Filiz deyin yeter
Gözlerinde “Bakın ben hala direniyorum” ışıltısıyla, sesinde hiçbir şeyin kirletemediği masumiyetle anlatıyordu… Artık Filiz, sıradan bir hastabakıcı değildi gözümde. Hayatın tüm yükü sırtına vurulmuş “emekçi kadın”, aile içi erkek şiddetinin en iğrencini tattırdıkları küçük bir “kız çocuğu”, yaşlı felçli bir yabancıdan baba ilgisi bekleyen “genç kız”dı.
Meltem TEKER
O sıcak yaz sabahı, mesainin ilk dakikalarında klinik kapısında tanıştık Filizle… Birkaç gün önce telefonda kekeleyerek, titrek sesiyle sorduğu soruları, bakışlarıyla yüzüme yöneltmiş tekrarlıyor, tekrarlıyordu… “Tedaviye hemen başlar mıyız? Hangi odaya geçeceğiz? Ne kadar sürer? Başka bir semtte şubeniz yok mu? Orada çatışmalar varmış. Bize bir şey olmaz değil mi?”
Yaşlı hastasını yerleştirdiği tekerlekli sandalyeye bir eliyle, tıka basa dolu ağzı zorla kapatılmış valizine öbür eliyle sıkı sıkı yapışmış; tombul bedeninden hiç de beklenmeyecek bir çeviklikle ne yana dönsem o tarafa geliyordu. “Adım Filiz. Babamla sabah geldik Karadeniz’den. Konuşmuştuk hani telefonda…”
Ağzından bir çırpıda dökülen cümlelerle, omzuna düşen eşarbını, dağılan sapsarı terli saçlarını aynı anda toparlamaya çalışıyor, bu arada hastasının soran gözlerine mimikleriyle cevap yetiştiriyordu.
Çok geçmeden Filiz ve hastasını uygun bir odaya yerleştirdik. Vizit için yanlarına gittiğimde karşılaştığım manzara inanılmazdı. Kocaman litrelik kavanozlarda yığınlarca ilaçlar, odanın her yerine saçılmış rengârenk iplikler, kukalar, kumaşlar, boy boy renkli düğmeler. İğneler, poşetler ve tüm bu karışıklığı pamuk kadar beyaz elleriyle toparlamaya çalışan Filiz… Durumu açıklamaya çalışırken, yüzüme bakamıyordu bu kez… “Sinir haplarım bunlar Hocam... Küçükten beri kullanıyorum. Bunlar da işleme yapmak için malzemeler. Çeyizlik örtüler işliyorum. Ek gelir olsun diye…”
Her gün farklı yanlarını öğrendikçe daha çok girmeye başladım Filiz’in gizemli dünyasına. Sıradan sohbetlerimiz, artık daha uzun ve samimi olmaya başlamıştı.
29 yaşında, hiç evlenmemiş. Sıkıntılı bir nişanlılık dönemi geçirmiş “bozmuş” nişanı kısa zamanda. “Sonra da attık yüzükleri” derken göğsünü kabartmış, burnunu havaya dikmiş, başını pencereye çevirmiş, benimle değil, dışarıdan süzülen ışıkla konuşuyordu sanki. Hayatına değmiş tüm erkeklere karşı iyi bir kazanımın haklı gururunu, bakışlarında haykırıyordu artık.
Filiz’te gördüğüm bu sıra dışı davranışlar artık iyiden iyiye merak konusuydu benim için. Hastasına bakıyor, elişlerini yapıyor, arabesk müzik dinliyor, ağzı hiç boş durmuyor konuşuyor, konuşuyordu. Ses tonunu kontrol edemediği için yan hastalar şikâyet etse de Filiz bir şekilde alırdı gönüllerini. Üzerindeki “değersizlik” kılıfından çıkmak için her yolu denediği sohbetler eder, ihtiyaçlarını sorar, alışverişlerini yapar affettirirdi kendini.
Hemen her konuda söyleyecek sözü vardı Filizin. En çok da erkekler konusunda. Erkekler, cezaya layık, mutluluk hak etmeyen insanlardı ona göre. Tavandan iple asılmalı, etleri kesilip tuz basılmalıydı yaralarına. “Yapma Filiz, babanın yanında konuşma böyle” dediğimde hastadan aldığım cevapla şok oldum tabii... “Öz babası değilim ben onun. Küçükken babası tecavüz etmiş. Kimse inanmamış. Bu kızı suçlamış durmuşlar hep. En sonunda ağabeyi yakalamış. Ortaya çıkmış her şey…” Kelimeler dondu sonra, zaman dondu, mekân dondu... Acımasız soğuk bir rüzgâr odadaki her şeyle birlikte beynimin içini de buz gibi dondurdu o an.
Başka bir aralıkta, acı hikâyesinin gerisini Filiz’ten dinledim. “Bizim oralar yoksul yerler. İş yok, para yok... Okutmadılar bizi… Ağabeyim içki içer, kumar oynar babam gibi. Beni sinir hastası ettileeerr anamı diyaliz hastası.” Babası ölünce çilesi biter sanmış, yanılmış Filiz. Ağabeyi ellerinde ne var ne yoksa evi ocağı satmış kumara vermiş. Kredi borçları sarmış üstelik Filiz’in başına.
Anlatıyordu Filiz, hiç susmadan, dur durak bilmeden anlatıyordu... Kendisinin “insan” yerine konup dinlenmenin verdiği mutlulukla kâh gülümseyerek, kâh kaderden dem vurarak, coşarak anlatıyordu… Gözlerinde “Bakın ben hala direniyorum” ışıltısıyla, sesinde hiçbir şeyin kirletemediği masumiyetle anlatıyordu…
Artık Filiz, sıradan bir hastabakıcı değildi gözümde. Hayatın tüm yükü sırtına vurulmuş “emekçi kadın”, aile içi erkek şiddetinin en iğrencini tattırdıkları küçük bir “kız çocuğu”, yaşlı felçli bir yabancıdan baba ilgisi bekleyen “genç kız”dı. “Hasta bakarım, temizliğe giderim, el işi yapar satarım… Size de yardım ederim burada. Yardıma ihtiyacınız olursa seslenin bana. Filiz deyin yeter. Filiz…”