27 Aralık 2015 04:55

Fatih POLAT

2015, Türkiye açısından iç politika ile dış politikanın çoğu zaman iç içe geçtiği bir yıl oldu.
İçeride gerçekleşen devasa önemdeki bir olayın iktidarın dış politikasının dolaylı bir sonucu olduğunu, ya da iktidarın dış politikaya yönelik hedef ve söylemlerinin, bir ucundan Cumhurbaşkanının, başkanlık hedefine bağlandığını biliyoruz.
AKP iktidarının Türkiye’nin bir iç meselesi gibi müdahil olduğu Suriye savaşı, son beş yıldır Türk dış politikasının temel unsuru olurken, bu, ülkenin başkentinde dahi canlı bombaların patladığı bir gerçeklik halini aldı.
Bu etki 2016’ya ve sonraki yıllara da sarkacak özellikler gösteriyor.
Bu ilişkinin sonuçlarını aslında son dört yıldır çeşitli biçimlerde yaşıyoruz. 11 Mayıs 2013 günü Reyhanlı’da gerçekleşen ve 52 kişinin yaşamını yitirdiği bombalı saldırılar bu ilişkinin hafızalarımıza kazınan sonuçlarından biriydi.
İktidar açısından Suriye politikası, içeride halkın yaşamını doğrudan ilgilendiren pek çok sorunun da gerilere itilmesinde etkili oldu.

ROJAVA’NIN TÜRKİYE SİYASETİNE ETKİSİ

PYD önderliğindeki Kürtlerin, Suriye’nin kuzeyinde kantonlar oluşturması, Türkiye yönetenleri tarafından ülke içindeki Kürtlerin statü özlemlerini ‘kışkırtacak’, sınırındaki yeni bir ‘Kürt kuşağı’ olarak yorumlandı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, bunu bu biçimde yorumladıklarını ve Suriye’nin kuzeyinde böylesi bir oluşuma ‘asla müsaade etmeyeceklerini’ birkaç kez vurguladı.
20 Temmuz 2015 günü, Kobanê’nin yeniden inşasına yardımcı olmak için Suruç’a giden Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu (SGDF) üyelerini hedef alan bombalı intihar saldırısı, iktidarın Suriye politikası üzerinden girdiği ilişkilerin devamında gerçekleşen ve yıla damgasını vuran başlıca olaylardandı. Canlı bomba, IŞİD ile ilişkisi olan Şeyh Abdurrahman Alagöz’dü ve Adıyaman’daki ‘Dokumacılar’ grubundandı.
AKP’nin, Suruç Katliamı karşısındaki pozisyonu ise, bu olayı kendi iktidarını güçlendirmenin zemini hale getirmeye çalışmak biçiminde oldu.

7 HAZİRAN: AKP TEK BAŞINA İKTİDAR DEĞİL

7 Haziran 2015 günü yapılan genel seçimlerde HDP’nin ittifak güçleriyle birlikte yüzde 13.1 oy oranı ile 80 milletvekili çıkararak Meclis’e girmesi, AKP için 2002’den beri süren tek başına iktidar döneminin sonu demekti. Seçimden Erdoğan’ın başkanlığının yolunu açacak bir sonuç çıkarmayı uman AKP, HDP’nin ‘Seni başkan yaptırmayacağız’ sloganıyla kazandığı başarı karşısında, o ana kadarki en büyük siyasi sarsıntısını geçirdi.
Erdoğan’ın aslında buna da bir tepki olarak, Suruç Katliamı sonrasında yaptığı şu açıklama, yeni dönem stratejisinin de şifrelerini veriyordu: “Terör örgütleri ülkemiz için tehdit olmaktan çıkarılana kadar, devletimize milletimize doğrultulan silahlar bırakılıp, gömülünceye kadar… Üzerine beton dökülene kadar, sınırlarımız içinde tek bir terörist kalmayana kadar mücadelemize devam edeceğiz (...) Bundan sonra çözüm süreci buzdolabına kaldırılmıştır.” (11.08.2015)
Akabinde, AKP Hükümeti kurmayları da, Dolmabahçe’deki o önemli fotoğrafa rağmen Erdoğan’ın ‘buzdolabı’ politikasına geldiler.

ERDOĞAN’IN ‘KEYFİ KAÇTI’ 1 KASIM OLDU

Bu süreç, AKP’nin 2009’da başvurduğu KCK operasyonlarının, HDP’ye yüzde 90 ve üzerinde oy vermiş ilçelere yönelik operasyonlar ile desteklenen kanlı ve infazlı varyasyonu ile devam etti, ediyor. AKP’nin milliyetçi oyları alma hedefine bağlanan bu politikası, Erdoğan’ın keyfini kaçıran 7 Haziran seçimlerini geçersiz kılmak üzere gündeme getirdiği 1 Kasım seçimlerine giderken uyguladığı temel politikaydı. Polise sınırsız yetki veren İç Güvenlik Yasası da bu politikanın temel unsurlarından biriydi. Bu yasa, ülkenin doğusundan batısına kadar polisin ev baskınlarındaki infazlarının dayanağı oldu.
Ülkenin dört bir yanından barış mitingi için Ankara’ya gelenlerin, garın önünde uğradıkları canlı bomba saldırısı ise, Cumhuriyet tarihi içindeki en büyük kitle katliamlarından biridir. 102 kişinin yaşamının yitirdiği ve yüzlerce kişinin de yaralandığı saldırı sonrası Başbakan Davutoğlu’nun, canlı bomba eyleminde kendini patlatan kişilerin devletin canlı bomba olarak arananlar listesinde olduğunun gündeme gelmesi üzerine, “Eylem yapmadan bombacıyı tutuklayamayız” sözleri 2015’in unutulmayacakları arasına girdi.
Ayrıca olaydaki güvenlik zafiyeti nedeniyle “İstifayı düşünüyor musunuz?” sorusu karşısında Adalet Bakanı Kenan İpek’in  gülümsemesi de yine yılın ‘unutulmazlarındandı’.
1 Kasım seçimlerine kaos ve güvenlik kaygılarının öne çıktığı bir ortamda giden Türkiye’de sandıktan çıkan tablo da, bu korku iklimin sonucu biçiminde oldu. MHP’den ciddi oranda oy alan AKP yüzde 49,5 ile tek başına iktidar olma gücüne erişirken, CHP 7 Haziran seçimlerine göre 2 milletvekili daha fazla çıkardı ancak oy oranı olarak çok sınırlı bir yükseliş sağladı. 7 Haziran seçimlerinde aldığı 13,1 oy oranı ile barajı yıkan HDP’nin oyları ise 1 Kasım’da 10,8’e geriledi. Ancak yine de HDP’nin barajı aşmış olmasının AKP’nin, Erdoğan’ı başkanlığa taşıyacak anayasayı tek başına yapmasını engelleyen temel faktör olduğunu vurgulamak gerekiyor.
Türkiye yeni yıla, mutlak iktidarı için ülkede yaşanan çatışma ve ölümleri, bu yolun fıtratı olarak gören bir Saray ve Hükümet düzeni ile giriyor. Bu düzenin zulmü ile ona karşı, emek, demokrasi ve barıştan yana güçlerin verecekleri mücadele, politikanın 2016’daki biçimlenişini de doğrudan etkileyecek.

Evrensel'i Takip Et