Aklımızla oynatmayacağız!
Etrafımızda saçmalıklar diz boyu. Aymazlıkların, izansızlıkların, “bu kadarı da olmaz”ların sayısı gün geçtikçe artıyor. Olan bitene bir izah isteme kapasitemiz arttıkça, sorular çoğaldıkça, bazı şeylerin aklımızı aştığını söylüyorlar.
Etrafımızda saçmalıklar diz boyu. Aymazlıkların, izansızlıkların, “bu kadarı da olmaz”ların sayısı gün geçtikçe artıyor. Olan bitene bir izah isteme kapasitemiz arttıkça, sorular çoğaldıkça, bazı şeylerin aklımızı aştığını söylüyorlar. Etrafımızda olan biten insan yapımı değilmiş gibi, bizi bir bilinmeyene itip, aklımızla kavradıklarımızı küçümsüyorlar.
Yüzüne gülmekten başka bir şey yakışmayacak çocukların küçük bedenlerini istismara açık hale getirenler, “nasıl korunacak bu çocuklar” sorusuna “çığlık atmayı öğretin” yanıtı verdiklerinde aklımızı küçümsüyorlardı, evet. Yetinmediler. Anaokulu sıraları arasına polisleri sokup “çığlık atma eğitimleri” verdiler gözümüzün içine baka baka. Polis, 5 yaşındaki bir erkek çocuğuna “bağır hadi, biri seni kaçırmaya gelmiş, bağır bakiiimm” diye korku salarken, bu söylediklerinin yanlışlığı yetmemiş olacak ki cümlesini katmerli bir başka yanlışla süslüyor: “kız gibi bağır, kız gibi...” Çocuk bu, aklıyla kavramadığını yapmıyor ne güzel ki. Bağırmıyor. Gülüp devam ediyor çocukluğuna. Her ay Adli Tıp Kurumuna 650 çocuğun cinsel istismar nedeniyle götürüldüğü Türkiye’de biz, gülüp devam edemiyoruz hayatımıza. Çocuklara attıramadıkları o çığlıklar diziliyor boğazımıza, “Yeter bu ne izansızlık” sözü dudaklarımızın arasından çıkıyor çıkmasına da, suratlarına çarpamıyor.
Diyarbakır Kulp ilçesinde bir Kur’an kursunda çıkan yangında altı çocuk küle dönüyor. “Ne işi var o yaşta çocukların analarından babalarından uzakta, doğru düzgün ısıtması, kadrolu bir devlet görevlisinin bile olmadığı bir yatılı kursta” diye sormamızın önünü kesmek için koskoca Diyanet İşleri Başkanı giriyor devreye. “Bu çocuklar hükmen şehittir” deyip örtüyor sorularımızın üstünü yeşil bir örtüyle. Televizyonlarda Başkan’ın sözleri üst üste veriliyor, ölmekten son anda kurtulan İhsan’ın söylediklerini yansıtmıyor o televizyon kanalları: “Babam beni okula gönderemedi, imam dedi babama çocuğu bu kursa gönder, okuma yazma öğrensin, hem senden de yük kalkar”. Çocuğu babasına yük yapanın kim olduğunu, o çocuğun küçük varlığını “yük” olarak tanımlamasına kimlerin neden olduğunu sormayalım diye “bu kurslar bu çocukların dağa çıkmasını engelliyor” propagandası geliyor ardından. Aklımızla dalga geçiyorlar.
Savaşın karanlığından kaçıp Türkiye’ye sığınan Ezidi kadın ve çocukların burnumuzun dibinde, Antep’te kurulan “satış ofislerinde”, devlet kurumlarının ve istihbaratının bilgisi dahilinde köle satar gibi satıldığı ortaya çıkıyor. 9 yaşındaki Suriyeli bir kız çocuğunun bedeni parçalanıyor tecavüz yüzünden. Ölü bebek bedenleri hala sahillere vuruyor. Hükümet, AB ülkeleriyle 3 milyar dolar karşılığında mülteci pazarlığı yapıyor. “İnsan hayatını neyle alıp satıyorsunuz, neye payanda ediyorsunuz” sorusu çakılı kalıyor aklımızda. “Onlar bizim misafirlerimiz, rahatları için her şeyi yapıyoruz” deyip aklımızla dalga geçiyorlar.
Hükümet programı açıklanıyor. “Annelere müjde” başlığıyla çarşaf çarşaf haberler yayınlanıyor gazetelerde. “Doğum yapan kadınlara yarı zamanlı çalışma fırsatı doğdu”, “Saat 17:00’de mesaisi biten ve çocuğunun okul çıkışına yetişemeyen annelere sabah işe bir saat erken gelerek veya öğle tatili kullanmayarak, bir saat erken çıkma imkanı sağlanacak” yazıyorlar. Yarı zamanlı çalışmanın yarım haklar olduğunu bilmezlikten gelmemizi, sabahın daha kör saatinde gelmenin ya da öğlen bir lokma yemek yemeden eve koşmanın neresinin “müjde” olduğunu sorgulamamızı istiyorlar. Bu ülkede aslanın midesine inen ekmeği kazanabilmek için çalıştığımız fabrikalarda, atölyelerde sanki 5’te biten mesai varmış gibi müjdeliyorlar izansızlığı bize. Aklımızla dalga geçiyorlar.
Tek tek bırakıldığımız kuytularda, bize kendi ellerimizle deli gömlekleri diktirip, giymeyene deli muamelesi yapıyorlar.
Sorularımız var bizim. Normalleştirdikleri her izansızlığa karşı en güçlü silahımız olan sorularımız. Tek tek sorduğumuzda etkisi zayıf, hep birlikte sormaya başladığımızda o “normalleri” sarsacak sorularımız.
Soru sormanın, sorgulamanın “suç” sayıldığı günümüzde soru sormakla kalmayıp, birlikte cevap üretme çabasına giren kadınların dergisi Ekmek ve Gül. Bu ay da, “neden” diye soranlar, “kimin için, ne için” diye sorgulayanlar, “nasıl olacak” diye birbirinin aklına güvenip danışanlar, “ne yapmalı” diye yola çıkanlar yine dergimizde buluştu. Karanlığın en koyu olduğu zamanın gündüzün doğduğu tan yeri olduğunu bilen kadınlar, ortak akılla ürettikleri cevaplarla üzerimize çöken bu “akıl” düşmanı düzenin çarkına çomak sokuyorlar.
Dergimizin bu sayısında “İşçi Kadınlar Anlatıyor” vinyetiyle okuyacağınız her bir yazı, her bir mektup, “bizi her fırsatta ezen bu çarka sokulan çomak, kimin elinde olursa düzen gerçekten değişir” sorusunun da cevabını veriyor. İşçi kadınlar, yaşamı her an yeniden üreten, dayanışmaları ve samimiyetleriyle her soruya en verimli cevapları da üretenler olarak akılla kurulacak yeni bir dünyanın da öncüsü olacaklar.
Gelecek yeni yıl, o yeni dünyaya yaklaştığımız bir yıl olsun...
ekmek ve gül