‘Biz başka alem isteriz’

Foti BENLİSOY
Paris’te yaşanan ve çok sayıda insanın ölümüne neden olan saldırıları medeniyetle barbarlık arasındaki bir savaş saymak, katliamın hedefinin belli bir “yaşam tarzı” ya da Fransız devriminden mülhem “özgürlük, eşitlik ve kardeşlik” olduğunu iddia etmek, solun (Fransa’da ya da bu ülkede) vahim bir yanlışı olacaktır. “İslam” ve “Batı” ya da daha “sol” bir jargonla “gericilik” ile “Aydınlanma değerleri” arasında telafi edilemez, antagonistik bir mücadele yaşandığı anlayışı, tam da IŞİD’in peşinde olduğu kıyamcı “medeniyetler savaşı” tezini, yani bir yanda İslam beri yanda da küfür/haçlılar olduğu iddiasını pekiştirecektir.
Katliamın failleri “dışarıdan”, yabancı diyarlardan gelmemiştir. Failler “içeridedir” ve Hollande bal gibi biliyor ki ilan ettiği savaşın önemli bir bölümü bir “iç savaş” mahiyetini alacak ve ister istemez zamanında Başbakan Valls’ın dediği gibi, “coğrafi, sosyal ve etnik bir apartheid” rejiminin hüküm sürdüğü (mesela işsizliğin %40’larda olduğu) “banliyöleri” hedef alacaktır. Mahkûmların yüzde 60’ının Müslüman olduğu bir ülkede üç aylık olağanüstü hal gibi (kökeni Cezayir savaşında olan) güvenlikçi tepkilerle “cumhuriyet değerlerini” terör karşıtı stratejinin söylemsel bir aracına çevirmek, Müslümanları kimlik kutularına hapsetmenin ve böylece “medeniyetler çatışmasına” devamın garantili bir yolu olacaktır.
Hal böyleyken savaşı Hollande’ın terimleriyle bir yaşam tarzları ve değerler çatışması olarak kabul etmek tam bir felaket olacaktır. Unutmayalım; Batı dışı dünyada modernlik deneyimi sömürgeleştirilme deneyimiyle eşzamanlı olarak yaşanmış, dolayısıyla Aydınlanma’nın Kantçı anlamda “insanların akıllarını kullanmaya cüret ederek reşit hale gelmesi” iddiası, baştan sakatlanmıştır. Batı dışı dünyada modernlik, sömürge tecrübesine bağlı olarak insan üzerindeki her türlü vesayetin ortadan kalkması değil, adına emperyalizm denen tahakküm ve sömürü ilişkilerinin oluşturduğu yeni ve kapsamlı bir “vesayet rejimi” anlamına gelmiştir.
Dolayısıyla mevcut haliyle modernliği (kapitalist-emperyalist modernliği) ya da daha kötüsü “Batı değerlerini” IŞİD şiddetinin karşısına koyan ve onu savunan her anlayış, bu modernliğin tahakkümcü doğasını ister istemez müdafaa eder hale gelecek, devrimci sola has “biz başka alem isteriz” iddiasından fiilen feragat etmiş olacaktır. Fransa’nın, ABD’nin, Rusya’nın ayrı ayrı ya da hep beraber tarafı olacağı bu savaş, bizim savaşımız olamaz.
Mesele selefi-cihatçı şiddetin doğumunda emperyalist müdahaleciliğin oynadığı role dair (gerekli ama artık biraz kabak tadı veren) Frankenstein anlatısından, yani IŞİD canavarının doğumunda şu ya da bu büyük gücün katkısının ne olduğundan ibaret değildir. Mesele, o büyük güçlerin yekvücut savunur göründüğü değerlerin çoktan çarpıtılarak tahakküm ve sömürü ilişkilerinin meşrulaştırılmasına dair söylemler haline getirilmiş olmasıdır. Bir örnekle anlatmak gerekirse mesele, Fransa’da zorunlu laik eğitimi kurumsallaştıran Jules Ferry’nin, “üstün ırkların… aşağı ırkları medenileştirme görevi olduğunu açıkça söylemeliyiz” sözünün sahibi ve Cezayir’in sömürgeleştirilmesinin mimarlarından olmasıdır.
Ferry’nin örneğinde görüldüğü üzere, emperyalist-sömürgeci modernlik deneyimi temel bir paradoksa işaret eder: “Batı”, Aydınlanma’nın mesajını, Hamid Dabashi’nin deyimiyle, “sömürgeciliğin namlusunun ucunda getirerek” Batı dışı dünyada yaşayanların failliğini ortadan kaldırmış, dolayısıyla bizzat o mesajı daha baştan boşluğa düşürmüştür. Tam da bu anlamda, herhangi bir özgürleşme girişiminin mevcut haliyle modernliğin eleştirisinden başlaması elzemdir. Bir başka deyişle gerçek bir özgürleşme, Alain Badiou’nun ifadesiyle “batılılaştırmadan kurtulma” ile mümkün olacaktır.
Bu “batılılaştırmadan kurtulma”, Batı dışı ya da çoğul modernliklere dair liberal anlatıya teslim olmak demek değildir. Tam tersine, mevcut tahakkümcü evrensellik iddiasına karşı alternatif bir “aşağıdan evrensellik” iddiasını pratikte, yani toplumsal mücadeleler aracılığıyla ortaya koymaktır. C.L.R. James’in Haiti devrimini anlatan “The Black Jacobins” adlı kitabındaki bir anekdot bu aşağıdan evrensellik için çıkış noktası sayılabilecek bir örnektir. Bonaparte’ın “devrimci” orduları, Fransız devriminin de etkisiyle ayaklanarak özgürlüklerini kazanmış Haitili köleleri yeniden köleleştirmek için adaya ayak bastıklarında karşılarına, o zaman bugünkü gibi donuk bir ulusal sembol halini almamış olan devrimci marş La Marseillaise’i söyleyen siyah askerleri bulunca afallar. Devrim için savaştığını zanneden Fransız askerleriyle savaşan ve bizzat o devrimin önderlerince faillikleri ellerinden alınmak istenen köleler, devrimin radikal içeriğini eylemleriyle yeniden anlamlandırarak gerçek manada evrenselleştirirler. Onu “batısızlaştırarak”, eskisinin yerini alacak yeni bir tahakküm söylemi olmaktan çıkartırlar.
Frantz Fanon’a “Yeryüzünün Lanetlileri” kitabının hemen sonunda, “üçüncü dünya yeni bir insanlık tarihine başlıyor: Avrupa’nın ileri sürdüğü tezleri dikkate alan, fakat onun işlediği suçları da unutmayacak olan bir tarihe” satırlarını yazdıran, aşağıdan bir evrenselliğe, sömürgecilik karşıtı mücadelelerin muharebe meydanlarından doğacak böyle bir evrenselliğe duyduğu inancın ifadesiydi.
2011 yılında patlak veren Arap devrimci süreci de işte böyle aşağıdan bir evrenselliği (yahut sömürge karşıtı modernliği) gündeme getiren bir batısızlaştırma hareketiydi. Ayaklanmalar, bölge halklarına son yüz elli yılda dayatılmış emperyalist vesayet rejimine karşı dolaylı bir başkaldırıydı. Bu vesayet rejimi, Doğu’nun kendi dinamikleri uyarınca gelişemeyeceği, demokratikleşemeyeceği, dolayısıyla da emperyalist Batı’nın rehberliğine muhtaç olduğunu vazediyordu. Dahası, bölgedeki otoriter rejimler de emperyalist-oryantalist söylemi kendi halkları için yeniden üretmekte ve tedavüle sokmakta hiçbir beis görmüyorlardı, halen görmüyorlar. Mübarek’ten Sisi’ye hepsi için halkları, olgunlaşmamış, hak ve salahiyet sahibi olamayacak, terbiye edilmesi gereken, demokrasiye hazır olmayan bir güruhtan ibaret. İşte ayaklanmalar, bu vesayeti reddediyor, bölge halklarının kendi kaderini ele almaya, kendi öz güçleriyle daha demokratik siyasal ve sosyal yapılar oluşturmaya dönük eğilimini ifade ediyordu.
Bu ayaklanma dalgasının akamete uğraması, karşı devrimci bir kuşatmayla (darbeyle, Suudi tanklarıyla, emperyalist müdahaleyle, mezhepçi bir iç savaş olarak yozlaşarak) teslim alınması, bir an için marjinalize olan cihatçı şiddeti canlandıran temel faktör oldu. Demokratik-popüler güçlerin baskın çıkamadığı koşullarda, 2011’den itibaren gelişen ayaklanmaların kışkırttığı siyasal ve sosyal türbülans, mezhepçi şiddeti kışkırtan bir umutsuzluğu ve yozlaşmayı tetikledi. IŞİD ve benzeri yapılanmaların Irak ve Suriye’de belli bir kitle seferberliği gücüne kavuşmasını, işte bu umutsuzluğu yaratan koşullar tartışmasından ayrı düşünemeyiz.
Dolayısıyla Irak’ı mezhebi bir mezbahaya çeviren emperyalist müdahalecilik siyasetini, bölgesel nüfuz mücadelelerinde mezhep kartını arsızca kullanan bölge güçlerini (bkz. Türkiye), seküler muhalefeti acımasızca bastırarak siyasetin dinselleşmesinin önünü açan otoriter rejimleri (bkz. Esad), kalkınmacılığın ve sosyal devlet uygulamalarının tasfiye edilerek toplumu bir arada tutan dayanışma ağlarının parçalanması politikalarını bir bütün olarak hedef tahtasına oturtmak gerek.
IŞİD ve türevleriyle mücadelenin “anahtarı”, tam da bu anlamda soyut bir sekülerizm vurgusu ya da küresel güçlerin kuracağı bir IŞİD karşıtı “cephe” falan değil. “Bölgede” akamete uğramış toplumsal kabarış yeni bir dalga halini almadan, ayaklanmaların hürriyet ve ekmek talebi yeniden güç kazanmadan IŞİD’in olası bir yenilgisi ancak geçici olacak, IŞİD’in temsil ettiği karanlık, tehdit olarak kalmaya devam edecek.
Kazanmak, karşı karşıya olduğumuz “barbarlıklar çatışmasına” karşı topyekûn bir karşı saldırıyla, aşağıdan bir evrenselliği mümkün kılacak mücadelelerle mümkün; barbarlıktan barbarlık seçerek değil. Kolay değil elbette. Ancak kimse, Gramsci’nin “eski dünya ölüyor, yeni dünya doğmak için mücadele ediyor: şimdi canavarlar zamanı” sözleriyle tarif edilebilecek bu zor zamanlarda kolay ve ucuz zaferler beklemesin.
Evrensel'i Takip Et