20 Aralık 2015 03:58

Taş konuşur, çok konuşur!

Taş niye ağlamasın? Taş niye kanamasın? İçinde insanın dünyası, ruhu, inancı, kederi, acısı varsa, o taş olmaktan çıkar; insan hayatının her derdiyle hemhal bir parçası olur. Tahir Elçi’nin dibinde ağlayarak son bildirisini okuduğu Dört Ayaklı Minare’nin sütunlarından sızan kan değil de neydi? Sur Mahallesinin camilerinin, kiliselerinin, taş evlerinin duvarları hem kan hem gözyaşı içinde değil mi?

Paylaş

Aydın ÇUBUKÇU

Belki ta en baştan beri, en sağlam, en işlevli doğa parçası olarak taşı bildik. İlk aletlerimizi ondan yaptık, kalıcı olmasını istediğimiz resimleri, yazıları onun üzerine kazıdık. Ağaç kovukları da sığınaktı, ama kayalara oyulmuş mağaralar daha güvenliydi; oralara soktuk kafamızı. Evler, tapınaklar, saraylar yaparken en güvenilir malzeme o oldu.

İnsanlaşmamızın yüksek basamaklarına tırmanmaya başladığımızı da taşla gösterdik. Özellikle heykellerle… İnançlar dile geldi, mitler anlatıldı, idealler işaretlendi… Düşünceye biçim vermenin en elverişli, en kalıcı aracı oldu taş. Bir biçim arayan düşüncelerimiz olduğunu gösterdik!

Tarihimizin özeti şudur öyleyse: taşa biçim vermeyi, işlevli kılmayı beceremeseydik insan olamazdık.

SONRA KIRICILAR GELDİ!

Bir uygarlık ya da inanç, o uygarlığa ya da inanca düşman olanlar tarafından saldırıya uğradığında ilk yıkılanlar taştan yapılmış olanlar oldu. Bunun amacı, saldırıya uğrayanların artık “yok” olduklarını kanıtlamaktı. Yıkıcılar, “yaptıklarınızla, inandıklarınızla vardınız, onlar yok, işte siz de yoksunuz” demek isterlerdi.
Ama taş, direnebildiği kadar direnirdi. Hiçbir zaman tam yok olmazdı, orası burası kırılır, dökülürdü, ama geriye kalanlar yaşananları anlatmaya devam ederdi. Yalnızca yaratıcılarını değil, yıkıcılarını da anlatırlardı.

ÇÜNKÜ TAŞLAR DA AĞLAR VE KANAR!

Manisa’nın Sipil dağında bir ağlayan kaya vardır. Öne eğilmiş, elleriyle kafasını tutmuş bir kadına benzeyen silueti yüzünden öyle bir ad verilmiştir. Jeolojik hareketler bazen böyle sürprizler yaparlar. Efsane ve isim uydurmaya meraklı insan soyu, dağ başında oturup kim bilir kimin için ağlayan bir kadın hayal ederek, kendileri için bin yıllar boyu ağlamış analarını da anarak yakıştırmıştır. Bazen bir kilisede bir Meryem Ana heykelinin ağladığı haberi yayılır, ahali koşar taş heykelin karşısında kendisi de ağlar. Oğulları için ağlayan bütün anaları hatırlayarak herkes, hep birlikte oğlu eziyet görerek öldürülmüş bir ana olur.
İspanya’da bir zamanlar bir Hz. İsa heykelinin göğsünden kan sızdığı haberi üzerine, bu kez dünyanın her yerinden imanlı Hıristiyanlar koşup geldiler. Papazın heykelin arkasına koyduğu şarap şişesi kırılmış halde bulundu ama insanlar bu gerçeği kabul etmektense efsaneye inanmayı daha güzel buldular.
Taş niye ağlamasın?
Taş niye kanamasın?
İçinde insanın dünyası, ruhu, inancı, kederi, acısı varsa, o taş olmaktan çıkar; insan hayatının her derdiyle hemhal bir parçası olur.
Tahir Elçi’nin dibinde ağlayarak son bildirisini okuduğu Dört Ayaklı Minare’nin sütunlarından sızan kan değil de neydi?
Sur Mahallesinin camilerinin, kiliselerinin, taş evlerinin duvarları hem kan hem gözyaşı içinde değil mi?

DİYORLAR Kİ!

Tıpkı IŞİD vahşilerinin gördükleri her tarihi esere saldırmaları gibi, tıpkı dev Buda heykelini dinamitle uçuran Taliban şeytanları gibi, tıpkı Bağdat Müzesini yağmalayan Amerikalılar gibi, İskenderiye Kütüphanesini yakanlar, tapınakları, okulları yıkanlar gibi Sur’a tanklarla, roketatarlarla girenler de aynı şeyi söylüyorlar:
Siz yoksunuz, siz hiçsiniz!
Tarihiniz, kültürünüz, anılarınız, şimdi böyle delik deşik olup yerlere çalınınca, siz kimsiniz?
Oysa bin yıllar da geçse, taş çürümez! Taş, tanıklık etmeye, anlatmaya, hatırlatmaya devam eder. Kuşaklar sonrasında bile, birileri bir sütunun üzerindeki mermi, roket, bomba izlerini gösterip “bir zamanlar burada…” diye başlayan bir cümle kurar. Herkes her şeyi unutsa, taş konuşmaya devam eder.
Siz yoksunuz diyenler, gelip geçmiş bir karanlık gibi susarlar da, taş görmeyenin yok saydığını görmüş, dili tutulmuş olanın dili olmuş, içinde sakladığı onca hüznü büyütmüş ve kendisi gibi taşlaştırmış olarak “biz direndik” der.

ÖNCEKİ HABER

Ne güzel komşumuzsun sen Emine Abla!

SONRAKİ HABER

Tufanda kulluk ve vicdani ret

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa