Futbol ilk İzmir’de oynandı ama hiç sadece futbol olmadı!
Burkal Efe SAKIZLIOĞLU
Taraftar Hakları Derneği Başkanı
Dünya’ da futbol topunun ilk kez hangi yıllarda ve topraklarda dönmeye başladığına dair çeşitli rivayetler var. Arkeolojik buluntuların konuyu M.Ö 3000 yıllarına taşıması bu oyunun insanlık tarihi kadar eski olduğunun en büyük kanıtı; tıpkı savaşlar gibi. Yıllar konusunda net bir tarih verilmese de insanlık tarihinin filizlendiği bölge konusunda tarihçiler hemfikir, o bölgeye Mezopotamya deniliyor.
AZINLIKLAR OYNUYOR, MÜSLÜMANLAR SEYREDİYOR
Günümüz futbolunun diğer bir ifadeyle modern futbolun icadı ve dünyaya yayılması için insanlığın 19. yüzyıla kadar beklemesi gerekiyordu. 1857’ de İngiltere’de dünyanın ilk futbol kulübü olan Sheffield FC kuruluyor, 1888 yılında 12 takımın mücadele ettiği ilk futbol liginin kurulmasıyla günümüz modern futbolunun temelleri atılmış oluyordu. Oyun, İngilizce konuşulan ülkelerde büyük bir hızla yayılıyordu. Osmanlı İmparatorluğu’nun belli başlı ticaret limanlarındaki kentlere yerleşen İngilizler açısından değerlendirildiğinde, önce Selanik devamında İzmir ve tabi ki İstanbul’da benzer sonuçları doğurmuştu. İzmir, futbol ve başka birçok spor dalının ülke içinde ilk kez icra edildiği şehir olarak parıldıyordu o dönemde. Türkiye’de ilk futbol maçının 1870’lerde Bornova’da oynanması da bir tesadüf olmasa gerek. Yine bilinen ilk spor derneği Orfeas ismiyle 1890’da İzmir’de kuruluyor, dernek bünyesinden Panionios ve Apollon isminde iki tane spor kulübü çıkartıyordu. 1894’te yine İzmir’de İngilizler tarafından Football Club Smyrna (İzmir Futbol Kulübü) kuruluyor; Rum, Ermeni ve İtalyan asıllıların kendi aralarında kurdukları diğer takım ve kulüpler de ekleniyordu kısa bir süre içerisinde. Dönemin anlayışına göre, futbol İslam gelenekleriyle bağdaşmadığından bu spor dalının öncüleri Müslüman olmayan azınlık mensupları oluyordu haliyle. O dönemde İzmir’de futbol, azınlıkların oynadığı, Müslümanların da seyrettiği bir oyun olarak dikkati çekiyordu; ta ki, II. Meşrutiyet’ in 1908 yılında ilanıyla Türk Ulusçuluğu’nun her alanda olduğu gibi sahalarda da azınlık olarak tabir edilen nüfusun karşısına çıkmayı bir gereklilik olarak görmesine kadar. Cemiyetler Kanunu çerçevesinde İstanbul’da Beşiktaş, Galatasaray ve Fenerbahçe resmen kayıtlarını yaptırıyor ve irili ufaklı birçok kulüp kuruluyorken, aynı rüzgar İzmir’in payına Karşıyaka ve Altay’ın kuruluşlarını yazıyordu tarihsel anlamda. Ancak, mevzuyu sadece futbol ve spor açısından değerlendirmek tabi ki imkansızdı zira şiddetli bir savaş devam ediyordu.
FUTBOL HİÇ SADECE FUTBOL OLMADI
1 Kasım 1912’de İzmir’ de, romantik tarihe yakışır bir tanımlamayla, Kadızade Zühtü Işıl Efendi, Karşıyaka’da Rus asıllı Omiros ailesine ait olan boş bir arsada arkadaşlarıyla birlikte futbol oynarken yağan şiddetli yağmur sonucu bir zeytin ağacı altına sığınıyor ve o anda azınlıkların futbol sahasındaki egemenliğine başkaldırı hareketi olarak kendi kulüplerini kurmaya karar veriyordu. Kurulan kulübün adı Karşıyaka Muaresei Bedeniye Kulübü nam-ı diğer Karşıyaka Spor Kulübü’ydü. Kadızade Zühtü Işıl’ın o zeytin ağacı altından kalkıp, tüm dünyada devam eden bir savaşa dönemin şartlarına göre asker olarak katılması, aralarında Galiçya, Filistin, Trablusgarp, Nablus gibi cephelerde savaşıp esir düştükten sonra İngilizlere ait Mısır Seydül Beşir kampında, arka fonda bir dünya savaşı devam ederken, yüzbinlerce esirin arasında yine Karşıyaka ismiyle esirlerden kurulu bir takım kurup mücadele etmek istemesi futbolun asla sadece futbol olmadığına ve dönemin şartlarıyla birlikte değerlendirilmesi gerektiğine dair bir örnektir elbette...
İnsanlık tarihini ve futbolun modern olanını değil de oyun olanını doğurmuş olan Mezopotamya coğrafyası merkezinde yanan ateşle sene 2015’ te sınırları belirsiz bir 3. Dünya Savaşı’na ev sahipliği yapıyor. Bu coğrafyada yanan ateş hızla ülkemizden geçip Avrupa’ ya da yayılıyor. Kulağı tersten tutarsak bu savaşı besleyen ülkelerin halkları da iktidarların politik tercihlerinin bedellerini ölümle ödüyor.
BARIŞ İÇİN BORÇLUYUZ
Ankara Emek, Barış ve Demokrasi Mitingi’ne düzenlenen bombalı saldırıda kaybettiğimiz yüzlerce canımıza dair bakış açısını, kendilerini İslamcı ve milliyetçi olarak tanımlayan güruh Konya’da oynanan Türkiye-İzlanda maçında gösterdi. Aynı kaynaktan beslenen terör bu sefer 13 Kasım’ da Paris’te yüzlerce canı katlettiğinde, Türkiye-Yunanistan dostluk maçında, o güruhun organize bir şekilde stadyumlara taşınan sesi benzer tepkiyi vermişti. Bu ölümlerden zerre sorumluluk duymayan ve her nasılsa bu katliamların kendilerine dokunmayacağından emin olan cahil bilgelik, Osmanlı döneminde göreceli olarak yasaklı olan evrensel bir oyuna ait tribünleri esir alıp, rakip takımları mehter marşıyla karşılayabiliyor, oyunu değil de arka plandaki savaşı baz alarak ‘’Avrupa Avrupa duy sesimizi işte bu Türkler’in ıslık sesleri’’ ile rezil rüsva edebiliyordu insani değerlerimizi...
Nasıl ki IŞİD’in müslümanlığı temsil etmediğini ifade edenler olduğu gibi milli maçlarımızda yükselen bu insanlık dışı seslerin ülke halkını temsil etmediğini öne sürenler olacaktır. Haklıdırlar da... Bu seslerin yarattığı algıya inanmayan, barış isteyen sesler azınlıkta değil. Nasıl ki ortak tarihleri birbirleriyle savaşmakla geçmiş iki ülke olan İngiltere ve Fransa halkları, ülkelerinin politik tercihlerini reddercesine, Paris katliamının sonra İngiltere Wembley’de oynanan maçta tek ses Fransa Milli Marşı’nı söyleyebiliyorsa ve korkmadan inadına barış diye haykırabiliyorlarsa, bizim de yapmamız gereken ülke içerisinde bu sesi yükseltmektir. Bunu barış için topraklarımızı emanet ettiğimiz canlarımıza borçluyuz.
Aksi takdirde; eşitlik, özgürlük ve kardeşlik ideallerini paylaşan toplulukların değil; nefreti, düşmanlığı ve bölünmeyi kışkırtmak isteyen dahili ve harici düşmanların amacına hizmet etmiş oluruz.