Rakının bu kaçıncı tanımı?
Neydi dedemin içtiği o beyaz şey? Onu bildim bileli her gece 2 duble götürdüğü, onca kalp ameliyatına rağmen vazgeçmediği şey. İlk içtiğimde beni yerimde fırdöndüren, onu ise önümde sırtını dayayıp bacaklarını uzatırken resmeden şey.

Kaan KOÇ
“oysa ki seninle güzel olmak var
örneğin rakı içiyoruz, içimize bir karanfil düşüyor gibi”
Yerçekimli Karanfil / Edip Cansever
“Dede,” diyorum, “o içtiğin beyaz şey ne?” Işıklı mavi gözlerinin çevresinden bir gülüş fırlatıp sesleniyor bana; “gel buraya keranacı.” 5 yaşındayım, ayaklarımın altı gibi dilim de eskimemiş henüz, yumuşak ve keşfe açık. Yürüyorum yanına, “çek bi’ fırt” diyor. Dudaklarımın arasındaki bardağın çok ince olduğunu duyuyorum, midemi yakıyor boğazımdan inmeye başlayan keskin sıvı. Ağzımı buruşturup uzaklaşıyorum yanından. Odadaki herkesin neşesi yerinde; dedem, annem ve babam gülmeye başlıyorlar. Başlıyorum dönmeye yerimde. Dönüyorum dönüyorum dönüyorum ışıklı bir atlıkarınca gibi. Dedem, rakısından bir fırt daha, peynirinden bir çatal daha, kavundan bir parça daha katıyor canına. Ben de gülüyorum artık. “Bak çocuğu da alıştıracaksın şu kör olasıya” diyor ananem mutfaktan. O üzülmesin diye “alışmam ki” deyip koşuyorum ona. Rakı içmiş bir adamım artık, rakı içmiş bir adam gibi genişlemiş içimin ovaları. O anı hiç unutmayacağımı bilmiyorum. İçinde rakı içtiğim anları ve duyguları hiç unutmayacağımı bilmiyorum daha. 5 yaşındayım.
Neydi dedemin içtiği o beyaz şey? Onu bildim bileli her gece 2 duble götürdüğü, onca kalp ameliyatına rağmen vazgeçmediği şey. İlk içtiğimde beni yerimde fırdöndüren, onu ise önümde sırtını dayayıp bacaklarını uzatırken resmeden şey. Sonraları sormayı bıraktım ve içmeye başladım ben de. Liseye başladığımda, çoğunca aşktan, çoğunca gittikçe daha yalnızlaşan bir canlı olduğumu buluşumdan. Önce odamda bir başıma, gizli gizli. Bazen dünyanın ayarını kaçırmış bir hayvan gibi şişeyi kafama dikerek. İçimde bir şeyleri boğazlamak istediğimde de rakı içtim, ölmekte olan başka şeylere kalp masajı yapıp hayata döndürmek istediğimde de. Sonra arkadaşlar belirmeye başladı aynı şişenin etrafında. Ege kıyıları kadar uzun masalarda da oldu bu iş, çıplak toprağın üstünde bağdaş kurarak da. Olmuyordu ama, adı rakı olan bu ruhu sözcüklerle tanımlayıp sınırları bitik bir şekil çizmek namümkündü. Yeryüzünün, ayın, gökyüzünün, aşkların ve çırpınan kafamın sınırlarını ya da sınırsızlığını idrak etmeye çalıştığım o yıllarda hayatıma şiir girdi sonra. Şiir de dolu beyaz, kalabalık beyaz bir şeydi. Bir sürü şairle çarpıyordu beni ve onlardan biri, içkilerin, bilhassa rakının bütün giysilerini soyuyor gibiydi. Edip Cansever, şöyle anlatıyordu içkileri, Çiçek Pasajı günlerinden dem vururken; “Bin dokuz yüz altmışlardaydık. Sanki karaciğer sözcüğü sözlüklerde yoktu. İçkiler dostça sokulurdu bize... Her şey şiirdi, her şey dizeydi, her şey olgunlaşmamış, adını bulmamış şiirimsilikti. Şiir kavgaları bile doyumsuzdu. Degüstasyon, Nil, Lefter... Sıram sıram sanatçı doluydu. Herkes biraz olsun gecikirdi. Evine, sevgilisine, yalnızlığına...” 20’li yaşlarıma el uzatmıştım, her gün rakı içiyordum ve hep biraz olsun gecikiyordum. Rakıyı ve şiiri seviyordum. Sevmeyi seviyordum.
Sonra ülser oldum, aşklar filan bitiverdi, okullar bitti, sigaralar, rakılar bitti, uzun karsız kışlar, kısa yağmurlu yazlar bitti. Bir kalabalıklar yolculuğu başladı. Kalabalık otobüsler, kalabalık suratlar, kalabalık duygular, kalabalık hatıralar. Sofralar da değişti ama rakı, başköşede bir aslan heykeli gibi dikiliyor, beyazlığını ilk gördüğüm günki şehvetiyle sergiliyordu hâlâ. Dedim ki, belki gökyüzünün kanıdır bu, belki bir masumiyet iksiri. İçtim. Mezeler geldi, derin iç çekmeler, cevapsız telefonlar geldi. Ölen arkadaşlar geldi, gelmedi ölen genç insanlar ama, rakı geldi. İçtik biraz. Dedikodular, söylentiler, bazan kavgalar geldi. Yırtmaçlar, parfümler, uzun bakmalar geldi. Uzun takvimlerden yeni sevgililer birden geldi, birden köşesizliği geldi her şeyin. Tanımsızlığı. Her şeyin tabiatla sınırsızlığı. Dedemin elindeki beyaz sıvıyı tanımlamaktan vazgeçtim ama anladım o sıvının dedeme hayatta neleri anlattığını böyle. Dedemi hiç sarhoş görmedim. Benimse yalpalamışlığım çoktur. “17 yaşında bara gittim / 18’de rakıya başladım ve şarkı söylemesini çok sevdim / 19 yaşından sonra da avarelik devrim başlar / 20 yaşından sonra para kazanmasını ve sefalet çekmesini öğrendim” diyen Orhan Veli’yi okuyarak, 20’den sonrasında daha çok şiir yazdım, daha çok şiir okudum ve daha fazla içtim. Ama içki masasında hiç şiir yazmadım. Çünkü rakı sayesinde, hep daha uzaklara baktım. Gözlerimi onardım. Diyorum şimdi bu yüzden, rakı – o beyaz şey, bir zaman ilacıdır belki. Bir mekan karıştıranı. Rakı; eriyen buzulların gökyüzüne anlam kattıkları.
Evrensel'i Takip Et