Suriye: Nihai ‘Boru hatları ülkesi’ savaşı
Emperyalist güçleri Suriye’de karşı karşıya getiren; ABD ve Körfez ülkelerinin Suriye’ye gözlerini dikmesine esas neden olan ekonomik gerekçeler nelerdi? Pepe Escobar son yazısında bunları değerlendiriyor ve ‘kavşaktaki’ Türkiye’nin rolüne dikkat çekiyor.

Pepe ESCOBAR
Suriye bir enerji kapışması. Sorunun merkezinde 2 doğal gaz boru hattı tasarısının çetin jeopolitik rekabetinin yatmasıyla esaslı bir ‘Boru Hatları Ülkesi’* savaşı.
Her şey 2009’da Katar’ın Şam’a, kendi Kuzey Kubbesi Bölgesi’nden(İran’a ait Güney Pars bölgesine komşu) doğal gaz boru hattı inşa etme önerisiyle başladı. Tasarıya göre gaz AB’ye ulaşmak üzere, Suudi Arabistan, Ürdün ve Suriye’den zikzaklar çizerek Türkiye’ye kadar uzanacaktı.
Şam ise buna karşı rakip bir projeye imtiyaz vererek, 2010’da 10 milyar dolarlık İran-Irak-Suriye(İslami Boru Hattı) tasarısını seçti. Anlaşma resmi olarak Temmuz 2011’de, Suriye’deki trajedi sahnedeyken duyuruldu. 2012’de İran’la memorandum imzalandı.
Bu zamana kadar Suriye, Körfez Arap Ülkeleri İş Birliği Konseyi’nin petrodolar kulübüne kıyasla fazla petrol ve gazı olmadığı için jeostratejik olarak pek önemsenmiyordu.
Ancak işin ehli kimseler, bölgesel bir enerji koridoru olarak ülkenin öneminin farkındaydı. Sonrasında ciddi bir denizaşırı petrol ve doğal gaz potansiyelinin keşfedilmesiyle bu önem arttı.
İran kendi başına önemli bir petrol ve doğal gaz gücü. Brüksel’deki sürekli homurtular -10 yılı aşkın süre geçmesine karşın birleşik bir Avrupa enerji politikası bulunamadı-, kıtaya Gazprom harici bir seçenek sunacak olan ideal strateji ‘İslami Boru Hattı’na yönelik arzularını gündeme getirdiler. Ancak İran, ABD ve AB’nin nükleer yaptırımlarıyla karşı karşıyaydı.
Bu, en azından Avrupalılar için İran’ın nükleer dosyasına diplomatik çözüm bulmanın anahtar stratejik gerekçesi haline dönüştü. Batıya göre “rehabilite edilmiş” İran, AB için enerjinin ana kaynağı olabilirdi.
Yine de Washington’un bakış açısına göre jeostratejik bir sorunun varlığı devam ediyordu: Tahran-Şam ve nihai olarak Tahran-Moskova ittifakını bozmak.
Washington’daki “Esad gitmeli” saplantısı, Rusya-İran-Irak-Suriye ortaklığını(Suriye’de selefi cihatçılara karşı bizzat savaşan Hizbullah’ı da sayarsak 4+1 ittifakı) kırmayı amaçlayan çok başlı bir canavar. Bu, aynı zamanda bu ülkeler arasındaki enerji koordinasyonunu, ABD enerji tekelleriyle ilişkili Körfez petrodolar tebaasının çıkarına yalnızlaştırmayı içeriyor.
Bu yüzden, Washington’un Suriye’ye “Kaos İmparatorluğu” mantığını enjekte etme stratejisi, CIA, Suudi Arabistan ve Katar’ın, “Şam’da rejim değişikliği” hedefiyle önceden planladığı iç kargaşa operasyonunun getirdiği ateşe körükle gidiyor.
İran-Irak-Suriye boru hattı sadece çevre yolundaki ABD tebaasının kaybedecek olması sebebiyle değil bunun da ötesinde döviz savaşları terimleriyle konuşacak olursak petrodolarları baypas edecek olması nedeniyle de kabul edilemezdir. Güney Pars’ından gelecek İran gazı, alternatif para birimleriyle alınıp satılacaktır.
Bunu, ABD çevresinde epey yaygın olan çarpık görüşle birleştirirsek, bu boru hattı Rusya’nın İran, Hazar Denizi ve Orta Asya’dan gelen gazı da kontrol etmesi anlamına geliyor. Saçmalık. Gazprom, anlaşmanın bazı yönleriyle ilgilendiğini ancak bunun esas olarak bir İran projesi olduğunu açıkladı bile. Aslına bakarsanız bu boru hattı, Gazprom’a bir alternatif teşkil edecektir.
Yine de Obama yönetiminin pozisyonu her zaman için “İran’ı dengelemenin bir yolu” ve aynı zamanda “Avrupa’nın gaz tedarikini Rusya haricinde çeşitlendirmenin bir yolu” olarak Katar boru hattını desteklemek oldu.
TÜRKİYE KAVŞAK NOKTASINDA
Katar’ın projesi, devasa ABD baskısı ve başlıca Avrupa başkentlerindeki lobi gücüyle, tahmin edilebilir şekilde çeşitli Avrupa ülkelerinin ilgisi çekti. Hat, Viyana’da tasarlanan ancak artık geçersiz olan meşum Nabucco Doğal Gaz Boru Hattı’nın bazı güzergahlarını da içeriyor.
Yani, kesin olarak en başından itibaren AB, şu ana kadar Suudi Arabistan ve Katar’a en azından 4 milyar dolara(rakam artıyor) mal olan, Şam’da rejim değişikliği hamlesini destekliyordu.
1980’lerdeki Afgan cihadına benzer bir projeyle, Araplar, çok sayıda ülkeden cihatçıyı para ve silahla desteklerken stratejik bir aracıdan yardım aldılar. Afganistan’daki Pakistan örneğinin yerine bugün Suriye’de, seküler bir Arap cumhuriyetiyle direkt savaş halinde olan Türkiye var.
İşler, elbette ABD, İngiltere, Fransa ve İsrail’in her zaman için rejim değişikliğini hedefleyerek “ılımlı” ve başkaca muhalifleri envai çeşit örtülü operasyonla desteklemesiyle daha da güç bir hal aldı.
Oyun, yakın dönemde Doğu Akdeniz’de (İsrail, Filistin, Kıbrıs, Türkiye, Mısır, Suriye, Lübnan) denizaşırı doğal gaz ve petrol zenginliğinin keşfedilmesiyle daha da büyüdü. Tüm bu bölgenin 1.7 milyar varil petrol ve 122 trilyon kübik doğal gaz içeriyor olabileceği belirtiliyor. Ve bu Levant bölgesindeki keşfedilmemiş fosil yakıtların yalnızca üçte biri olabilir.
Washington açısından oyun açık: Rusya’yı, İran’ı ve “rejimin değişmediği” Suriye’yi Doğu Akdeniz’deki enerji zenginliğinden olabildiğince izole etmek.
Ve bu, bizi şu aralar Su-24 uçağını düşürdüğü için Moskova’nın ateşi altında olan Türkiye’ye getiriyor.
Ankara’nın amacı ve aslında saplantısı, Türkiye’yi tüm AB için başlıca enerji kavşağı olarak konumlandırmak. 1-İran, Orta Asya ve son olaylara kadar Rusya(Türk Akımı projesi durduruldu, iptal edilmedi) gazı için bir transit bölge. 2-Doğu Akdeniz’deki ana doğal gaz ve petrol keşifleri için bir merkez. 3-Kuzey Irak’taki Federal Kürdistan Bölgesi’nden ithal edilen petrol için bir üs.
Türkiye, Katar’ın boru hattı projesinde başlıca kavşak olarak anahtar bir rol oynuyordu. Ancak şunu her zaman akılda tutmak gerekiyor ki Katar’ın boru hattı Suriye ve Türkiye üzerinden geçmek zorunda değil. Suudi Arabistan, Kızıl Deniz ve Mısır üzerinden de kolayca Doğu Akdeniz’e ulaşabilir.
Yani, Washington’un bakış açısından görünen büyük resme göre, her şeyin ötesinde önem arz eden şey bir kez daha İran’ı Avrupa’dan izole etmek. Washington’un hedefi, kaynak olarak İran’a değil Katar’a; bağlantı üssü olarak da AB’ye Gazprom harici çeşitlilik kazandırmak için Türkiye’ye imtiyaz vermek.
Bu, ABD’li Zbigniew Brzezinski tarafından Azerbaycan’da hazırlanan yüksek maliyetli Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattı projesinin inşa edilmesinin arkasında yatan mantıkla aynısı.
Bu haliyle, her iki boru hattı için de umutlar yok denecek kadar az. Suriye için Viyana’daki barış süreci, Riyad, silahlı güçlerini “terörist olmayanlar” listesinde tutmakta ısrarlı olduğu ve Ankara, çalıntı Suriye petrolüyle şüpheli işler çevirirken cihatçıların sınırlarından geçişine izin verdiği müddetçe hiçbir yere varamaz.
Kesin olan şu ki jeoekonomik olarak Suriye bir iç savaşın çok daha ötesine geçerek baş döndürücü seviyede karmaşık bir satranç tahtası üzerinde oynanan korkunç bir ‘Boru Hattı Ülkesi’ oyununa dönüşmüş durumda. Oyunun büyük ödülü, 21. yüzyıl enerji savaşlarında büyük bir zaferi temsil edecek.
Strategic-Culture.org’dan çeviren Mithat Fabian SÖZMEN
*Yazar yazının orijinalinde, ‘Pipelineistan’ ifadesini kullanıyor.
Evrensel'i Takip Et