En çok neden korkarsınız?
25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele ve Dayanışma Günü çalışmaları kapsamında Antep’te, 25 Kasım öncesi ve sonrasında mahallelerdeki kadınlarla bir araya geldik.
Fatma KESKİNTİMUR
25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele ve Dayanışma Günü çalışmaları kapsamında Antep’te, 25 Kasım öncesi ve sonrasında mahallelerdeki kadınlarla bir araya geldik. Her sohbette, her deneyim aktarımında üstümüze çökmüş karanlığı biraz daha fark ettik, farkındalığımızı, karanlığı dağıtan bir ışığa nasıl dönüştürürüz diye yollar aradık birlikte.
Vatan Mahallesi’nde bir dostumuzun evinde bir araya geldiğimiz kadınların hepsi evli ve çalışmıyor. Tabii bu, ev bütçesine katkı sağlamak için hiçbir şey üretmedikleri anlamına gelmiyor. Her biri de tüm üretkenliklerini çocuklarının geçimi için seferber etmekten çekinmeyen kadınlar. Bu üretim kimi zaman çuvallarla eve getirdikleri fıstıkları kırarak, kimi zaman el emeği göz nuruyla işledikleri lifleri satarak, kimi zaman da bir aracı vasıtasıyla ayarlanan evlere temizliğe giderek oluyor. Bunca koşturma arasında bir komşu, bir arkadaş evinde yan yana gelmek de kendileri için yaptıkları tek şey belki de…
Çaylar pişiyor, köfteler yeniyor (Antep’te kadınlar gün içinde bir araya gelmişse mutlaka köfte yapılır)… Bu sıcak sohbette söz, hayatımızdaki şiddete gelince ilk akla gelen de belli ki kocalar oluyor ama “şiddet” direkt tanımlanmış ve anlatılabilir değil henüz…
O nedenle sohbeti açan sorumuz, korkularımız! “En çok neyden korkarsın hayatta?” diye soruyoruz ve belki de yaşadıklarımız korkularımızda ifade bulur diye bekliyoruz. Önce utangaç, sonra bir diğerinin örneğinden alınan cesaretle daha açık anlatılmaya başlıyor yaşananlar…
PARASIZLIK KORKUSU
“Geçim sıkıntısı” diye söze giriyor ev sahibi Güllü Abla… Evde tüm kavgalara baş sebep geçinmek için yaşanan zorluklar ona göre. Kocası inşaatlarda çalışan Güllü Abla şu sözlerle anlatıyor geçim derdini: “Kış geldi, işler durdu. Zaten çalıştığı sürenin parasını da daha tam alamadı. Hep böyle bu işler, iş çıktı diye sevinirsin, gider kocan günlerce çalışır sonra günlerce para beklersin. Alacağımız para kadar borcumuz birikiyor böyle olunca. Faturalar, kira, çocuklar…”
EN BÜYÜK KORKUM FELÇ OLMAK
“Ben her sabah kalktığımda, felç olmaktan korkuyorum” diyor Saadet. O da 30’lu yaşlarında, biri ilkokulda biri de henüz 5 yaşında iki çocuk annesi… Şaşırıyoruz söylediklerine, neden bir insan her sabah kalkıp da felç olmaktan korkar ki? Ama konuştuklarını dinleyince o kadar da anlamsız bir korku olmadığını görüyor, hatta bu düzen içinde, her birimizin nasıl da Saadet’in işaret ettiği tehlikelerle karşı karşıya kaldığımızı fark ediyoruz. Saadet anlatıyor korkusunu: “Sabahları ağrım sızım çok oluyor. Belki iş yapmaktan, belki başka nedenden kollarım uyuşuyor. Sabahları bu acıyla uyanınca korkuyorum işte. ‘Ciddi bir sorunum varsa ne olacak’ diye. Çünkü hastaneler artık her gittiğinde yardım aldığın yerler değil. Daha önce başıma geldi, gittim doktordan sıra alayım diye bekliyorum. ‘Sigortanız yatmamış, borçlusunuz’ dediler. Bu ne demek şimdi? Doktor bakmayacak mı bana? ‘Hayır, önce sigorta prim borcunuzu ödeyeceksiniz’ cevabını aldım. Bu ay sigorta yatıracak paramız yok, o zaman hasta da olmayalım diyoruz… Bir gün bu yüzden felç kalırım diye çok korkuyorum.”
DAYAKTAN KORKUYORUM
O ana kadar sessizliğini koruyan Sezer giriyor söze ve “Ben dayaktan korkuyorum” diyor. Kocasından dayak yemek, bahsettiği… Bir sessizlik oluyor, hemen soruyorum sonra, “Hiç dövdü mü seni?” Cevap vermiyor tam ama anlatıyor neden korktuğunu: “Kendime yediremem, ağır gelir. En çok işsiz kaldığı zamanlarda kavga ederdik. Çoğunlukla da idare etmişimdir. Ben de üstüne gitsem belki cinnet geçirecek. Yani dayak yemiyorsak da bizim idaremizden. Yaş ilerledikçe zorlanıyorum tabi ama hep rezillik çıkmasın diye uğraştım. O zaman daha kötü.”
Rezillik çıkması da kadınların en başta idare sebeplerinden… “Kime rezil olacaksın?” diye açmaya çalışıyorum konuyu, yine Sezer anlatıyor: “Misal biz kardeşlerimle aynı binadayız. Kardeşim duyar, o da sinirli, gelir kavga büyür. İyi olmaz, ayıptır. İdare ediyorum ki kavga büyümesin.”
Bir başka erkek şiddeti, kendisini korumak için bile olsa korkutuyor işte kadını. “Kardeşin, karısını döver mi?” diye soruyorum, hafifçe gülüyor ve sözü kardeşinin karısı Saadet’e bırakıyor. Belki kocasının ablası var diye belki de bizden kaynaklı çekiniyor Saadet, açık cevap vermiyor ama o an kendisini arayan kocasına telefonda şaka yollu “Gazetecilere beni dövdüğünü anlatıyorum” sözleriyle aslında söylüyor söyleyeceğini.
Mahrem konular bunlar, belli… Tam o anda mahalledeki diğer kadınları soruyoruz, “Var mı şiddet gören?” Olmadığını söylüyorlar, sonra ekliyor Sezer, “Konuşulmaz ki… Ben söyleyemezdim örneğin bir başkasına. Onurum kırılır, küçük düşmüş hissederim. O nedenle çoğu gizliyordur kadınların.” Sezer sıkıldığı bu konuyu kapatıyor sonra, “Bir adamın içkisi, hovardalığı yoksa idare edilir, edilmez değil.” “Peki, olursa?” diyorum, “Mecbur gene çekerdik ama zor olurdu” diye yanıtlıyor Sezer. Saadet ise kadının kendi geçimini sağlayacak gücü olmasından yana. Çünkü o zaman “çekmezdim” diyebiliyor.
YENİ KORKULAR EKLENİYOR KORKULARIMIZA
Vatan Mahallesi’nde konuştuklarımız, üç aşağı beş yukarı Düztepe’de de aynı… Ama her sohbette söz oraya geldiğinde diğer konuların önüne geçen başka ortak korkularımız var bugünlerde. Bir yanda Kürdistan illerinde süren savaş, her gün yeni ölüm haberleri, diğer yanda barış için, hak talebi için, demokrasi için çıkan her sesi boğmaya çalışan gözaltı ve tutuklamalarla süren baskı… Bu ortamın iki komşu kadın arasında bile yarattığı güvensizlik… Antep’te, tüm bunların yanında, bugüne kadar yapılan uyarılara rağmen izin verildiği, korunup kollandığı aşikâr olan cihatçı yapılanmalar…
Hem Vatan’da, Ocaklar’da hem de Düztepe’de… Hatta Antep’in adını saymadığımız birçok semtinde… Cihatçı terör örgütlerinin yuvası haline geldiği her fırsatta söylenen, IŞİD’in hücre evleriyle gündeme gelen bu şehrin sokakları, dünden daha güvensiz şimdi, başta biz kadınlar için.
Özellikle yoksul, emekçi mahallelerinde neredeyse her sokakta farklı adlarla açılmış dernek binaları, küçücük çocukların bazen annelerinden bile habersiz ikna edilip oralara girip çıkıyor olması, adım başı tek tip sakal ve kıyafetleriyle cihatçı kimliğini yüzümüze vuran adamlar… Karanlık bakışları… Her gün kulaktan kulağa dolaşan haberlerde bir başka tanıdığın çocuğunun IŞİD’e katıldığının duyulması ve her geçen gün kendi çocuklarımız için yaşadığımız korku… Bu mahallelerde, kadınlar zaten gönül rahatlığıyla çıkamadıkları sokaklarda şimdi yeni tehlikelerin farkındalar. Şiddetin belki de en vahşi, en kanlı haliyle anılan bir örgütün, yanı başında bir yerlerde olduğu bilgisi herkes için yeterince ürkütücü ve başka birçok sorunu da görmezden gelmeye sebep aslında. Tıpkı Düztepe’de 25 Kasım bildirisi dağıtırken kapısının önünde oturan teyzenin kolumdan tutup, dediği gibi; “Kadına şiddet biter mi hiç? Bak evlere tıkıldık, çıkamıyoruz. Erkeğin eline bakınca kadın, bitmez bu dert de… Bu devlet böyle istiyor ama. Kadınlar evde oturup çocuk baksın sadece. Şimdi bir de başımıza bu IŞİD belasını sardı. Evde ne olduğunu boş verdik, sokakta çocuklarımızdan korkar olduk.”