05 Aralık 2015 11:06

Hem sefalet hem hakaret

Ben şimdi bir hastane çalışanı gözünden taşeron olmayı anlatmaya çalışacağım. Taşeron olmak tam anlamıyla köle olmak demektir. “Köleler alınır satılır, siz onlar gibi alınıp satılmıyorsunuz ki” diyenler çıkacaktır içinizden...

Paylaş

Ben şimdi bir hastane çalışanı gözünden taşeron olmayı anlatmaya çalışacağım. Taşeron olmak tam anlamıyla köle olmak demektir. “Köleler alınır satılır, siz onlar gibi alınıp satılmıyorsunuz ki” diyenler çıkacaktır içinizden... Tam da alınıp satılıyoruz. Hem de her ihale döneminde hem de daha çok para verene değil, en az parayı verene! Bu toptan bir alım-satım. Bir de hastane içinde alınıp satılmak var, o da tek tek. Örneğin çalıştığınız bölümde hemşire ya da doktor sizden memnun değilse (bardağını yıkamamış, faturasını yatırmamış veya başka sudan sebeplerle) hemen yeriniz değiştirilir, sizin fikriniz sorulmadan. Sizi istemediklerinde tıpkı köleler gibi karşılıklı alıp-verirler. Görünürde bir maddi bedel yoktur. Oysa bedellerin en büyüğünü bu yer değiştirmeye itiraz ettiğinizde, uyduruk tutanaklarla işsiz kalacağınızdan, aç kalan çocuklarınız ödeyecektir.

PARA DEĞİL ONUR İÇİN 
Çoğunlukla görev tanımımızın dışında işler yaptırmaya kalkarlar ama bizim itiraz etme hakkımız yoktur. “Hayır, bu benim işim değil” deme hakkımız da... Doktor veya hemşire ile iletişiminize çok dikkat etmelisiniz ya da herhangi bir kadrolu hastane çalışanı ile iletişiminize. Yine o bilindik cümle “Siz kimsiniz?” Hemşireye ya da hele hele bir doktora cevap veriyorsanız “Sümme haşa!!!” Oysa onlar size kızabilir, bağırabilir hatta bazıları hakarete varan sözler edebilir. Ekmeğinizin hatırına susarsınız, içinizde birikir isyanınız, sessiz çığlığınız. Bu yüzden en büyük hayalimizdir kadrolu olmak, kadrolu olup onurumuzu koruyabilmek. Daha çok para alabilmekten çok onurumuzu koruyabilmek. Çünkü işimizi kaybetmemek adına susmak gerçekten çok yaralar hepimizin yüreğini.

HASTA OLURSAN ACISI ÇIKAR 
Asansöre bile aynı anda binemezsiniz, önceden sıra bekliyor olsanız da önceliği kadrolulara vermeniz beklenir sizden.Genellikle doktor ya da hemşireyle aynı masada yemek yiyemezsiniz. Üstelik ne haddinize bazen yemek saatiniz bile aynı olamaz,olmamalı, hatta yemekhaneniz de. Kalabalık ediyorsunuzdur, ayrıca kıyafetleriniz de enfeksiyon yayıyordur. Sanki az önce bu kıyafetlerle onlara kahve yapmamışsınız ya da sabah kahvaltısını hazırlamamışsınız gibi! 
Hasta olamazsınız, üstelik bu kadar iş varken, tam da gününde hasta olursunuz, siz de çok üzgünsünüzdür zaten böyle bir zamanda hasta olup servisi zor durumda bıraktığınız için, defalarca özür dilersiniz hastalığınızı unutup. Çünkü iyileşip döndüğünüzde acısı fena çıkacaktır. 

ASGARİ ÜCRET UĞRUNA 
Öyle güzel haddimizi bildirirler ki bize, biz zaten çoktan öğrenmiş oluruz çaresizliği. Tıpkı fil yavrusu gibi. Hani fil yavrularının ayağını küçükken bağlarlar zincirle, yavru fil ayağını kurtarmak istedikçe acır ya, sonra bağlamasanız bile kaldırmaz ayağını, çoktan vazgeçmiştir özgürlüğünden çaresizce. Bizimki de o misal... Üstelik hiçbir yere yetiştiremediğimiz, çoğunlukla çocuklarımızı okula beslenmesiz, yırtık ayakkabılarla göndermek zorunda kaldığımız, evimize etin girmesinin hayal olduğu, ayın sonuna doğru yol paramız kalmadığından erkenden kalkıp işe yürüyerek gitmek zorunda olduğumuz asgari ücret uğruna…
ANKARA 

 

ÖNCEKİ HABER

Bir şeyler yapmalı, ama ne?

SONRAKİ HABER

Ne yapalım kullanamadığımız hakkı!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa