07 Nisan 2012 15:24

Kötü kadın boşanır!

Kadından Sorumlu Bakanlığımız Aile Bakanlığına dönüştüğünden bu yana, dizilere ayar verme girişimleri de çoğaldı. Sadece Bakan Fatma Şahin de değil üstelik. RTÜK’den Diyanet Başkanlığına kadar birçok kurumun koca koca başkanları, “dizilerde kalite” peşine düştü. Bunun için, TBMM Kadın Erkek F

Kötü kadın boşanır!
Paylaş
Serpil İlgün

AKP neden dizilerle daha yakından ilgilenmeye başladı? “Kaliteli dizi” vurgusu, “aileyi koruma” hedefinin neresinde duruyor? AKP’nin kadın politikasıyla, dizi içerikleri ne kadar çelişiyor? Dizilerdeki esas sıkıntı nikahsız birliktelikler mi? Diziler, kadın programlarından daha mı tehlikeli? Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi Dr. Gülsün Güvenli ile tüm bu sorulara yanıt aradık.

Dizilere neden bu kadar müdahale edildiğini daha iyi anlayabilmek için önce “Diziler kadınların hayatında ne kadar yer kaplıyor” diye sormak isteriz?
Diziler gerçekten bir fenomen Türkiye’de. Yani halkın büyük çoğunluğu için televizyon neredeyse tek eğlence. İstatistikler, televizyon izleme süresinde erkeklerle kadınlar arasında yüzde 2’lik bir fark olduğunu gösteriyor. Yani sanıldığının aksine erkekler daha az izlemiyor. O yüzde 2’lik fark da şundan. Kadınlar akşamları evden çıkmıyorlar. Erkeklerin kahveye gitme, başka alternatifler geliştirme, sosyalleşme imkanı varken, kadınların dünyaya açıldıkları tek pencere diyebiliriz televizyon için.
Ama şöyle bir yanılgıya da düşmemek lazım, “Diziler kadınlar içindir” veya “Dizileri en çok kadınlar izler”. Yaptığımız araştırmalarda erkeklerin çok önemli bir oranda dizi seyrettiğini fark ettik. Anketlerde sorduğunuzda izlemediklerini söylüyorlar, çünkü dizi izlemek erkeklik tanımlamasına girmiyor. Ama derinlemesine görüştüğünüzde en az iki diziyi iyi bildiklerini görüyoruz. Yine de evet, kadınların ağırlıkta olduğu doğru. Diziler ağırlıkla kadınlara yönelik çekiliyor.

Kadınlara yönelik ne demek, bunun tarifi ne?
Tabii ki melodram. Bir dönem Yeşilçam sineması ağlatarak ne kadar başarılı olduysa, şu andaki dizilerde de Yeşilçam melodramlarının pek çok ögesini görüyorsunuz. Öyle Bir Geçer Zaman Ki örneğin, bunun üzerine kurulu neredeyse. Evet, melodram seviliyor. Yani aşk hikayesi veya olmaz aşk seviliyor. Fakir kız zengin erkek gibi toplumsal zıtlıklar çok kullanılıyor ama bu zaten bir zorunluluk. Çünkü dünyanın hiçbir yerinde görülmeyen sürelerde, 1.5-2 saat dizi yapıyoruz. Hikayeyi doldurmak ve iki üç yıl bunu uzatmak için yan hikayelere ihtiyacımız var. Artı, bir dizinin tutabilmesinin en önemli özelliği kişilerin (izleyenlerin) özdeşleşebileceği karakterler olması. Herkese hitap edecek, herkesin ilgisini çekebilecek karakterler. Sonuçta ticari yapımlar bunlar. Amaç çok kişiye seyrettirmek.

Ama esas hedef kitle kadınlar değil mi?
Çoğunluk evet. Ama son dönemde erkek dizileri diye bir şey çıktı. Yani polisiyeler, mafya, derin devlet dizileri erkeklere yönelikti aslında. Gençlik için diziler yapılıyor. Bazen aynı dizi içinde bütün kesimleri toplamaya çalışıyorlar ki amaç o tabii. Neye ilgi uyandığını iyi takip ediyorlar? Fark ediyorlar ki tarih kitapları ilgi görüyor, hemen dönem dizileri, tarih dizileri çekiliyor. Halkın nabzını iyi tutuyorlar bence.

Nabız mı tutuyorlar, yönlendiriyorlar mı?
İkisi de var. Medya araştırmalarında en sorgulanan şeydir. Mesela Hitler döneminde yapılan propagandist çalışmalar göz önüne alınarak, bir dönem bütün yaklaşımlar medyanın toplumu birebir yönlendirmesi, beyne zikrettikleri üzerineydi. Ama 60-70’lerden itibaren bunun o kadar da birebir etkili olmadığı tartışmaları başladı. Genel anlamda kabul edilen, medyanın sonuçta bir ayna olduğu. Ama bir yandan da var olan değerlerin, düşünce kalıplarının yeniden üretimini de sağlıyor. Normalleştiriyor bazı şeyleri. Bazen öncü de olabiliyor, yeni, farklı modeller de sunabiliyor. Yenilik illa ki doğrudur demek değil ama insanların kafasında o güne kadar düşünemediği bir şeyleri sorgulatabiliyor. Örneğin kadına şiddet konusu. Eğer bir dizide kadına gösterilen şiddet sıradan bir hikayeymiş gibi anlatılıyorsa, “Bu tamamen kaldırılmalı”yı biz de diyoruz. Ama aslında şiddetin olmaması gerektiği ya da yerine ne konulması gerektiği gibi mesajlarla işlenebiliyorsa, ya da sorunun özü işlenebiliyorsa neden şiddet olmasın? Fatmagül hikayesi mesela, şu anda geldiği noktayı söylemiyorum ama ilk defa Türkiye’de bir tecavüz olgusu bu kadar sorgulandı ve bana göre doğru sorgulandı.

Erkekler de televizyonun alıcısıysa, neden sadece kadınlar hedefleniyor?
Otoriteler medyanın etkisinin farkında. Bülent Arınç dün katıldığı bir toplantıda kadın programlarını ve dizileri eleştirerek, “Cinsellik, şiddet, ayırımcılık, genel ahlak kurallarına ve toplumun moral değerlerine karşı son derece olumsuz bir dil kullanıldığını” kaydetti. Şimdi şiddet, dini, etnik, cinsel ayırımcılık, bunlar zaten evrensel, karşı çıkılmasında herkes hemfikir. Ama nedense bunun hemen arkasına “genel ahlak kuralları” gibi çok muğlak, kimin nasıl tarif edeceği belli olmayan kavramı getiriyorsunuz.
Bütün dizilerde gözlemlediğimiz -şu anda baskın olan ideolojide de bunu görüyoruz- bir kere aile kutsal. O kadar kutsal ki, “Kadın dayak yese de evde kalmalı” söylemi var. Bugün kadın örgütlerinin çalışmaları bu duyarlılığı geliştirdi ama hâlâ genel anlamda kadın öncelikle evliliğini korumalı, iyi bir eş ve anne olmalı! Aile bizim kamuoyumuzda da kutsal. Evlilik dışı ilişki, ahlaka aykırı bir ilişki olarak görülüyor. Çevremizde kaç kişi var ki, evlilik dışı ilişki yaşıyor ve ailesi, komşusu buna karşı çıkmıyor? Bunlar birbiriyle örtüşüyor.

Bu nedenle mi iktidarın bu türden çıkışları yadırganmıyor?
Yadırganmıyor. Diziler de bunu yeniden yeniden üretiyor. Hikayelere bakıyorsunuz, bir kere kötü karakterlerin kötü aileleri var. Ya da düzgün bir ailesi olamamış diyelim. İyi karakterler iyi ailede büyümüş. Son dönemde bir yenilik olarak boşanan kadın hikayeleri başladı. Bu da bir toplumsal gerçeklik çünkü. 10-15 yıl önce yapılan televizyon araştırmalarında boşanma olgusu sadece kötü karakterler için varken, şimdi iyi karakterlerde de olabiliyor. Hikaye kadın cephesinden anlatılabiliniyor. Bunlar iyi gelişmeler ama ağırlıklı olarak hep evlilik üzerine. Aşk evlilikle bitmeli. Evlilik öncesi cinsellik zaten kabul edilebilir değil. Dizilerde de var bu. Evlilik öncesi cinsel ilişkiye giren ya kötü kadın ya da istismara uğramış. Ya da aklı havalarda genç kız oluyor, hamile kalıyor ama hemen ona koca bulunuyor. “Bir Çocuk Sevdim” dizisi mesela öyle. Hemen kıza olgun yaşta bir adam bulundu. Buradan namus algısına geliyoruz. O dizilerde de o öyle işleniyor ki, babanın namusumuz diye hiddetlenmesi, kız babayı anlıyor aslında seyirci tarafından da baktığımızda herkes de bir şekilde babayı haklı buluyor. Yani hepsi örtüşüyor. Bunu işledikçe iyice normalleşiyor. Tüm bunların yanında dizilerde çok güçlü kadın figürleri görmeye başladık.
 
Güçlü kadın derken ne anlıyoruz? Nasıl tarif ediliyor dizilerde?
Gerektiğinde boşanma kararı alabilen, çalışan (Boşandıktan sonra çalışma zorunluluğu başlıyor zaten, evli olduğunda böyle bir ihtiyaç görülmüyor nedense), bağımlı olmayan, mücadeleci, babaya, eşe kafa tutan, geleneksel rolü reddeden… Annelik, eşlik rolleri tam anlamıyla reddedilemiyor ama örneğin çocuğunun eğitimi söz konusu olduğunda cebelleşen kadın. Adını Feriha Koydum’da var mesela. Kapıcının karısı, aslında geleneksel bir kadın ama kızının eğitimi için kocasıyla sürekli bir çatışma ve mücadele halinde.

Çok izlenen “Öyle Bir Geçer Zaman Ki” dizisindeki Cemile karakteri güçlü bir kadın mı?
Cemile güçlü diyemem. Çok mağdur gösteriliyor aslında. Mutsuz olduğu için ayrılmadı örneğin, kocası onu bıraktığı için ayrıldı. Zaten öyle bir karakter galiba daha işlenmedi dizilerde. Yani şiddet görmese de, aldatılmasa da mutlu olmadığı için ayrılan bir kadın olmadı.

Değişimler oluyor dediniz ama değişmeyen klişeler de var...
Evet, kötü kadın yabancı ve sarışın olur gibi. Çok klişe var öyle. Kürtlerin, gayrimüslimlerin kullanımı mesela. Örneğin Kürtler dizilerde çok geri, çok gelenekçi, eğitimsiz, terörist ya da kaçakçı oluyor. Ona şaşıyorum zaten. Yani bu tür olumsuz kullanımlara çok ses çıkmazken, “Bir kadınla bir erkek nasıl olur da nikahsız yaşar” diye kıyamet kopuyor. Evlilik dışı ilişki bir tek magazinde, yani oyuncular ve sanatçılar için mübah!

Diziler kadınların günlük hayat pratiklerinde nerede duruyor? Bir karşılığı oluyor mu, yoksa izlenip geçiliyor mu?
Yok, sabun köpüğü gibi gittiğini sanmıyorum. İzler bırakıyor muhakkak. Zaten o yüzden bu kadar korkuluyor dizilerden. Niye Behzat Ç.’deki savcı eleştiriliyor? Çünkü televizyon aslında başka hayatları gösteriyor. O anlamda evet bir açılım, bir yenilik getirebilir. Bir sürü dizide sosyal konular ikinci üçüncü planda da olsa bir yardım veya çözüm de sunuyor aslında. Baskın değil belki ama bir şekilde işleniyor. Ancak özellikle namus, cinsellik bizde hâlâ tabu ve sorun. Aşk-ı Memnu dizisini en çok erkekler eleştirmişti mesela. Yani, öyle bir korku var ki, “Aldatmak benim karımın aklına gelirse” korkusu. Namus, cinsellik bizde hâlâ çok tabu ve sorun.

Cinsellik ve namus dışında tabu olmaya devam eden başlıklar neler?
Alevilik, Ermeni meselesi, Kürt meselesi, genel anlamda azınlıklar ve talepleri gibi meselelere sağır kalınıyor. Bununla birlikte, fakirlik de gösterilmiyor. Gösterilse de gerçek anlamda bir sosyal sorun olarak gösterilmiyor. Gerçek sosyal konular hep alt hikaye olarak ve çok geçici, üstü örtülerek geçiliyor genel olarak. Çünkü sosyal konuyu gerçek anlamda işlediğinizde başka bir sorumluluk yüklüyorsunuz insanlara; “Ben ne yapabilirim, bunda benim payım nedir?​” soruları sorulmaya başlanır.


ÖNEMLİ OLAN SÖYLEM

AKP’li Zeynep Uslu, dizilerde kadın karakterlerin sayısının erkek karakterlere göre daha az olduğunu, eşitliğin sağlanması gerektiğini söylemiş...

Önemli olan o karakteri nasıl gösterdiğinizdir. “Kadına daha çok yer verirsek, erkek söylemi azalır” diye bir şey yok. Bazen kadınlar, erkek söylemini erkeklerden daha baskın bir şekilde de kullanıp, yeniden üretebiliyorlar. Onun için mesele, kaç kişi olduğundan çok söylemin ne olduğu. 


ÇÖPÇATANLIK TELEVİZYONA TAŞINDI

Seda Sayanlar, Serap Ezgüler veya izdivaç programları diziler kadar eleştirilmiyor. Neden?


Televizyon programları bir gösteri sanatına dönüştü. Kadın programları da bir şov. Evlilik programları çok iyi tuttu. Türkiye’de tüm evlilikler çöpçatanlık üzerine kuruludur çünkü. Birisi vardır, arkadaşının kızı vardır, komşusunun da oğlunu bilir, bir araya getirir falan. Ben çevremden o kadar çok duydum ki, işte “Tanıdığım bir adam var, maaşı, evi var adam yalnız, sana da güvence olur” laflarını. Evlilik programları bunu aldı televizyona taşıdı.
Kadınların evde olmalarından da kaynaklanan bir şey. Kadın çalışsa, işe gitse, başka ilgi alanları olacaktır. Sorun kadını o pozisyonda, erkeğe muhtaç halde tutmak zaten. Niye kadının maaşı yok? Neden kadın para kazanamıyor? Bu tarafı sorgulanmıyor.


SIĞINMAEVİ FİKRİ YAYGINLAŞIRSA

İktidar, “Dizilerde kadına yönelik şiddet abartılmasın” diyor ama örneğin, “Sığınma evi konusunu niye işlemiyorsunuz” demiyor. Bunda bir gariplik yok mu?

Sığınma evlerinin ihtiyaç olduğunun farkındalar ama kadını evden kaçmaya ve kocasını, ailesini bırakmaya özendirme korkusu olabilir. Dediğim gibi, “Cinsiyetçi ayırımcılığa karşıyız” diyorlar, oysa kadını sadece eş ve anne olarak göstermek bu tanımın içine giren bir şeydir. Arınç, “Kadınlar medyada yeterince yer almıyor” diyor, doğru. Sonra “Kadınlar anne olma, eş olma görevlerinin yanı sıra” diye devam ediyor. Yanı sıra dediği çalışmak, üretmek… Bunu anne olma, eş olma görevlerinden sonraya koyuyor. Bu, ayrımcı bir söylem. Bunun altında yatan düşünceyi fark edebilmek önemli.


BİZ DE RTÜK’E YAZALIM!

Genelde insanlar namus veya ahlak konusu olduğunda RTÜK’e şikayette bulunuyor. Biz yazmıyoruz. Biz de “Bu dizide kadının böyle tanımlanması beni rahatsız ediyor” veya “Bu nefret söylemi beni rahatsız ediyor” diye yazabiliriz. Bunu yapmak lazım! (KIRKYAMA)

ÖNCEKİ HABER

Acılar da mücadele de ortak

SONRAKİ HABER

Ya düşman düşman değilse?

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa