02 Ocak 2016 10:44

Dert ve derman

Özgecan Aslan’ın vahşice öldürülmesi, kadınların bu ülkede öldürülüyor olduğunu bugüne kadar hiç bu meseleyi dert etmemişlerin dahi gündemine taşıdı. Bu sefer kimse dönüp arkasını gidemedi, herkes görmek zorundaydı ve bir hassasiyet göstergesi olarak katillerini “kınamak”la yükümlüydü. Öyle de oldu.

Paylaş

Gülşah KAYA

Özgecan Aslan’ın vahşice öldürülmesi, kadınların bu ülkede öldürülüyor olduğunu bugüne kadar hiç bu meseleyi dert etmemişlerin dahi gündemine taşıdı. Bu sefer kimse dönüp arkasını gidemedi, herkes görmek zorundaydı ve bir hassasiyet göstergesi olarak katillerini “kınamak”la yükümlüydü. Öyle de oldu.
Özgecan “masum” bir üniversite öğrencisiydi; okulundan çıkmış, olması gerektiği gibi evine gidiyordu ve “suçlu” olabileceği tek bir nokta bulunamamıştı. Hal böyleyken bile kadınlar öldürülüyorsa suçlu kimdi? Geriye tek bir şüpheli kalıyordu: Yasalar! Sorun, kimi kadın gruplarınca, siyasi partiler ve çeşitli kesimlerce böyle saptandı. Bu anlayışa göre yasa normları yeterli cezaları içermiyor ve bu da erkekleri caydırıcı özelliğe sahip değil. Başka bir deyişle, kadın cinayetlerinin cezai müeyyideleri ağırlaşırsa, erkekler de bu suçları işlemeye cesaret edemez. Peki, yasal düzenlemelerle birlikte cezaların artırılması gerçekten suçu önler mi/önleyecek mi?
Burada bir tarihten kısaca bahsetmekte fayda var. 2005 yılında ceza yasası değişiklikleri yürürlüğe girene kadar yapılan yasa çalışmalarına çeşitli kadın ve feminist örgütler de dahil oldu. Özetle bu örgütler, kadınların öldürülmesini “meşru” kılan bütün yasa maddelerinin kaldırılması için yoğun çaba sarf etti. Aynı kadın grupları 6284 sayılı kadın koruma kanunu için de benzer çalışmayı yaptı. O dönem ve sonrasındaki değişikliklerden sonra baktığınız zaman, mevcut yasalar, uluslararası sözleşmelerle de desteklendiğinde çok ciddi eksiklikler barındırmıyor. Bugün kazanım olarak görebileceğimiz bir sürü yasal norm, o dönemin hem sokak mücadelesi hem de hukuksal çalışmalarının ürünüdür.
Peki, nasıl oldu da yasalar iyileştirilmesine karşın kadına yönelik erkek şiddetinde artış yaşandı? Başka bir soruyla, bugün yasa maddesini “en ağır ceza” halinde düzenlesek cinayetler son bulacak mı?
Sorulan soru yanıltmasın; yasalara ihtiyacımız olmadığına işaret etme çabasında değilim. Elbette her suçun kendisiyle orantılı bir cezaya ihtiyacı var ve cezalar suçu önlemek içinse yaptırımların caydırıcı olması gerekir. Ancak tek başına cezanın suçu önleyeceğini söylemek yanılsama olur. Bir suçun bitmesi isteniyorsa, buna dair devletin tepeden tırnağa bir politika üretmesi gerekir. Ve nihayet bu politikaların günlük hayatta uygulanması… Bu sebeptendir ki uluslararası sözleşmeler devletlere sadece yasa yapmayı değil, bu yasaları hayata geçirmek için pratik uygulamaları da bir ödev olarak vermektedir.
 

MESELE 3-5 YASA MESELESİ DEĞİL!
Sorunun çözülebilmesi için öncelikle doğru bir saptama yapmak lazım. Zira erkek şiddetinin sebebini yalnızca hukuki norm eksikliği olarak ele almak, çözüm çabasını buraya tıkayacaktır. Bu çaba ise beyhude kalmasının dışında asıl sorumluları sorumsuzlaştırmanın en etkili biçimi olacaktır. Hükümetin fail sıfatını sonlandırmakla kalmayıp, ona kurtarıcı rolü biçecektir.
Görülmesi gereken, meselenin yasa boyutundan ziyade, pratik boyutudur. Yani, yasaların düzeltilmesinin yanında uygulanmasıdır. Evet şu an yürürlükte olan ceza yasası, uygulandığı taktirde, şiddeti, tacizi, tecavüzü ciddi oranda azaltabilecek etkiye sahip. Buna karşın yargı kararları ve hükümet politikaları, erkeklere cesaret verecek, katillere “öldürme hakkımı kullandım” dedirtecek kadar aymaz durumda.
Bununla birlikte, ceza yasasının tek başına derya içindeki bir damla olduğunu görmek lazım. Kadının bir “birey” olduğunu öncelikle bütün yasalar kabul etmeli ve toplumsal cinsiyet eşitsizliğini giderecek bir dil ve düzenlemeler geliştirmelidir. Ancak yine bütün bu kurallar, kağıt üzerinde kalmamalı, hayatın bütün alanlarında yer bulmalıdır. Örneğin kadınlara kahkaha atmasını “ayıp” olarak nitelendiren, kaç çocuk doğurması gerektiğini, kürtaj yaptırıp yaptırmaması gerektiğini söyleyen, iffet ölçütleri dizen yetkililer de yaptırımlarla karşılaşmalıdır. Çıkarılan başkaca yasalarla, yönetmeliklerle kadınlar aile sınırlarına, evin içine hapsedilememelidir. Ya da devletin istihdam programlarında “yarı insan” olarak görülmemelidir.
Temel problem cezasızlık kültürü. Bir devlet geleneği olarak karşımızda duran cezasızlık, devletin istediği her aşama ve her mekanizmada işletiliyor. Genellikle devlete suç işleme yetkisini fiilen tanıyan bu kültür, yasalarda tanımlansa dahi devletin suç olarak görmediği bütün fiillerde ortaya çıkıyor. Bunun yansıması olarak da mahkemeler, önlerine gelen davaları, hukuksal çerçeve kapsamında değil, devlet politikasına paralel olarak değerlendiriyor. Bol keseden indirimler dağıtılıyor, korkunç gerekçelere imza atılıyor, katiller aklanıyor...
 

YÜREĞİMİZİ NE SOĞUTUR?
Geçtiğimiz günlerde Başbakan Davutoğlu, Özgecan’ın katilleri en yüksek ceza ile cezalandırılmasına karşın “yüreğim soğumadı” dedi. Başbakanın samimiyeti bir yana, ne kadar tehlikeli bir yönlendirme içerdiğini görmekte fayda var. Cezalar, kişilerin duygusal tatmini için değildir. Suçu ortadan kaldırmak içindir. Herkesin yüreği başka türlü soğur. Cezada kendi tatminlerini kıstas almayı bir alışkanlık haline getirmiş AKP, Davutoğlu eliyle bu kez de “kısas”ı işaret etti. Hükümetin sorunu çözmemedeki ısrarının en son noktası yine insan haklarının en uzak noktasına düştü. Karşımızdaki bir katil dahi olsa, cezalar insan haklarını temel alarak düzenlenmelidir.
Biz bu ülkede, kadınlık tarihinin neredeyse bütün hak arayışlarını her gün hem kişisel hem de toplumsal olarak yaşıyoruz. Sadece kadın olduğumuz için her gün bir karanlık sokaktan yürüyemiyor, eşlerimizden, sevgililerimizden, babalarımızdan şiddet görüyoruz. Ve sadece kadın olduğumuz için bahaneleri değişen şekillerde öldürülüyoruz. Bu noktada görev üstlenen hükümet her gün kadınlara ders verirken, erkeklerin katil sıfatlarına dair tek söz söylemiyor, tek araştırma yapmıyor, tek bir önlem almıyor. “Mesele münferittir” diyor, odağı şaşırtmaya çabalıyor. Buna ortak olamayız. Odağın şaşırmasına hizmet etmek hem hükümeti haklı çıkartacak hem de derdimiz dermana ulaşmayacaktır.  

Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
ÖNCEKİ HABER

Kocaeli’de işçi kapı ile duvar arasına sıkıştı

SONRAKİ HABER

Rusya’ya meyve ihracatı artmış

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa