15 Kasım 2015 05:14

İki simge savaşı

Paylaş

Aydın ÇUBUKÇU

Birinci fotoğraf, ilk kez YÖN dergisinin kapağında, sonra zamanın “solcu” gazetesi Akşam’da ressam Etem Çalışkan elinden çıkmış haliyle yayımlandı. O güne kadar görülen bütün Atatürk portrelerinden farklıydı: Poz vermemişti, belli ki sıkıntılı bir anda objektife yakalanmıştı ve başında bir avcı başlığı vardı. Devrimci gençlik hareketi, “solcularca sevilen” bu fotoğrafı birkaç yıl sonra yükselen antiemperyalist mücadelenin başlıca simgesi haline getirdi. Gelişen serigrafi tekniklerine uygun kontrastlar uygulayarak duvarlara, pankartlara, afişlere bastı. Onun görüldüğü her yer, antiemperyalist mücadelenin bir mevzii demekti artık! 

İkinci resim, 12 Mart’tan ya hemen önce, ya da az sonra İş Bankası’nın siparişi üzerine yapıldı. Pahalı samur kürklü bir palto giydirilmiş, kravatlı takım elbisesiyle, yüzüne yapmacık bir tebessüm iliştirilmiş bir Atatürk, tam anlamıyla “poz veriyordu!”  Resmi daireler, bankalar, fabrika müdürlerinin odaları, bununla donatıldı. 
Sağcı basın, uzun süredir kalpaklı fotoğrafa karşı bir savaş başlatmış, bu resmin aslında Lenin’e ait olduğunu, Bursa Nutku’nun da Stalin tarafından yazıldığı iddiasıyla birlikte piyasaya sürmüştü zaten. Şimdi, Atatürk’ün nasıl resmedilmesi gerektiği de büyük bir banka tarafından karara bağlandığına ve devlet de her kademede bu kararı uygun bulduğuna göre, antiemperyalist simgenin Atatürk’le ilgisi olmayan kıpkızıl moskof işi olduğundan kuşku duyulamazdı!

‘BİZİM GAZİ’

Sosyalist sol, Atatürk adlı yalnızca tek bir insan olmayıp, dönemlere göre değişen politikalar bakımından ele alınması gereken farklı siyasal kimlikler bulunduğunu düşünüyordu. Başta Mihri Belli olmak üzere, onu takip eden Deniz Gezmiş ve Mahir Çayan gibi gençlik önderleri de, yaşanan dönemde “sol Kemalistler” ve “sağ Kemalistler” olarak sınıflandırılabilecek politik akımlardan söz ediyorlardı. Bu, eleştirisi pek çok açıdan yapılmış olan MDD (Milli Demokratik Devrim) akımının temel tezlerinden biri olmuştu ve İbrahim Kaypakkaya da çok sonraları Kemalizm çubuğunu tersine bükene kadar bu görüşün savunucularındandı. Özetle, kürk avcı başlıklı adam, sağcılar tarafından itilip kakılırken, solun özellikle MDD kanadı tarafından bir bayrak motifi haline getirilmişti. Bir zaman sonra, onun Atatürk olduğunu düşünmek ve hele “Kemalizm bayrağı altında” mücadele edildiğini söylemek artık mümkün değildi. O siyah-beyaz leke, tamamen farklı bir anlam kazanmıştı. 

KARŞI ATATÜRK

Diğer resim ise, her haliyle Atatürk’tü. Bankanın kurucusu, devletin kurucusu, Güneş Dil Teorisi’nin, Türk Tarih Tezi’nin sahibi, Seyit Rıza ve Şeyh Sait’i asan, halkların kalkışmalarını acımasız bastıran muzaffer önder, “Ebedi Şef” Atatürk! Bütün siyasi pratiğinden tamamen uzak, müşfik ve iyimser bir yüz yakıştırmaya çalışan ressam, zoraki ve portre sahibine hiç uymayan bir gülücük yerleştirmeye çalışmış. Hazretin gülerken çekilmiş pek az fotoğrafı bulunduğundan, epeyce zorlanmış. Ancak tabloyu sipariş edenlerin buna dikkat edecek halleri yok. Onlar, alelacele bir burjuva Atatürk portresi istiyorlar. Gazi Mustafa Kemal’e karşı duracak, onu silecek bir Atatürk. Dev Genç’in neredeyse resmi simgesi durumuna gelmiş olan fotoğrafı silmek, zihinlerdeki imgeyi kazımak ve hiç olmazsa bu kaybolmuş ‘68 kuşağının yerine “beyni temizlenmiş” bir gençlik yetiştirmek için, yeni bir imge koymak istiyorlardı. 12 Mart askeri darbesi,  belki de bunu düşünmediği bir biçimde gerçekleştirdi. Bütün bir sol için Kemalizm’in tümüyle sorgulanmasının kapısını açtı. 

10 KASIM’LARDAN BİRİ VE DİĞERİ

1970 yılı 10 Kasım’ı, belki de cumhuriyet tarihinin en kitlesel Anıtkabir ziyareti oldu. “Bağımsız Türkiye” ve “Kahrolsun Amerika” sloganlarıyla caddelere sığmayan büyük bir gençlik kitlesi, ardından Ankara’yı da sürükleyerek büyük meydana doğru ilerledi. Herkesin yakasında o siyah-beyaz simge resim vardı. Dünyanın değişmek için kaynadığı, halkların üç kıtada emperyalizme dünyayı dar ettiği bir zamandı… Halk yığınları, gençler, işçiler, köylüler, değişmekte olan dünyanın kendileri için bir hayata doğru döndüğünden emindiler. Her toplanma ve yürüme fırsatı değişimin hızını arttıran büyük bir şenlikti ve 10 Kasım da o fırsatlardan biriydi. 

Geçtiğimiz Salı günü de bir başka 10 Kasım’dı. Tam anlamıyla, ikinci fotoğrafın 10 Kasım’ı idi… Silvan kan gölüydü ve başkentte yerden gökten Atatürk yağıyordu; Anıtkabir’deki tören soğuk, resmi, duygusuz… Aslanlı Yol’da yürüyenlerin fotoğraflarına bakanlar, Erdoğan’la ordunun yeni ittifakının izlerini arıyordu. Bitse de gitsek diyen bi’ sürü surat, amaçsız, kaygılı, akılları başka hesaplarla ve sorunlarla karışık öndeki zevatı izliyordu. 

Sonra okullardan getirilmiş çocuklar göründüler. Birinin elinde göğüs hizasında tuttuğu ikinci resmi gördüm! 

BİR HESAP YAPALIM

Dedim ve Facebook’tan o eski resmi, “Bizim Gazi’miz bu idi! Hâlâ budur! Saygıyla.”yazısıyla paylaştım. “Bir dokun, bin ah işit kâse-i fağfurdan!” diye bir lâf vardır, tam öyle oldu. Beş yüzden fazla okur-yazar meseleye daldı! Tam da beklediğim gibi, en azından bizim, hem ‘68’li, hem EMEP’li olarak çoktan kapatılmış olduğunu varsaydığım Kemalizm ve solculuk problemi üzerine “yepyeni” bir tartışma başladı! Şahsen bana ve EMEP’e ver yansın vurulmasına karşın, hiç müdahale etmedim. Çok öğretici, düşündürücü pek çok “like”, yorum ve paylaşım karşısında bazen şaşırarak, bazen de hüzünlenerek izlemeyi tercih ettim. 

Galiba öncelikle şunu bir kez daha hatırlatmam gerekiyor: Siyasi çizgi olarak, Kemalizm’le yalnızca teorik olarak değil, pratik-politika bakımından da her yönüyle derinlemesine hesaplaşmış bir yerdeyiz. Kemalizm’i M.K. Atatürk’ün kişisel özelliği olarak değil, dönemlere göre değişen taktikler açısından değil, kökleri İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne kadar uzanan bir devlet pratiği olarak değerlendirdik ve artık o defteri kapattık. TKP’den başlayarak, bütün Türk solunun bu akımla ilişkisini pek çok boyutuyla inceleyip eleştirdik. 
Paylaşılan resim üzerine yazanların ilk önce bunu hatırlamalarını beklemiyordum. EMEP’i bilen var, bilmeyen var. Ama, herhalde böyle bir paylaşım için, önce, “Kemalizm nedir ve bir EMEP’li olarak A. Çubukçu’nun bu konudaki görüşü nedir” başlığı altında bir açıklama yapmam beklenemezdi. 40 senedir bu konuda konuşuyoruz ve ulaştığımız nokta bellidir. 

“Bizim Gazi” teriminin teorik ve politik olmaktan çok, duygusal bir tepkiye yol açtığını görmek de beni şaşırtmadı. Daha resmi görür görmez, neden ilk cümlenin “idi” kelimesiyle bittiğini düşünmeye fırsat bulamadan öfkeyle ayağa kalkan arkadaşlarımı tümüyle anladığımdan kuşku duyulmamalıdır. Hemen cevap yetiştiren ve M.Kemal ve Kurtuluş Savaşı’nın tarihi üzerine bilgilerini uzun uzun paylaşanları da elbette anlıyoruz. Bir noktadan sonra bıçakların bilendiğini de gördük. Öyle bir ortamda, tartışmanın sille tokat yürümesi olanağı iyi ki yoktu. Dinlemek ve anlamak yerine, kendi doğru bildiğinde haşin bir ısrarın kime yararı var ki?

Öyle yapsaydı bizim kuşağımız da, yanlışlarından asla kurtulamazdı. Kaldı ki, o fotoğrafın, Amerikan emperyalizmine karşı mücadelenin belirleyici olduğu bir dönemde “yanlış” olduğunu söyleyebilecek kimse de yoktu. Eski kuşaktan abilerimiz, bugün Avusturya işçi marşı adıyla bildiğimiz marşın “başta bayrağımız Leninizm” olan dizesini, “başta bayrağımız Kemalizm” olarak söylememizi buyuruyorlardı! Neyse ki, birkaç kere denendi ve tutmadı. Bizim kuşağımız, egemen sınıflarla olduğu kadar, kendi yanlışlarıyla da dövüşerek ilerledi. Bazen birileri, bıyık altından gülerek, “yeni özeleştiri yok mu?” diye sorar, sağolsunlar. Olmaz olur mu? Hiç olmazsa bunu becermişiz. Otuz yıl aradan sonra, Mihri Belli ile bunu tekrar tartışma fırsatı bulmuştuk. 

YANLIŞINA SAYGI DUYMAK

Bugün kullandığımız sloganlar, simgeler, şarkılar marşlar kaç yıllık ömre sahip dersiniz? Mücadelenin koşulları kadar, onu algılama ve uygun politikalar üretme becerimiz de önemlidir. Her ikisinin birbirine uyumlu olduğu zamanlar enderdir. Yalnız bizim için değil, bütün dünya pratiği açısından böyledir. Sorun bunu anlayabilmekte ve ilerisi için doğrusunu bulabilmek için özeleştirinin değerini bilmektedir. Bunu başarabildiğimiz ölçüde, geçmişte yaptığımız hataların öğretici özelliğine saygı duyarız. 

Emperyalizme karşı mücadele güncelliğini koruduğu bütün dönemlerde, geçmişte olduğu gibi bugün de, bir halkın mücadelesi, diğerini selamlayacaktır. 60’lı yıllarda Vietnam Kurtuluş Savaşını, Angola’yı, Mozambik’i, Laos’u, Latin Amerika halklarını biz ne ile selamlayacaktık? “Lan böyle selamlayacağına hiç selamlama!” diyen olabilir. Verecek cevap bulamam… Dilim tutulur, nefesim kesilir! 

’68, kimilerine masal gibi gelse de, dünyanın devrim havasını derin derin soluduğu bir sürecin simgesidir. Her zaman söylediğimiz gibi, doğruları ve yanlışlarıyla bir bütündür ve bugüne kalan, yalnızca onun mücadele azmi ve dünyayı kendi gücüyle değiştirebileceğine olan güvenidir. O dönemi yaşayan herkes için, hepimiz için, dönemin bütün simgeleri, sloganları, marşları hâlâ güzeldir, hâlâ çok değerlidir ve hâlâ bankacıların, tekelcilerin korkulu rüyasıdır. 

SON SÖZ

Son söz olarak, işin anlatılması en zor olan kısmına gelirsek: Yaptığım, bir Mustafa Kemal resmi paylaşmak değildi. Mücadele tarihimizin bir parçası olan bir simgeyle, onun yapay karşıtı olan simgeyi karşı karşıya getirmek istedim. Birileri, kendi simgelerini gözümüze sokarken, bizim de vereceğimiz bir cevap vardı ve bu hakkı kullandım. Kemalizm’e ya da Mustafa Kemal’e herhangi bir anlam, değerlendirme yüklemeden, sadece o simgenin bizim mücadelemiz içindeki yerini hatırlayarak ve yine ona saygıyla! Cümleyi, lütfen bu açıklamalardan sonra bir kez daha okuyunuz. Anlatamadıysam bile, lütfen, bir daha bana “hoca, M. K faşist değil miydi?”, “Kurtuluş Savaşı antiemperyalist miydi, değil miydi?” diye sormayın, hele hele, “Dersim’e ne diyorsun” diyerek yüzüme parmak sallamayın. Çünkü onları tartışmıyorum ve bu konulara ilişkin herhangi bir mesaj falan vermiş değilim. Bir kez daha, tarihten gelen iki simgeyi, kendi geçmişimize duyduğum saygıyla bugün de karşı karşıya koydum.   

ÖZEL TEŞEKKÜR

Gerek paylaşımıma yorumlarıyla katkıda bulunanlara, telefonla ya da özel mesajla “baba kafayı mı yedi acaba” endişesiyle halimi hatırımı soranlara, “niye Kemalizm’e kaydı ki” diye üzülenlere, kızanlara, destekleyenlere, “bir bildiği vardır, bekleyelim” diyenlere, çok değerli bilgilerini, öfkeli seslerini paylaşanlara çok teşekkürler. Birlikte bir şeyler öğrenmeye, hatırlamaya ve hatırlatmaya çalıştık, bence iyi oldu. 

ÖNCEKİ HABER

Rahimlerimize sızan savaş!

SONRAKİ HABER

Ahmet Kaya’nın Egecesi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa