Darülbedayi’nin ikbali hepimizi neden ilgilendirir?

Ayşen GÜVEN
Görünenin ardındaki gerçeklik! Kim onun peşine düşer sizce? Dedektifler mi? Yoksa kar maskeli cinayet ehli devlet kulları mı? Hayır hayır dedikoducu pencere teyzelerinin de görevini “kahramanca” üstlenen muhtarlar herhalde. Komik mi geldi! Bugünler de güldüğünüz her şeyin sonunda bu soru gibi size ayar veren ve şok etkisiyle gülüşünüzü soğutan bir hayatın içinden geçiyoruz. Hadi diyelim sen görünenin ardındaki gerçekliği dert edenlerdensin, iyi. Etmeyeni nasıl sevk edeceksin oraya? Bir de bu soru gelmez mi akla! Oysa “Aslolan: Açlara kulak vermemek / Aslolan: Caddelerin düzenini bozmamak/ Ses çıkmasın yeter”*. Sessizliği delmek ama neyle? Bu hafta Şehir Tiyatroları’nda kızıl bayrak sallanan oyun seyrettim, başka bir oyun Rus metniydi, Padişah II. Abdülhamid zamanında yasaklanan oyun sahnelenmeye devam ediyor; sessizlik bu cepheden de ablukaya alınıyor yani, iyi ki!
Lafı Şehir Tiyatroları’nın bizden alınma operasyonuna getireceğim. Girişim biraz alakasız geldiyse Julian Stallabrass’ın Sanat A.Ş. kitabından bir alıntıya pas atıyorum hemen. Şöyle deniyor kitapta “ Sanat âleminin nüfuz edilemez olduğu mantrası propagandadan başka bir şey değildir. Sanatın hangi amaçlara hizmet ettiği ve ondan yararlananların kimler olduğu hiç de gizemli konular değil. Doğu Avrupa komünizminin çöküşünden ve kapitalizmin gerçek bir küresel sistem olarak sahneye çıkışından bu yana sanatın kullanımları hem çeşitlendi hem de açıklık kazandı.” Bakınız AKM binasını bilboard olarak kullanarak “Ertuğrul” filmi giydirmesi yapmak!
Kapa parantez; vakitler katliamların bir şov, Gezi’de şiirler yazılmış duvarların katillerin imzası, tiyatroların belediyenin kanalizasyon çalışmasıyla alt alta gündem olmasını gösteriyor. Sonuçta yine iyi olamadığımız bir haftayı geride bırakırken ve kan kokan “yüksek siyaset” bunca faaliyetinin arasında “iktidarının” bekası açısından sanatı da elbette es geçmezken, evet evet lafı ısrarla Şehir Tiyatroları’na getireceğim. Hani bize kalsa bu kadar ağır zamanlarda “tiyatro mu konuşulur”, “edebiyat hafif mi kalır”, “fotoğraf sergisi mi ilgi çeker” “sinema ne kadar yer kaplamalı ki!”… Yok arkadaş bu iktidar sanatı sahiden “ciddiye alıyor”. Mesela Suriye üzerinden Ortadoğu’yu birbirine katarken Levent Üzümcü’yü işten atmayı ihmal etmiyor ya da bu hafta Rusya’yla boğaz boğaza gelmişken Şehir Tiyatrosu sanatçılarının ümüğüne biraz daha basmayı unutmuyor.
Biz günümüzün moda tarifiyle iktidarın minderinde dövüşelim; “Şehir Tiyatroları” için kritik bir dönemecin daha geldiği haftaya bakalım. 2012 Nisan’ında değiştirilen yönetmelik özetle burası “Fen İşleri” gibi işleyecek diyordu. Nihayetinde sanat da yapılacaksa en iyisini sanatçılardan ziyade bürokratlar yapacaktı! Karşı çıkışlar, eylemler nafile olduysa da atamalı bürokratlar Şehir Tiyatroları’nı “çeviremedi”. Böylece yönetmelikle barışmayan sanatçılar yeniden göreve çağrıldı, biz bunu mecburiyet olarak okuduk.
YARATICILIKTAN TASARRUF MU EDECEĞİZ?
Şehir Tiyatroları’nın son yıllarda gündeme gelme biçimini özetlerken gelişmeler karşısında tiyatrocuların saklamadıkları bir tartışma da sürmekteydi; “Devletin tiyatrosu mu olur?” Haklılığını apaçık veren bu soruya ben bir gazeteci olarak şöyle katılmayı anlamlı buluyorum; sanat varsa tiyatro varsa kafa yormaya, sahip çıkmaya değer. Evet arazlar, sansürler, konforlar hakkında eleştiriler yerinde. Ancak elinizi vicdanınıza koyun; hangi özel tiyatroya Güngören’den, Ümraniye’den kalkıp giden seyirci olabiliyor. İçerik özgürlüğü tartışmaları da çok haklı ama yine 300-500 kişilik bir salonu dolduran tiyatro olma şerefiyesi hala buranın boynunda. Yani seyircinin tedrisatı burası. Sadece bu yanı ile bile bu “devletin tiyatrosu mu olur” sorusundan vazgeçmek değil ama yanıtı çok boyutlu vermek mümkün. Hakeza TC kimlik no ile vatandaşından çöp bidonuna her şey ona ait zaten. Hayalse hayal; en nihayetinde o sahneler de gelecekte bizim! Ütopyaysa bu eğer hatırlatmak isterim; AKM’yi karakol, Gezi Parkı’nı kışla, Emek Sineması’nı bir AVM katı yapmak da akla gelir işler değildi değil mi? Hayal etmekten korkmayan bir iktidar karşısında biz mi yaratıcılıktan tasarruf edeceğiz?
Ehhm nerde kalmıştık? Efendim gelinen noktada Erhan Yazıcıoğlu ve Engin Alkan, Yiğit Sertdemir’in de aralarında bulunduğu yönetim; bezdirilerek istifa etmek durumunda bırakılıyor. Ki bu yönetim göreve geldiği 2 yılda Şehir Tiyatrosu’nun repertuarını genişletmiş, yitirilen seyirciyi tekrar çekmeyi başarmıştır. Öncelikle yine bir soru bir “ecdad” yani Osmanlı mirası atıl hale mi getirilmek isteniyor? Yoksa Şehir Tiyatroları’nın tasfiyesi mi sonraki adım? Bu memlekete ne kaybettirir? Üzerine düşünülmeyi hak eden sorular bunlar. Hemen bir vikipedia hatırlatması, orada Darülbedayi şöyle tarif ediliyor; “27 Ekim 1914 tarihinde İstanbul Belediyesi bünyesinde konservatuar olarak açıldıktan sonra okul hüviyetinden çıkıp bir tiyatro topluluğuna dönüşen; halen İstanbul Şehir Tiyatroları adıyla varlığını sürdüren sanat kurumu.” Aslında o zamanlar uçmayı başarmış bu kurum ve bir tiyatro topluluğu olma yetisi tanınmış. Devletin sanatı finanse etmesi mi abes olan devletin bu halkın olmaması mı? Ya da devletli bir toplum olmak mı? Bu tartışmaya yerimiz dar. Ancak hala siyah bir perde indiğinde gözlerini açmayı anında bırakan bir coğrafyanın, bir toplumun parçalarıyız ve sanatın ayakları üzerinde durması, varolması dahi hep meseleydi bugün yine mesele.
Bütün bunlarla düşünürsek; Hilmi Zafer Şahin’le birlikte yeni yönetmeliğe sadık bir ekibi atadıklarında salonlar boş kalmış, oyun sayısı düşmüş ve tarihinin en kötü dönemlerinden birini görmüştü Şehir Tiyatroları. Eğer bu sahneleri verimli kılan bu yönetim giderse seyirci tiyatroyu tekrar terk mi eder? Amaç Şehir Tiyatroları’nı kapatmak mı? En kötü senaryo için o kadar değil deme lüksü çoktan elimizden alındı galiba. Sahneler şimdilik sahne, tiyatrolar tiyatro, sinemalar sinema olarak kalabilse yarın için bir kazanım olacak inancını paylaşmayı umuyorum. Gıpgri bir Taksim’in içinde yemyeşil güzelliğiyle “bizim” olarak kalan Gezi Parkı gibi. Taksim bitmiştir, terk edelim parkı demediysek, yeniden bir ses bir eylemle seyirciyi yanımıza almak mümkün diyesim var. Biz öylesini istemeyiz diye biçim seçerken onlar varlığına göz koymuş durumda sanatın. Para getirmeyen ne sanat ne savaş uzak olsun onlara. “Böyle utanç verici bir cinayeti işleyenin / Sevgi olmaz kalbinde dünyada hiçbir şeye” diyor ya Soneleri’nde William Shakespeare. Ne evlat, ne tiyatro yahu bu sevgisizliğe çöp bırakılmaz! Öyleyse yeniden bir “sanat maratonuna” var mıyız?
*Kurt Tucholsky / Alman Şair ve Yazar (1890-1935)
Evrensel'i Takip Et