Şimdi kim yıkayacak onca bulaşığı?
Ocak’ın 2’sindeyiz. Ardımızda koca bir geçen yıl ve yeni bir yılın ilk günü kaldı. 2015’in tatlılarını bohçamıza koyup kalbimizi deşen acılarını geride bıraktığımız, gözümüzde yaşın değil, gülümsemenin olduğu bir 2016’yı bu yazının en başında dileyelim ki karanlık tarih sayfaları yazılmasın bir daha.
Müslime KARABATAK
Ocak’ın 2’sindeyiz. Ardımızda koca bir geçen yıl ve yeni bir yılın ilk günü kaldı. 2015’in tatlılarını bohçamıza koyup kalbimizi deşen acılarını geride bıraktığımız, gözümüzde yaşın değil, gülümsemenin olduğu bir 2016’yı bu yazının en başında dileyelim ki karanlık tarih sayfaları yazılmasın bir daha.
Kimimiz canımızı, kimimiz cebimizi düşünürken, vitrin ve televizyonlardan saçılan “yeni yıl heyecanını, eğlencesini” pek kapamamış olabiliriz. Ancak, belki tüm yılın acısını çıkarmak, belki de aileyle veya dostlarla bir araya gelmenin iyileştirici gücüne sığınmak için ya da sırf çocukların gönlünü hoş tutmak için yılbaşında eğlenmeye çalışmışızdır. Etrafa biraz tombala, biraz leblebi tozu ya da atıştırmalık ile kirli tabak çanak saçılmış da olabilir. Hele bir de gece geç saate kadar ayakta kaldıysanız, o saçılan kirli tabak çanaklar dağ gibi olmuştur kesin. Şimdi kim yıkayacak onca bulaşığı?
NEDEN BULAŞIKLARI YIKAYAN BİR MAKİNE YOK?
“Şimdi kim yıkayacak onca bulaşığı?” diye düşünen bir kadın değildi aslında Josephine Cochran. Illinois, Shelbyville’in ileri gelenlerinden kocası William Cochran ile oturduğu konakta rahat yaşamı olan bir kadındı. Şehrin zenginleri ile bağlarını korumak isteyen Cochranlar’ın verdiği partilerde bir yandan yenilip içilirken bir yandan da yeni yatırımlardan bahsediliyordu. Elbette bu sosyete partilerinde aile yadigarı gösterişli çini yemek takımları kullanılıyordu. Yine böyle partilerden birinin sonlarına doğru, Josephine şangırtı sesleri duysa da, misafirler gidene kadar o acı gerçekle yüzleşmedi. Evet, korktuğu başına gelmişti, gözünün nuru gibi sakladığı çini tabaklardan birkaçı, beceriksiz(!) hizmetçilerinin elinden düşüp paramparça olmuştu.
Tabi Josephine ne bilsin onlarca misafirin yiyip içtiğini temizlemenin bunca zor bir iş olacağını! Kadıncağız hayatında eline bulaşık süngeri almamıştı ki! O yiyor, yediriyordu. Gerisini de karın tokluğuna çalıştırdığı hizmetçilerine bırakıyordu. Ama kalbi çinileri gibi paramparça olan Josephine, hizmetçilerini mutfaktan kovarcasına çıkardı ve belki de hayatında ilk defa kolları sıvadı. Güzelim takımının bir parçasını bile kaybetmek istemiyordu artık. O günden sonra bulaşık yıkama işi ona kaldı. Bilirsiniz, dağ gibi bulaşıkları yıkayan kadınlar işi hızlandırmak ya da kendilerini avutmak için bir türkü tuttururlar, mutfaklar sahneye, bulaşık süngeri mikrofona dönüşüverir sanki. Bulaşık yıkama işini kendine yakıştıramayan Josephine türküler söylemedi ama her bulaşık yıkayışında aklında tek bir soru vardı: Neden bu bulaşıkları yıkayan bir makine yok?
İşte bu can alıcı soruyla beraber Josephine’in adı tarihe yazıldı.
‘KİMSE İCAT ETMEDİYSE, BEN EDERİM’
Buharlı gemiyi icat eden John Fitch’in torunu, inşaat mühendisi olan John Garis’in kızı olan Josephine, şimdiye kadar icatlar hakkında çok şey düşünmemiş olsa da, bulaşık meselesine kafayı bayağı takmıştı. “Eğer kimse icat etmediyse, ben ederim!” diye kafa patlatmaya başladı. Bu sırada kocası William Cochran aşırı alkol yüzünden sağlığını kaybetmişti. Bir süre sonra da öldü ve Josephine’e mirastan çok daha fazla borç bıraktı. Kocasının ölümü ve kalan borçlar, Josephine için makinenin icadını daha da zorunlu hale getirdi. Belki de bu yüzden kocasından aldığı soy ismini değiştirerek, adını Josephine Cochrane yaptı. Aklındaki tasarımı teknikten anlayan tanıdıklarına danıştı ama danıştığı kişiler hep erkekti ve onu bir türlü anlayamıyorlardı. “Ancak kendi fikirlerinin başarısız olduğunu fark edince benim istediğime döndüler, benim hiçbir şeyden anlayamayacağımı düşünmüşlerdi. Tasarımımın doğruluğunu kanıtlamak ne kadar uzun sürdü” diyen Josephine, aslında her kadın mucitle aynı kaderi paylaşıyordu. Sonunda ikna ettiği bir teknisyenin de yardımlarıyla, 28 Aralık 1886’da Garis-Cochran Bulaşık Makinesi’nin patentini almayı başardı.
Josephine’in niyeti her ne kadar bulaşık yıkamaktan helak olmuş kadınları bu dertten kurtarmak olsa da, öyle olmadı. Çünkü icat ettiği makine en zengin aile için bile büyük bir masraftı. Evlerden ziyade otellere ya da büyük başka kurumlara satıldı üretilen makineler. Evdeki kadınlara ulaşamayan Josephine, bu hatasını şöyle açıklıyor: “Mutfağına 75 ya da 100 dolarlık (o zamanlar büyük para) bir alet alacak parası olsa bir kadının, öncelikle bu parayla daha önemli ne yapabileceğinin hayalini kurar. Bulaşık yıkamaya kim bayılır? Ama böylesi bir şey için o kadar para koymanın kararını alan da o olmaz zaten. Kocası canının istediği her şeye harcamaya para bulabiliyorken, mutfakta kadının işini kolaylaştıracak aletlere para harcamaktan kaçınır.” Bahsettiği bu kadınların kaderi kendi kaderidir aslında Josephine’in. Daha önce kocası olmadan bir otelin lobisinden içeri girmemiş bir kadındır mesela. İcadını tanıtmak ve satmak için gittiği otellerde başta oldukça çekingen ve çaresiz hisseder kendini, ta ki sattığı makinelerin parası eline geçene kadar.
Buluşu 1893’te Chicago’daki büyük Columbia Fuarı’nda “en iyi teknik yapı, en dayanıklı ve uyumlu” teknik alet olarak sergilendikten sonra Josephine’in ve makinelerinin ünü yayılmıştı artık.
BIRAKIN YANLIŞ DİZSİNLER BULAŞIKLARI!
Neyse canım, 31 Aralık’ta yediğiniz içtiğiniz sizin olsun, 1 Ocak’ta bulaşıkları kim yıkadı, siz onu söyleyin. Siz mi, eşiniz mi? Evin büyük, küçük ya da ortanca kızı mı? En/tek büyük sıfatı “çok canlar yakan” olan evin oğlu mu? Peki, elde mi yıkadınız, bulaşık makinesine mi yerleştirdiniz? “Aman eşim anlamaz, düzgün yıkayamaz. Zaten makineye yerleştirmeyi bile bilmez” diye düşünüp kolları sıvayan yine siz mi oldunuz? Bulaşık makinesinde yıkanacak bile olsa o bulaşıklar, siz ille bir sudan geçiren, ince düşünüp düzgün yerleştirenlerden misiniz? Çünkü çay kaşığından kasesine her bir eşyanın yerini de kodladınız “yapılacaklar listesiyle” dolu aklınıza, öyle değil mi? Amaaan, boş verin! Bırakın başkaları yanlış dizsin makineye o bulaşıkları. İlk seferinde sığdıramadığı tek bir tava için çılgına dönen, kirli tabakları kuruyana kadar bekletmemesini, bir sudan geçirmesini öğrenen kocanız olsun, çocuklarınız ya da diğerleri... Siz pencerenizdeki manolyanıza su verdikten sonra o rahat koltuğunuza oturup Ekmek ve Gül’ünüzü okuyabilirsiniz artık. Mutlu yıllar…