'Sadece Diktatör'; Seyirci görmek istemediğini görüyor
Kaan KOÇ
Bir insan nasıl diktatör olur? Peki bir diktatör nasıl olur? Onur Orhan’ın yazdığı ve Caner Erdem’in yönettiği oyunda Barış Atay, her şeyiyle bir diktatörü canlandırıyor. “Devlet benim” diyen diktatörün, içsel çatışmalara ve halkla kurduğu ilişkiye tüm çıplaklığıyla tanık oluyoruz. 18 Kasım’da ilk kez sahnelenen oyun, birçok soruya yanıt verirken aynı zamanda yeni sorular bırakıyor izleyicinin zihnine. Gerisi izleyiciye, halka yani bize kalıyor... Onur Orhan, Caner Erdem ve Barış Atay’la ‘Sadece Diktatör’ü konuştuk.
Geçtiğimiz hafta Emek Sahnesi’nde Sadece Diktatör’ü izlemeye gelmiştim ve salondan karnımda bir ağrıyla çıktım. Yediğim yumruğun hesabını sormak için bir hafta sonra geri döndüm buraya. Sadece Diktatör, bu sezonun en etkileyici oyunlarından biri. Klasik bir giriş yapmak istiyorum; bu oyun nasıl ortaya çıktı?
Barış Atay: Emek Sahnesi olarak geçen seneden beri tek kişilik bir oyun arzumuz vardı. Sonra Onur Orhan’la bir araya geldik ve böyle bir arzumuz olduğunu belirttim. O da sağ olsun, bir tiyatro oyunu için çok kısa bir sürede müthiş bir oyun yazdı.
Oyunun günümüze ve geleceğe dair bir sorumluluğu var mı?
Onur Orhan: Bu oyun, tiyatronun yani bu oyundaki diktatörün aynasında bizi kendimizle yüzleştirsin istiyoruz. Hata ve eksiklerimizi gösteren, meseleye yaklaşım biçimimizdeki sorunları yüzümüze vuran bir yanı olmasını niyet edindik. Oyunu izleyen biri, buradan diktatöre, sisteme ve kendisine dair bir soruyla çıkıyorsa, ayrıca bu soruyu da çevresine bulaştırabiliyorsa, sorumluluğumuzu yerine getirdik diyebiliriz.
Seyircilerin hemen hepsi, oyundan sonra salondan tokat yemiş gibi çıkıyor. Toplumun psikolojisi böyleyken, bir de siz, insanlara bunu neden yapıyorsunuz?
Caner Erdem: Biz bu işin provasına son seçimden önce girdik. Şayet şimdiki egemen, seçimde güç kaybetmiş olsaydı bu oyun biraz “romantik” bir yere yerleşecekti. Fakat bugünkü durum tam da oyunu doğruluyor. Çünkü bugünün gerçekleri bunlar ve ne kadar tokat yememiz gerekiyorsa yiyelim ki kendimize gelelim. Şu durumda romantikliği bir kenara bırakıp gerçeği bütün varlığıyla önümüze serelim istedik. Bu yüzden tokat atmaktan çekinmedik.
Peki Barış, bu oyundaki karaktere sen can veriyorsun ama öte yandan bu karakter ve bu oyun da senin hayatına bir şeyler katıyor olmalı...
Barış Atay: Elbette, sadece oyuncu olarak değil insan olarak da bana kattığı şeyler var. Her ne kadar siyasetle ilgisi yeni başlamamış biri olsam da, hiçbir şey yapmamış diğer insanlar gibi benim de bir şeyler yapmadığımı anlatıyor bu oyun. Bir mücadelenin içinde olduğumu düşünmeme rağmen bunu hissediyorum her oyunda. Hiç mücadele etmeyen insan için çok travmatik bir durum yaratıyor bu metin. Bana oyuncu olarak kattığı şeyler ise, kendimden çok başka bir karakteri oynamak beni olgunlaştırıp perspektifimi genişletiyor. Bir aktörün bundan daha çok isteyebileceği bir şey olamaz. Aktör, sınırlarını en çok zorlayacak rolü oynamak ister. Bu yüzden, hiçbir zaman dönüşmeyeceğimi düşündüğüm bir karakteri oynamak bana büyük bir mutluluk veriyor. Ve ayrıca gerçek düşmanımın ne olduğunu anlıyorum.
Öyleyse bu güçlü metnin yazarına dönüyorum tekrar; bu oyunu yazarken baskın duygunuz öfke miydi?
Onur Orhan: Sadece öfkeyle iyi bir metin çıkmaz. Başımızda çağlar boyunca var olan diktatörlüğün mekanizmasını algılamaya çalışarak yazdım. Diktatörlük varsa neden var, bize niye musallat oldu, niye kurtulamıyoruz, devletin ve insanların birbirlerine kötü uygulamaları neden var gibi soruları sormak gerekiyor. Bunların üstüne kafa yormadan, bir öfkeyle kalkıp yazılabilecek bir metin değil bu. İzleyiciye de hep birlikte öfkelenmeyi vaat etmiyoruz. Düşünerek yazılmış bir metin, seyircisinden de düşünmesini istiyor. Bir miktar sarsılarak tabii ki.
Peki bu karaktere, diktatöre saygı duyuyor musunuz?
Onur Orhan: Yaptıklarına karşı bir saygıdan bahsedemeyiz. Ama hemen hemen bütün kötü adamların sahip olduğu, o kötülüğe dair ve tuhaf çalışan zekayla ilgili merakımın olduğunu söyleyebilirim. O zihni anlamaya çalışıyorum ve o zekanın bizi başka yönlerden hem terbiye hem teşvik etmesi sebebiyle ilgi duyuyorum.
‘Ben faşist değilim’ diyor diktatör oyunda. Milyonlarca insan yanılıyor mu?
Onur Orhan: Bu konuyla ilgili Fil Dergi’nin Aralık sayısına bir yazı yazdım aslında. Fakat şu kadarını söyleyeyim; “faşist olma” konusuna çok fazla hapsoluyoruz. Evet, onda faşist uygulamaların çok olduğunu ve temelde bir faşist olduğunu söyleyebilirim. Ama sadece faşizm ile ilgilenirsek meseleyi yeterince anlayamayız. Çünkü faşizm, bir ekonomik sistem değil. Ayrıca bize çok derin bir hareket noktası sunabilecek bir sistem de değil. Faşistler bir kukla cemaat, onları yöneten kuklacı ise ekonomik sistem. “Faşist” sözcüğüne çok fazla vurgu yaptığımızda bir şekilde kötü olmuş birinden bahsetmiş oluyoruz. Tüm bunların sebebi Marx’ın üzerine yıllar boyunca çalıştığı sistem. Sistemi tartışamıyoruz. Tartışmamız gereken şey sistemin kendisi.
DİKTATÖRÜN GÖZÜNDEN HALK
Tarih boyunca milyarlarca insan diktatörleri seyretti. Peki diktatörün gözünden halk nasıl görünüyor Barış?
Barış Atay: Çok çaresiz görünüyor (gülüyorlar). Seyirci, oyunda gülmek istese de gülemiyor, kendisine baktığımda yüzünü çeviriyor, utanç ve çaresizlik hissediyor. Onlara bağırdığım zaman titriyor. Bu tepkiler, söylediklerimin ne kadar gerçek ve yalın olduğunun kanıtı. Seyirciyle birbirimize ayna tutuyoruz. Görmek istemedikleri şeyleri görüyorlar. Ve ben de sosyalist bir oyuncu olarak, seyircilerin halinden hoşnut değilim. Bu kadar çaresiz ve sıkışmış bir topluluk hiç hoşuma gitmiyor. Fakat bir yandan da bunu gösterdiğim için mutluyum. Güzel bir paradoks.
‘DİKTATÖRÜN ZİHNİNE GİRMEK’
Bu metin Barış’ın sınırlarını zorlayan, “ters” bir oyun. Yönetmen olarak bu oyunda Barış Atay’ı yönetmek kolay mı?
Caner Erdem: Büyük ustalarla çalıştım ve bir oyunun nasıl yönetilebileceğini alanında yetkin insanlardan gördüm. Ayrıca Barış benim çok eski arkadaşım, birlikte çalıştık, birlikte tiyatro kurduk. Birbirimizi o kadar tanıyor ve biliyoruz ki, bu sektörde en rahat birbirimizle çalışabilirdik. Bu, oyunun işimi kolaylaştıran yanlarıydı. Sonrasında da zaten tanıdığım ve kalemini sevdiğim Onur Orhan’dan bir şaheser geldi önümüze. Bir tiyatro metninden çok bir edebi eserle karşılaştım. Kaldı ki tek kişilik her iyi tiyatro oyunu bence edebi bir eserdir. O kadar değerli bir metin ki, üzerine uzun saatler harcamak keyif oldu. Yer yer Onur Orhan’a danışıp onun desteğini alarak ilerledik. Yazarlar bazen, çok zeki olmalarına rağmen mevzuya at gözlüğüyle bakıyorlar. Ama Onur Orhan’ın en etkileyici yanı da bu aslında; zekasının yanında empati yapıp olaylara karşı tarafın gözünden de bakabiliyor. O yüzden işim o kadar da zor değildi.
Diktatörün zihnine girmek nasıl bir histi peki Barış?
Barış Atay: O kadar da zor olmadı tabii (gülüyorlar). Enteresan bir deneyimdi aslında; müthiş bir merak unsuru var bir kere. Nasıl düşünür bu adam, nasıl davranır, elini nereye koyar, sahnede nasıl durur, seyirciye hitap ederken zihninde parlayan o şeytanilikler nasıl vücut bulur... Özellikle de bu şeytani şeyleri seyirciye nasıl satar diye merak ediyordum. Çünkü diktatörlerin ortak özelliği, kendilerini dinleyen kitlelere kendilerini satmaktır aslında. Temellerinde büyük bir tüccar yatıyor. Bizimkinden çok da farklı bir şey yapmıyor yani; insanlara, olduğu kişinin tam aksini göstermek zorunda ve bunun için sürekli oynuyor. Yaptıkları bir tiyatro değil, hayır, fakat bir performans. Diktatör dediğimiz insan bir performans sanatçısı gibi iş yapıyor. Benim asla kaldıramayacağım bir efor sarf ederek, farklı farklı kitlelere aynı şeyi satıyor. Ve bunu çok uzun bir süre boyunca yapabiliyorlar. Tarihteki tüm diktatörler örnektir buna. Ayrıca, diktatörün zihnine girdiğin zaman mücadele etmemiz gereken şeyin ne kadar güçlü bir siyasi aktör olduğunu görüyorsun. Karşımızda küçümseyerek bakıp, “nasıl olsa bu da bir gün gider” gözüyle bakamayacağımız biri olduğunu öğretiyor bu metin bana. Çok daha sistemli, çok daha doğru ve çok daha cesur mücadele etmek gerektiğini öğretiyor.
‘DİKTATÖR’Ü SEVENLER BU OYUNA NE DER?
Peki diktatörü “diktatör” olarak değil de bir “dünya lideri” olarak gören biri, bu oyuna gelirse ne hissedecek?
Onur Orhan: Muhtemelen oyuna gelmeyecek (gülüyorlar).
Barış Atay: Olur da gelirse, inandığı diktatöre burada küfür edildiğini zannederek gelecektir. Ama geldiği zaman ne yazık ki bunları anlayamadığı için diktatörün yandaşı olduğundan dolayı kendi reflekslerini doğru bulacaktır.
Onur Orhan: Kendini onaylama tehlikesi var onların.
Metnin boyutluluğu açısından bunu önemsiyorum ben. Farklı yerlere farklı anlatımlar yapıyor.
Barış Atay: Şu da var Kaan, metin her ne kadar seyircinin duymak istemediği şeyleri ısrarla söylüyorsa da, diktatörlüğe bir meşruiyet kazandırmıyor. Bu çok çok önemli. Neler yaptığını anlatıyor diktatör sadece. Reel bir durumu anlatıyor. Olur da diktatörün bir hayranı gelirse, bu oyun üstüne düşünmesi lazım.
‘HEPİMİZ DON KİŞOTLUK YAPIYORUZ’
Türkiye’deki politik tiyatroya eleştirileriniz var mı peki? Benim çokça vardır mesela.
Caner Erdem: Elbette, olmalı da. Ama ben eleştirmeyeceğim şimdi çünkü Türkiye’de ödenekli tiyatroları bir kenara bırakırsak, “ben tiyatro yapacağım” demek zaten yeterince politik bir iştir.
Barış Atay: Aslında hepimiz Don Kişotluk yapıyoruz. Ama şöyle bir eleştirim olabilir; politik tiyatro, belgesel tiyatro ve propagandist tiyatro birbirine sıkça karıştırılıyor. Politik tiyatro ile propaganda tiyatrosu aynı değildir. Bu açıdan, Türkiye’de politik tiyatro yaptığını söyleyen birçok insan ikisini birbirine karıştırıyor.
Onur Orhan: Analize tabi bir şey söylediğini iddia ederken didaktik olmaman gerekiyor. Akla seslenmeye çalışıyorsun, duygu kabarmasıyla ilgilenmiyorsun ama analizin toprağına giriyorsun. Dolayısıyla analizin toprağına girip didaktik olmamak çok güç.
‘BARIŞ’A BAĞIRMAK İSTEYENLER ÇIKIYOR’
Bu, sahnelenen ilk tiyatro oyununuz. Bir yazar için, metnini sahnede izlemek nasıl bir his?
Onur Orhan: Çok çok güzel bir his. Caner’in harika yönetmenliği, Barış’ın da muhteşem performansıyla bir yazar olarak son derece mutluyum. Bana enerji veriyor bu oyun. Metnime gelen tepkileri hemen alabiliyorum ve birebir izleyebiliyorum. Oyundan çıkınca yazdıklarımın hissini insanlarda görebiliyorum. Kimi insanlar birileriyle konuşup rahatlamak istiyor oyundan sonra kimileri de Barış’a bağırmak istediğini söylüyor. Bir yazar olarak bunu görmek iyi bir iş yaptığımızı ve bunu devam ettirmemiz gerektiğini söylüyor bana. Yazmak anlamsız değildir bu yüzden, söz bitmez. Söz, logostur. Logos mantık, düşünce demektir ve devam etmesi gerekir. Düşünce yani söz bittiği zaman savaş başlar.
(Fotoğraflar: Erdost YILDIRIM)