmamı sağlayacak bir öpücük ver” diyen sözleri, Ink Spots’un “Belki”si nükleer trajedi sonrasının felaket dünyasında ufak da olsa bir umuda işaret eder. Ve evet, “Savaş hiçbir zaman değişmese de” umudun da ondan aşağı kalır yanı yoktur.
Emperyalist dünya, zirvelerde savaşlarını konuşurken ve Paris’te, Beyrut’ta, Ankara’da, Silvan’da bombalar patlarken halimizin Fallout’un alternatif dünyasına ne kadar benzediğini görmek korkutucu olsa da, “Umut, değişmeyen tek şey umut” demek boynumuzun borcu.