İzmir ‘hoşgörü’ kenti mi? ‘Gavur’ memleketi mi?
Prof. Dr. Doğan GÖÇMEN
9 Eylül Üniversitesi Felsefe Bölümü
İzmir neyin kenti? İzmirliler nedir? İzmir’e çok şey yakıştırılır. Bugün ona ilerici çevrelerde yaygın olarak daha çok ‘hoşgörü kenti’ denir. Bu tanımlamanın birçok bakımdan doğru yanı ve çok haklı nedenleri vardır. Fakat ‘hoşgörü’, diğerini olduğu gibi tanırken, onunla ilişkilenmeyi pek içermez, tersine açıkça reddeder. Yani ‘Ne halin varsa görcü’ bir tanıma anlayışıdır burada söz konusu olan, diğeriyle özdeşleşen, diğerini paylaşan tanıma anlayışı değildir. Diğer taraftan İzmir, daha çok muhafazakar çevrelerce ‘gavur İzmir’ olarak tanımlanır. Tarihi 14. yüzyıla kadar gerilere giden bu kavramın anlamı, ilk kullanılmaya başladığından bugüne epey değişiklikler göstermiştir kuşkusuz. Fakat kavram bugün aynı zamanda değişik ve İzmirlilerin çok fazla bilincinde olmadığı bir biçimde de olsa ilk günlerinde kullanıldığıyla aynı anlamda da kullanılmaktadır. İzmir’i bu şekilde tanımlamanın da haklı nedenleri ve aynı zamanda çok sorunlu yanları da vardır. Bunların neler olduğunu aşağıda ele alacağız. Bu yazının amacı, tarihsel bazı gözlemlere dayalı olarak İzmir’i her şeyden önce bir “sentezci kent” olarak tanımlamaktadır. Bu ne anlama gelmektedir? Önce diğer tanımlama denemelerine bakalım.
İzmir’i bir ‘hoşgörü kenti’ olarak tanımlamak hangi bakımdan doğru ve hangi bakımdan sorunludur? Eski adıyla Smyrna kuruluşundan beri hep farklı kültürlere ve inanışlara sahip insanların ortak kenti olmuştur. Tarihi boyunca hep en önemli ticaret kentlerinden birisi olması, bunun en iyi kanıtıdır. Bu, kentin, MÖ 11. yüzyılda Bayraklı Höyüğü’nde kuruluşundan beri farklılıklara ve yeniliklere hep açık bir kent olarak şekillenmesine, yeni gelip geri gidenlere de, yeni gelip kalanlara da sürekli açık olmasına neden olmuştur. Bu bakımdan İzmir tarihi boyunca daima bir hoşgörü kenti olmuştur denebilir.
Fakat bir kentin sakinlerinin ortak yaşamının sadece höşgörü ilkesine dayanması mümkün değildir. Zira ortak yaşam karşılıklı tanımayı ve tanınmayı şart koşar. Karşılıklı tanıma ve tanınma ise, herkese ortak olan, herkes tarafından paylaşılan bazı özsel özellikleri gerekli kılar. Jean-Jacque Rousseau’nun gösterdiği gibi, ancak ortak olan üzerinden insanlar hem diğerini hem de diğerinde kendini, kendinde hem diğerini hem kendini tanıyabilir. Betimlediğimiz bu karşılıklı tanıma ve tanınma ilkesi, birçok bakımdan karşılıklı tahammül etme anlamına gelen hoşgörü kavramının içermelerinin sınırını çoktan aşar.
‘Gavur İzmir’ kavramı daha karışık, daha çetrefildir. Kavram, 14. yüzyılda muhtemelen İzmir’in Aydın Beyliği tarafından ele geçirilmesinden sonra ekonomik güç, eğitim ve toplumsal etkinlik ve etki bakımından nüfus olarak daha güçlü Müslümanlardan nispeten daha etkili olan, daha çok Aşağı İzmir’de yaşayan ve çok daha iyi örgütlenmiş Rumların gücünü tanımlamak için kullanılmıştır. Kavramın bu anlamı bugüne kadar Türkçe günlük dilde örneğin ‘gavur gibi’ deyiminde hâlâ saklıdır. Kavramın bu anlamı sadece Hıristiyan olmayı değil, aynı zamanda güçlü, dayanıklı olmayı ve acıya katlanmayı bilme yeteneğini kapsar. Bugün ise bu kavram, AKP’nin yürüttüğü tüm saldırılara karşın laiklik ve seküler yaşam ilkesi konusunda tüm gücüyle direnen İzmirliler için kullanılmaktadır. Tarihsel bağlamından dolayı ‘gavur İzmir’ kavramının bugün artık herhangi bir geçerliliğinin olmadığı düşünülmesin sakın. Bugün kavramın kullanılış biçiminde eski anlamının en az iki şekli kullanılmaktadır: Müslüman olmamak ve azınlık olmasına rağmen tüm gücüyle hakim olana karşı direnmeyi bilmek.
Diyanetin ve AKP kurmaylarının kavramı kullanış biçiminde her iki anlam da mevcuttur. İzmirliler, hakim politik ve dayatılan dini anlayışa karşı direnebildiği için, yani büyük bir çoğunluk olarak laik ve seküler olduğu için ‘gavur İzmir’ olarak çağrılmaktadır. İzmir bununla gurur duymalıdır ve İzmirliler kendilerinin bu şekilde ötekileştirilmelerine izin vermemelidir. Zira tarihte onları farklı kılan, zamanında Rumlara olduğu gibi bugünün İzmirlilerine de bu farklı olma ve direnme gücü veren tarihsel miraslarıdır.
Nedir bu tarihsel miras? İzmir’in tarihi boyunca kültürel ve düşünsel, bilimsel ve mimari olarak sentezci oluşudur. Hatta Homeros’un İlias destanını kaleme aldığı dil dikkate alınacak olursa, İzmir’in ta başından itibaren bir sentezci kent olarak kurulduğunu ileri sürebiliriz. İzmir tarihinde sadece bir ticaret merkezi olmamıştır. İzmir aynı zamanda Miletos ve Ephesos gibi hem bilim ve düşün, hem de kültür ve uygarlık merkezlerinden biri olmuştur. Bu, Antik Çağda Batı Anadolu’nun kültür, düşünce ve bilim merkezi olmasını sağlamıştır. Atina’nın parlak dönemi ancak bölgenin Persler tarafından işgal edilmesiyle mümkün olmuştur. Nasıl ki İstanbul’un işgali ile bilimciler Batı’ya, özellikle İtalya’ya göçmüş ve böylelikle orada Rönesans’ın başlamasının bilimsel ve felsefi temellerini sağlamışlarsa, MÖ 545 yılında Perslerin Batı Anadolu’yu işgal etmesiyle bilimciler ağırlıklı olarak Atina’ya göçmüş ve orada Atika’nın altın çağının oluşmasına bilimsel ve felsefi katkıda bulunmuştur. Hem Helenistik dönemde, hem Roma döneminde hem de daha sonra Osmanlı döneminde, İzmir’in sentezci özelliği yeniden kurulabildiği oranda, kent hep yeniden bir çekim merkezi ve insanlık tarihinin ilerlemesinde bir iti kaynağı olmuştur.
İzmir’e tarihten miras kalan ve ona tarihte biricik yer sağlayan her şeyden önce bu sentezci özelliğidir. İnsan, kültür ve uygarlık sorunlarına sentezci yaklaşım, örneğin hoşgörü ilkesinde olduğu gibi sadece çokluğu temel almaz, aynı zamanda birliği sağlamaya çalışır. Ancak birlik sağlanabildiği oranda kent halkı arasında komünal yaşamın ruhuna uygun dayanışma duyguları geliştirebilir. İzmirlilerde laiklik tutkusu yaratan, onların çoğunu yaşamın hemen her alanında seküler kılan, temelleri Miletos’ta, Ephesos’ta ve Antik Çağ’da Symrna’da atılan batıl inançtan uzak, mitosçu etkiden kurtulmuş özgür düşünceye dayalı bilim, felsefe, sanat ve kültür anlayışıdır. Hasımlarına ‘gavur İzmir’ dedirten bu özgürlük tutkusudur. Bu özgürlük tutkusudur ki onu sentezci, yani dayanışmacı kılmıştır.
Kent halkının bu sentezci yaklaşımı yüzyıl boyunca, özellikle son otuz yılda ulusalcı ve milliyetçi eğilimler nedeniyle epey yara almıştır. Suriye’de ve bölgenin diğer ülkelerinde yaşanan savaşlar nedeniyle gelen göçmenler, İzmirlilere hem bu yaraları sarma hem de sentezci tarihsel mirasına geri dönüp, kenti dayanışan bir halklar kenti olarak yeniden kurma fırsatı vermektedir.
Evrensel'i Takip Et