Gökyüzüne asılmış manastırlar
Seyit ALDOĞAN
Atina
Tarihe ve arkeolojiye meraklı olanlar, Yunanistan deyince Olimpos dağı ve tanrılarını, başkent Atina’nın ortasında yüksekçe bir tepeye kurulmuş olan Akropolis tapınağını ya da felsefe, insan bilimleri ve sanatta dünya halklarına bırakılan o devasa mirasları düşünür. Hele bir de Teselya ovasının Kalambaka bölgesinde gökyüzüne asılı duran manastırların küçük balkonlarından birinde, yüzlerce metre aşağılarda bulunan uçsuz bucaksız eşsiz doğa güzelliklerini seyrediyorsanız... Artık sınırlar bitmiş demektir. Okyanusa bakarken karşı sahili görmenin olanaksızlığına rağmen yine de sınırları zorlar gözlerimiz. İnadına bakar insan. Doyum olmaz. Meteora manastırlarından bakmak böyle bir şey işte. Asırlık kapılarının gıcırtısı, kayalar içine yontulmuş ya da oturtulmuş odaları, her köşesinde seni izleyen ve herbiri bir sanat ürünü olan paha biçilmez ikonaları, asırlar öncesinin yaşam izleri, gökyüzüne asılı olmasına rağmen izbe, mistik bir hava yayan loş ayin odaları... İnsanın içini ürperten serinlik ve ıslık çalan rüzgar dışında, derin bir sesssizlik hakim her köşesine. Derin bir uçurum ve kilometrelerce bir derinlik. Dünyadan uzaklaşmış olma ve özgürleşmiş olma hissi..!
Meteora Yunancada “havada asılı kalan”, “havada olan” anlamına gelmektedir. Her biri devasa büyüklükteki koyu renkli kaya parçalarının üzerine oturtulmuş ya da belli bölümleri yontulmuş bir dizi manastırdan oluşuyor. Kayadan yapılmış gökdelenler hissi uyandırıyor insanda. Biribirinden bağımsız göğe uzanan devasa kaya parçaları.
İ.S 11. Ve 14. yy’larda bölgeye gelen Hıristiyan keşişleri “tanrıya yakın olmak” ve “dünya işlerinden ellerini ayaklarını çekmek” için bu kayaların zirvelerinde ve etrafında bulunan küçük mağaralara yerleşmişler. Daha sonraki süreçlerde toplam 24 manastır yapılmış zirvelere. Bunlardan, ancak biri erkek diğeri kadın keşişlere ait olan sadece altı tanesi günümüze kadar gelebilmiş. Megalos Meteoros, Varlaam, Rusanu, Agias Triadas, Agiu Nikolau ve kadın keşişlere ait olan Agios Stefanos. En önemli özellikleri Bizans ve sonrası döneminin mimarisinin ve resim sanatının tüm manastırlarda ortak olması. Duvardan duvara yapılan resimler hâlâ korunurken çok sayıdaki ikona ve değerli eşyalar manastırların müzesinde saklı tutuluyor. Haçlı Seferleri sırasında, manastırların bulunduğu bölge papazlar ve krallar arasında paylaşılmış. Daha sonrasında ise Katalonyalıların akınına uğramış.
Manastırlar, Osmanlı işgalleri ve egemenliği sırasında değerli eşyaların gizlenmesinde kullanıldığı gibi Osmanlılardan kaçanlara da kucak açmış. 19. yy sonlarında ise Kavalalı Ali paşa tarafından tahrip edilmişler.
Yapımlarında kullanılan mimari teknik sayesinde manastırlar kayaların zirvesinde eğreti bir görünüm oluşturmuyor. Devasa büyüklükteki kayaların doğal bitişi izlenimini uyandırıyor.
Manastırlara çıkış ilk yıllarda kaya deliklerine sıkıştırılmış kalas yardımlarıyla oluşturulan iskeleler sayesinde yapılmış. Daha sonraları yukarıdan bir çıkrık yardımıyla çekilen ağlar sayesinde ya da halatlarla yapılan merdivenlerle yapılmış. Günümüzde ziyaretçilere kolaylık sağlamak için doğal yapıyı bozmayan kayalara dayalı asma yollar kullanılıyor. Manastırlarda kullanılan büyük çıkrıkların çoğu hâlâ kullanılır durumda.
Gökyüzünü delmek istercesine dik bir biçimde uzanan kaya parçalarının nasıl oluştuğu ne Yunan mitolojilerinde ne bilim yazılarında bahsedilmiyor. Çeşitli varsayımlar var. Onların içinde 19. yy’da bölgede araştırma yapmış olan Alman Jeolog Filipson’un teorisi doğru kabul ediliyor. Filipson bölgenin bin yıl kadar bir iç deniz olduğunu ve denize akan büyük bir nehirin taşıdığı kum ve taşalarla başkalaşarak bu duruma geldiğini savunuyor. Teoriye göre 25 -30 milyon yıl süren büyük doğa değişimleri sonrasında bölge yükselmiş ve deniz bu değişimler sonrası oluşan büyük vadiden akarak boşalmış. Bin yıllar boyunca yağışlar, seller ve rüzgarlar sonucu bu günkü görünümlerine kavuşmuş. Teori, Teselya ovasının oluşumunu da buna bağlıyor.
300-400 metre arasında yüksekliğe sahip olan kayaların üstündeki manastırlardan Teselya ovasının büyük bölümü görüluyor. UNESCO tarafından insanlık mirası kategorisine alınan manastırlarda doğal afetlere karşı, 1960 yılından beri yapılan tadilatlarla teknik önlemler alınıyor.
Manastırlarda yatak odaları dışında mutfak ve yemekhaneler, ibadet salonları, kitaplıklar toplantı odası ve ölen papazların kafataslarının saklandığı bölümler bulunuyor. Manastırlarda bir çok iş kollektif olarak yapılıyordu.
Mutlaka görülmesi gereken yüz yıllar öncesinin bu mirası, bir avize gibi duruyor Teselya ovasının üstünde.