Tutunabilenlerin hikayesi...
Fatih POLAT
Bir mezarın başına yirmi yıldır, hiç aksatmadan gitmek, orada konuşmalar yapmak, oradan haberler yaparak servis etmek, o haberleri gazete sayfalarına, televizyon ekranlarına taşımak...
Kendisini bu yirmi yıllık tarihin bir parçası olarak görmeyen hiç kimse bunu yapmaz.
Bazı yıllar yoğun kar yağışı, bazı yıllar ocak ayının ayazı altında o mezarın başına, kendisine yapılan kutsal bir çağrıya yanıt veriyormuş gibi gitmek... Bir de İstanbul gibi, bir yerden bir yere gitmenin meşakkatli bir iş olduğunu, gerçekten bir emek gerektirdiğini de düşünürseniz.
Arkadaşım, Sevgili Metin Göktepe’nin bu yılki anmasında da, ailesiyle birlikte, çalışma arkadaşları, sokakta birlikte görev yaptığı, katledildikten sonra da ilden ile sürülen davasının peşini hiç bırakmayan meslektaşları, yoldaşları vardı. Hatta ağır bir grip nedeniyle yatak döşek yatarken, her yıl geldiği Metin Göktepe’nin mezarı başındaki anmaya bu yıl da kendisini adeta sürükleyerek gelen bir meslektaşı da vardı. Adını anmayacağım. Zaten kendisi de anmamı istemeyecek kadar mütevazıdır.
Bir gazetede kritik bir yönetici kademede görev yapan ve gazetenin mutfağını çok kolay terk edemeyecek durumda olduğu halde, meslektaşı Metin Göktepe’nin anmasına yirmi yıldır aralıksız gelen bir başka meslektaşı da vardı. Metin Göktepe davasının sıkı takipçilerinden biri olan, aynı zamanda Metin Göktepe Gazetecilik Ödülleri Komitesinde görev yapan, ödül töreninde sunuculuk dahil kendisinden talep edilen her şeyi hiç yüksünmeden yapan deneyimli gazeteci yine oradaydı ve Metin’in mezarı başında konuşanlar arasındaydı.
Bu isimlerden herhangi birinin adını açık yazsam, bu anmaları hiç aksatmayan bir başkasını atlayıp incitmiş olma ihtimalini de düşünerek isim yazmıyorum. Bazılarına abartı gibi gelebilir ama, açıkçası bu isimlerin her biri bana bir romanın kahramanları gibi görünüyor. Mesela Oğuz Atay bugün yaşasaydı ve bir de farklı bir tarz deneyerek ‘Tutunabilenler’i yazmaya niyetlenseydi, Metin Göktepe gerçeğinin basın özgürlüğü ve halkın haber alma hakkı açısından bir simgeye dönüşmesini kendi eylemleriyle inşa eden bu insanları da yazabilirdi diye düşünüyorum.
Türkiye’de her türlü baskıya, yaşadıkları acılara rağmen yan yana gelerek, belli direnç noktalarına tutunarak mücadele eden az insan yok. Eğer kötü olan şeylerin mutlaka değişeceğine, aşılacağına inanıyorsak, bu insanların, kesimlerin, güçlerin yaşama mücadele ederek tutunma biçimlerine duyduğumuz güvenden ötürü inanıyoruz. Bu ülkeyi, işini doğru düzgün yapmaya çalışırken canından olan gazeteciler mezarlığından, kendi kendilerini yönetmek istediler diye devlet kurşunu ile cezalandırılıp, cenazelerini almalarına bile izin verilmeyenlerin ülkesi olmaktan tutunabilenler ve onların mücadelesi kurtaracak.Metin Göktepe’nin mezarı başında bir araya gelmek, manevi bir geleneği sürdürmekten öte, bir direnç noktası olarak ona tutunurken, aynı zamanda ondan aldığımız güçle başka bir yere uzanmak anlamına da geliyor.
Bu yıl da Fadime Anamızın o her zamanki gibi dokunaklı konuşmasıyla, her gün art arda ölüm haberleri gelen Diyarbakır’a, Şırnak’a uzandık... Diğer konuşmalarla, heyecanlı tavırları gerekçe gösterilip ardından da uydurma gerekçelerle tutuklanan meslektaşımız Beritan Canözer’e, Silopi’de polis tarafından gözaltına alınıp, tıpkı Metin gibi götürüldüğü spor salonunda kendisine işkence edilen meslektaşımız Nedim Oruç’a uzandık. Cezaevinden gönderdikleri mektuplarla Metin Göktepe’yi ve basın özgürlüğü için verilen mücadeleyi selamlayan Can Dündar’a, Erdem Gül’e uzandık. Tıpkı onların da, satırlarıyla, sıcak mesajlarıyla bizlere uzandıkları gibi.
Bu ülkeyi tutunabilenler değiştirecek. Selam olsun onlara!
Evrensel'i Takip Et