Barış için iş bırakan işçiler ne diyor?
10 Ekim Ankara Katliamı sonrası en büyük tepki iş bırakarak gerçekleştirildi. Bu eylemlerde katılımlarıyla dikkat çeken İzmir Büyükşehir Belediyesinde çalışan işçiler ve taşerona karşı mücadele içerisinde örgütlenerek şube oluşturan İzenerji işçileri oldu. Yine fabrikasında ve sanayi bölgesinde eylem ve açıklamalarla dikkat çeken Çiğli Organize Sanayi Bölgesi’ndeki Schneider Elektirik fabrikasından işçiler etkili bir katılım sağladılar bu eylemlere. İşçi ve temsilciler işyerlerindeki tartışmaları ve barış mücadelesine ilişkin görüşlerini paylaştılar.
İşçiler olarak barış için mücadele etmeliyiz
Sedat SADAK
Schneider Elektirik Baştemsilcisi
UZUN bir aranın ardından tekrar başlayan ve ölüm haberlerinin sıradanlaştığı bir dönemden geçiyoruz. 7 Haziran seçimleri öncesi ve sonrasını işçiler açısından ele almak zorunluluktur diye düşünüyoruz. Çünkü 7 Haziran seçimlerinde başkanlık ve halka karşı yolsuzluk ve rüşvet karşıtı tutumla karar verildi. Sonrası patlayan bombalar ölen gencecik insanlar oldu. 1 Kasım seçimleri öncesinden korku, şiddet ve baskı ile halk ölüm ve yaşam arasında bir tercihe zorlandı. Suruç Katliamı’nda, asker ölümlerinde, Ankara Katliamı sonrasında da tepkimizi işyerimiz özelinde eylemlerle yansıtmaya çalıştık. İşçiler olarak Çiğli Organize’de ses getirmeye ve bu yaşananları kabul etmediğimizi ve de bundan sonra da etmeyeceğimizi açıkladık.
İşyerinde işçiler arasında milliyetçi dalganın tekrar hortlaması ve yapay bölünmelerin gündem olmasını istiyorlar. İşyerlerinde işçiler arasında ölümlerin artık kabul edilemezliği konuşuluyor ancak bölgede yaşananlar yandaş medya tarafından doğru aktarılmıyor. Ana akım medyayı takip edenler maalesef gerçeklerden habersizler ve sadece onlara anlatılanlar üzerinden değerlendiriyorlar.
Ölen küçücük çocuklar, gençler ve yaşlılar da medyanın yönlendirmesiyle terörist kapsamında değerlendiriliyor. Bu ve bunun gibi sebeplerden dolayı işyerlerinde bu konular hem eksik hem de tek taraflı değerlendiriliyor. Bölgedeki gelişmelere ve hükümetin saldırgan tutumuna bakınca artık daha karanlık ve kanlı günler gelecek diye düşünüyoruz. IŞİD de bu savaş ortamından besleniyor.
İşyerlerimizde henüz mülteci işçiler sorununun etkilerini yaşamaya başlamadık ama işçiler açısından savaşın bir de böyle bir karşılığı var. Bu insanlar artık bizim soframızdaki kardeşlerimiz olacak, tıpkı yıllar önce Türkiyeli işçilerin Avrupa’ya gittiklerinde Alman işçi kardeşleri tarafından kabul edilmeleri gibi, biz de bu dostlarımızı artık kavgamızın bir parçası olarak görmeli ve çalışmalarımıza onları da dahil etmeliyiz diye düşünüyorum.
Hem bölgemizde hem de ülkemizdeki bu savaş ve kaos ortamından kurtulmanın tek yolu ısrarla ama ısrarla barışı savunmak ve bundan asla vazgeçmemektir. Barış olursa ölüm olmaz, gözyaşı olmaz, ağıt olmaz, kaygı olmaz, hüzün olmaz. Tam tersine ülkemizin ve bölgemizin geleceğine dair düşüncelerin gölgesinde sürekli bir kardeşleşme yeşerir. Bu sorunlar ortadan kalktığı ortamda asıl sorun olan emek-sermaye savaşımı devreye girer ve asıl kavga o zaman başlar. Bizi yönetenlerin asıl korkusu da, derdi de bunu gizlemektir zaten. Gezi sürecini hatırlayalım, metal grevlerinin yaşandığı dönemi hatırlayalım. Tek yapmamız gereken uyuyan devi uyandırmak ve asalakların korkulu rüyalarını gerçekleştirmektir, şifreler ve anahtar metal fırtınasında gizlidir.
AKP halkı korku ve sindirmeyle oy vermeye zorladı
Fırat EROĞLU
Büyükşehir Belediyesi Park Bahçe İşçisi
7 HAZİRAN’dan sonra saldırıların amacı insanları sindirip, onların (AKP) olmadığı zamanlarda savaşın yükseleceğini göstermekti bence. İnsanlara korku salarak başa gelmekti. Zaten bunu başardılar da. Aslında seçimi AKP’nin kazanacağı belliydi. Aslında çok konuşmamaya çalışıyoruz. Çok geriliyoruz. Hepimiz aynı görüşte değiliz ve konuşmaya başladığımızda ülkenin tamamında olduğu gibi, geriliyor ve kavga ediyoruz. Farklı görüşlere saygı duyma ortamı burada da yok. Nasıl olsun ki? Ankara Katliamı’ndan sonra ‘Ne işleri vardı orada’ diyen işçiler de oldu. Türkiye’nin Suriye ile savaşı var. Biz onların iç işleri ile uğraşıyoruz. Türkiye’yi nasıl etkiliyor? Suriye’den göç etmek zorunda kalan insanlar hep burada, dışarıda yatmak zorunda kalıyorlar. Çok kötü koşullarda yaşıyorlar. Dışarıda ne kadar yatabilirsin ki, kış da geldi. Lavabo yok, yıkanabilecek yerleri yok, gidebilecekleri yer yok. Türkiye bir geçiş bölgesi olarak görülüyor artık.
Barış; silahla, polisleri insanların üzerine salarak, canlı bombalarla sağlanmaz. Oturulup konuşulması gerekiyor.
Hepimiz kardeşiz
Eşref BOZKIL
Park Bahçe İşçisi
ÇÖZÜM süreci başladığı zaman sevinmiştim. Ben Kürt değilim ama silahların susmuş olması ve doğudaki halkın refaha kavuşması, güven içerisinde sokaklarda, dağlarda gezebilmeleri beni sevindirmişti. Ama ne zaman ki bu Diyarbakır’da ve Suruç’ta patlamalar oldu, ondan sonra çözüm süreci bitti. Bombalar patladığında üzüldük, sonuçta onlar da bizim vatandaşımız, onların acısı bizim acımız. Bence süreci bitiren de iki polisin öldürülmesi oldu.
Türkiye 30 yıldır terörle uğraşıyor. Bunun eşi benzeri yok. İspanya’da ETA, İngiltere’de İRA vardı. Onlar anlaştılar, silahları bıraktılar şimdi meclisteler.
Suriye olayı çok karışık. Önceden sadece Suriye’nin iç savaşı vardı. Şimdi PYD, IŞİD ve birçok örgüt var. Şu anda orası cehennem gibi. Biz de Ortadoğu’nun göbeğindeyiz sonuçta. Sınırın öte yakasından bağırsa buradan duyuluyor. Hükümetin doğu ve güneydoğuya daha fazla sosyal yardım yapması gerekiyor, refahı yükseltmeli, yeni bir anayasa ile diyalog güçlendirilmeli bence. Bizim gidecek bir yerimiz yok, hepimiz kardeşiz, birbirimize yardımcı olmalıyız. Burada tabii ki muhalefete de çok iş düşüyor. Hem çözüm süreci hem de yeni anayasa konusunda.
7 Haziran milli irade değil miydi?
Özgür GÖKDENİZ
İzelman İşyeri Temsilcisi
SÜRECİN nasıl bu hale geldiğine bakmamız gerekiyor aslında. 7 Haziran’dan önce tek bir kurşun sesinin gelmediği bölgelerde, 7 Haziran’dan sonra niçin yüzlerce insanımız hayatını kaybediyor? Demek ki barış süreci dedikleri süreç kendi iktidarlarını kaybedince bitiyormuş. Yıllarca milli iradeye saygı nutukları dinledik, peki 7 Haziran milli irade değil miydi ki bu ülke yeniden seçime götürüldü? 7 Haziran’dan sonra insanların üstünde büyük ve bilinçli baskılar oluşturuldu, insanlar sokağa çıkamadı, anneler çocuklarının cenazelerini buzdolaplarında saklamak zorunda kaldı. Siyasi iktidara mensup kişiler kendileri de itiraf ettiler; ‘kaos ortamı olmasını istemiyorsanız bizi tek başına iktidar yapın’ ya da ‘AKP’yi tek başına iktidara taşısaydınız ülke bu hale gelmezdi.’
İşyerlerinde çalışan işçi arkadaşlarımızda inanın bu siyasi baskıyı hissedebilirsiniz. Tabii ki her siyasi düşünceyi benimseyen arkadaşlarımız var ama hepsinin bu akan kanın durmasını istediğini, ülkemizde barış, kardeşlik ve huzur içerisinde yaşam sürmek istediklerini söyleyebilirim. Savaşın ülkemizin ekonomisinin ne kadar yıprattığını da biliyoruz, işçi arkadaşlarımız bunların da farkındalar. Hepimizin tek ortak noktası geçim derdidir. Bunun için işimize, ekmeğimize dört kolla sarılıyoruz. Bizler bu ülkenin temel direkleriyiz, bunu hepimizin iyi bilmesi gerekir. Fakat emeğin bu kadar çok sömürüldüğü bir dünyada daha ne kadar dayanabiliriz bilemiyorum.
Yanı başımızdaki Suriye’deki iç savaştan gerek ekonomik olarak, gerek sosyolojik olarak haddinden fazla etkileniyoruz. Milyonlarca insan evlerini, yerlerini, yurtlarını, sevdiklerini, iş yerlerini, çocuklar okullarını bırakıp kendi ülkesindeki iç savaş yüzünden kaçıyorlar. Bu insanların dramından hepimizin ders çıkarması gerekiyor. İnsanların bu kadar acı çekmesinde kimlerin hatası var? Bunların hepsinin biz işçi sınıfı olarak farkındayız ve biliyoruz. Ortadoğu’da bir tane dost ülke kalmadı, hiç kimseyle barışık değiliz. Bir mahallede yaşadığınızı düşünün, bütün komşularınızla kavgalısınız, kimseyle konuşmuyorsunuz, hepsiyle kavgalısınız, hepsi kötü bir tek siz iyisiniz. İnsan kabahati birazda kendinde aramalıdır. Bu kabullenemez bir olay.
Barışın yolu kardeşlikten geçer, insanlıktan geçer, sevgiden, demokrasiden, insan haklarından ve de mücadeleden geçer. Tüm savaşlar iç savaştır çünkü tüm insanlar kardeştir: François Fenelon.