Hapşırma özgürlüğü için
Memurların, iş güvencesi hakkını ellerinden almaya hazırlanıyorlar. Yani, memuruzun, amirlerinin suratına rahatça hapşırmalarını sağlayan iş güvencesine göz dikildi. Memurlar, hapşırmanın ardından söylenen 'Çok yaşa' sözüne gönül rahatlığıyla, 'Hep beraber' diyecek mi, yoksa Anton Çehov’un hikayesindeki gibi memur ölecek mi?

Bülent KEPENEK
Memur olmak zor zanaat. Adıyla müsemma, emir alan. Yani kendine ne söylenirse onu yapmakla yükümlü, gözlerini kapayıp vazifesini yapanın makbul olduğu bir toplumsal tabaka. Evet memurlara gönül rahatlığıyla işçi sınıfının ya da burjuva sınfının bir parçası diyemediğimiz için, “toplumsal tabaka” demek zorunda kalıyoruz. Yaşamı bakımından işçiye, yaptığı işin niteliği bakımından burjuvazinin hizmetinde, ona yakın. Boynundaki kravat, “Ben burjuvayım” diye bağırırken, elindeki sefer tası işçi sınıfına doğru çeker memurumuzu. Burjuva devletin itip kakması, ezip büzmesi yetmez gibi Marksist literatürde de şöyle ferah feza bir yer bulamamıştır kendisine memurumuz. Bundan mütevellit memurlar için kimi “Ne memuru kardeşim, kamu emekçisi olarak işçi sınıfının parçasıdır onlar” derken, kimisi de “Artı değer mi üretiyor kardeşim, ne işçisi, bildiğin küçük burjuva” diyerek paylamıştır memurumuzu. Bu arada deredelik memurumuzun bütün yaşamına damgasını vurmuştur.
Ekserisi ezilen sınıflardan gelen memur taifemizin bir diğer ekserisi delikli ayakkabıdan kösele ayakkabıya geçmeyi sınıf atlama olarak gördüğünden olsa gerek, sahip olduğu bu “deliksiz” standartı devam ettirme gayesine, sıkı sıkıya sarılmıştır memurluğa. Ve dahi kendisine bu imkanı tanıdığını düşündüğü devletine… Baskının örgütlenmiş halinden başka bir şey olmayan ve belki de en çok ezdiği kesimlerden birisi kendisi gibi memurlar olmasına rağmen, bu standardı devam ettirme kaygısıyla devleti kendi malı olarak görmüştür. Bunlar arasında kendini devletin temsilcisi sayanlar, hatta devlet benim diyenlerine dahi rastlanmıştır. Devlet bu konuda onlarla aynı fikirde olmasa bile.
Milyonlarcasına baştan kapalı olan sınıf atlama, yani küçük burjuvalıktan orta burjuvalığa geçme şansı, sadece sadakati kanıtlanmış birkaçına tanınsa da, bu durumu kendi üstüne alınan çok çalışır ve devletine sadakatten ayrılmazsa, kendisinin de bu şerefe nail olacağını düşünen, bir müdürlük, bir daire başkanlığı koltuğu yüzünden gözlerine uyku girmeyen bu boş umudun peşinden yıllarca bıkmadan usanmadan koşan milyonlarcası bu yolda heder olmuş, karakterlerini bir kenara bırakıp takım elbise kravattan ibaret birer boşluğa dönüşmüşlerdir. Memur olmayana kız verilmeyen dönemden, “Kızımızı memura verip rezil mi edeceğiz?” günlerine kadar deryadaki gemiler gibi bir yandan bir yana savrulan memurumuzun içinden bu saçmalıklara “Biz kapı kulu değil, kamu emekçisiyiz” diyerekten isyan edenleri ise devletimiz şefkatli kolları, tokatları, tekmeleri, copları ve kurşunları sarmalamıştır.
MEMURUN ÖLÜMÜ
İsyan eden memurlarımızı bir tarafa bırakırsak “küçük” memurumuzun küçük dünyasında yaşadığı sıkışmışlığını en iyi anlatan isimlerden birisi Rus yazar Anton Çehov olmuştur. “Memurun Ölümü” isimli kısa hikayesini bilen bilir. Küçük memur (ki kendisinin hem rütbesi küçüktür hem de yüreği) İvan Dimitriç’in dinlemeye gittiği bir konser sırasında bir amirinin -ki bu kişi kendi amiri bile değildir- üzerine doğru hapşırmasını ve bunun sonucunda girdiği bunalım sonucunda ölmesini anlatır. Tatar Ramazan’ın “Memur kısmı korkak olur, 15’inden 15’ine maaşını sayar” veciz sözünde de belirttiği gibi, İvan Dimitriç o kadar korkmuştur ki; bu korkusu zavallıyı ölüme sürüklemiştir. Amiri olayı çoktan unutmuştur unutmasına ama İvan bir türlü unutamamıştır. Çünkü İvan korkmuştur. Peki zavallı İvan’ımızı ölümüne korkutan şey ne olmuştur?
BİR İŞSİZLİK, BİR ÖLÜM
Öyküde anlatılmaz ama muhtemelen bizdeki kaderdaşları gibi İvan da aşağı bir tabakadan gelmiştir ve yaşadığı statü değişimini sürdürmek en azından bu seviyeyi korumak istemektedir. Çünkü oldurmasa da öldürmeyen bir maaşı vardır. Ama gelgelim İvan’ın iş güvencesi yoktur. İş güvencesi olmadığı için sırf bu yüzden yani yüzüne hapşırıldığı için amirinin kendisini işten atma yetkisi vardı. İşte yaşadığı bu işten atılma ihtimali zavallı İvan’ın sonunu getirmiştir. Çünkü İvanlar bilir ki; “bir ayrılık bir ölüm” değil “bir işsizlik, bir ölümdür.”
Çehov’un bu kısa öyküyü yayınlamasından kısa süre bir sonra gerçekleşen Ekim Devrimi neyse ki sadece İvan’ın iş arkadaşlarının değil, dünyadaki bütün İvanların yaşamları da kökten bir değişikliğe uğrattı. Dünyanın bu ilk işçi devleti, sadece işçilerin değil küçük memurların da insan gibi yaşamalarının önünü açtı. Ve bu değişim sadece Sovyet Rusya’da olmadı. Devrim korkusundan tir tir titreyen kapitalist ülkelerde de kapitalizm kendi yıkımını engelleyebilmek işçilerle beraber küçük memurlara da çeşitli haklar vermek zorunda kaldı. Bunların başında da zavallı İvan’ın başını yiyen iş güvencesi gelmekteydi.
‘ÇOK YAŞA’ SÖZÜNE RAHATÇA ‘HEP BERABER’ DEMEK İÇİN
Memurumuzun ne menem bir insan olması gerektiğinin tanımlandığı 657 sayılı yasa tam anlamıyla bir hapishaneyi andırıyordu. Öyle ki; ülkemizde “küçük” olmayan memurlar devlete karşı kazan kaldırıp isyan ettiklerinde hedef tahtasına ilk olarak bu 657 sayılı devlet memurları yasasını dikmişlerdi, buradan anlayın siz bu yasanın ne menem bir şey olduğunu. İşte bu 657 sayılı hapishaneye konulmuş memurumuz için bu hapishanenin belki de güneş gören tek yeriydi iş güvencesi. Başka birçok şeyle beraber de İvan’ın da intikamını alan Ekim Devriminin hediyesi iş güvencesi sayesinde artık bizim memurumuz da rahatça hapşırabiliyordu. Ancak gelin görün ki İvan’ın yurttaşlarının kurduğu işçi devleti yıkıldı. Bu özgüven sayesinde arsızlaşan kapitalizm vermek zorunda olduğu bütün hakları tek tek geri aldı. Son olarak başbakanımız müjdeyi verdi artık, sıra memuruzun amirlerinin suratına rahatça hapşırmalarını sağlayan iş güvencesine geldi. Öyle görünüyor ki; memurlarımızın önünde iki seçenek var. Ya İvan gibi bir hapşırığın bedelini ölüm (siz işten atılmak olarak okuyun ki; aslında ölümden beterdir) olarak ödeyecekler ya da hapşırmalarının ardından söylenen “Çok yaşa” sözüne gönül rahatlığıyla, “Hep beraber” diyecekler.
Evrensel'i Takip Et