Dönülmez faşizmin ufkundayız*
Nilüfer ALTUNKAYA
Günlük yaşamda da akademik tartışmalarda da oldukça sık kullanılan ‘faşizm’e yüklenen anlam aslında son derece tartışmalıdır. Mussolini’nin 1920’lerin başlarında İtalya’da iktidarı ele geçirmesinden bu yana faşizmin karakteristik özellikleri hakkında teorik araştırmalar da amprik araştırmalar da devam etmektedir. Sosyologlar bir siyasi ideoloji olarak faşizmi çok yönlü ve uluslararası boyutlarıyla kavramsallaştırmaya çalışırken karşılaşılan handikapları böylece aşmaya çalışmaktadır.
Kavramsal olarak faşizmin ne olduğu ile ortaya çıktığı koşulların yani siyasi-toplumsal atmosferin ve birey üzerindeki etkilerinin incelenmesi arasında bir ayrım yapmak karşılaştırmalı çalışmalar açısından önemli bir adım olmuştur.
Avrupa siyasetini belirleyen savaşlar arası dönem “faşizm çağı” olarak adlandırılsa da faşizmin siyasi ve toplumsal olarak ideolojik kökenleri Aydınlanma ve 19 yy. başlarına kadar dayandırılır.
“Faşizm alanında –günümüzde artık ‘klasik’ olmuş- üç yorum belirlenebilir:
1) Avrupa toplumundaki ahlaki krizin belirtisi olarak faşizm
2) İtalya ve Almanya’daki gecikmiş ve nevi şahsına münhasır ulus-devlet inşası ve ekonomik kalkınma biçiminin sonucu olarak faşizm
3) Faşizmi, kriz içindeki bir sistem olarak kapitalizmin gelişimindeki son aşama olarak değerlendiren Markist görüş”1
Özellikle 80’li yılların sonrasında birçok tek değişkenli faşizm teorileri geliştirilmiştir. Bu yazının sınırları içinde bunların da bizim için dikkat çekici olanlarına şöyle değinebiliriz:
1. Kötü kahraman Führer kişiliğinin ürünü olarak faşizm
2. Toplumsal yapının doğal bir uzantısı olarak faşizm
3. Hastalıklı bir kültürel geleneğin ürünü olarak faşizm2
Kısaca söylemek gerekirse günlük hayatın içinde çok rahat kullanılan bir terim olsa da faşizmi anlamak sanıldığı kadar kolay değildir. Faşizme yönelik teorik araştırmalar da siyasi oluşumlar da hâlâ oldukça hareketlidir.
FAŞİZMİN BİZDEKİ TEZAHÜRÜ
Ülkemizde de ulus-devlet inşasına dayanan ve siyasi atmosferden beslenerek darbelerle şekillendirilen totaliteryalizm, faşizmin zaman zaman paradigmatik bir tezahürüne dönüşmüştür. İşin acı yanı olağan bir demokratik siyasi atmosfer varmış yanılgısı içinde askeri darbe sonrası anayasa referandumları yapılmıştır. Yaşanan darbelerden doğan iktidarlar ülkeyi yıllarca yönetirken modernleşmenin muhafazakâr yapıları sağlamlaştırılmıştır.
“Bir Türk dünyaya bedeldir.”, “Ne mutlu Türk’üm diyene!” söylemleriyle yüceltilen ulusal kimlik 40’lı yılların genç cumhuriyetinin temellendiği bir ülküdür. Menderes’i iktidar yapan karşı söylem, kültürel bir devrim olarak dayatılan laiklikten de halkın İkinci Dünya Savaşı’nın yarattığı yoksulluğa gösterdiği tepkiden de beslenmiştir kuşkusuz.
Askeri darbelerin biçimlendirdiği siyasi atmosferin sivilleşmesi için ötelenen bir başka kesimin yani radikal çizgisinden liberal sağa doğru saptığı düşünülen ‘İslamcı’ların iktidarının ‘yetmez ama evet’çilerle desteklenmesi gerekecektir. Bir sivilleşme hareketi gibi algılatılan dönüşüm sonrası ise korkulan olmuştur. Sanıldığı gibi demokratikleşme ortamı yerine iktidarın baskıcı tutumlarının fütursuzlaştığı bir antidemokratik ortama öngörülemez bir hızla geçilmiştir.
İçteki siyasi atmosferin özellikle Suriye savaşından sonra daha da hızlı değişip dönüştüğüne şahit olduk. Ama asıl kırılmanın barış sürecinin yeniden çatışmaya dönüştüğü Haziran sonrası gerçekleştiğini söyleyebiliriz. Şimdi mevcut iktidar dini ve milliyetçi söylemleri aynı anda dönüşüme sokarak yarattığı korku imparatorluğunu daha da sağlamlaştırmaktadır.
Rejimi kendi siyasi algısına göre biçimlendiren iktidarın faşizmle bağdaşan özellikleri için Avrupa ve savaş dönemi faşist oluşumların özelliklerine biraz göz atarak şöyle bir bağ kurabiliriz:
Genel olarak oluşturduğu manyetik alan duygusal itkilerden kolaylıkla beslenerek yayılır. Bireyin ait olduğu grubun haklarını kendi haklarından üstün görmesi, coşkulu kalabalıklar, hitabı güçlü ‘karizmatik’ bir lider, mağduriyet takıntısı, militanlaşabilecek potansiyele sahip bir kitle ve meşru kılınan bir şiddet eğilimi.
Ne yazık ki şiddet artık bir eğilim olmaktan çıktı ve ciddi bir tehdit olarak sokaklarda dolaşıyor. İktidar barış çağrılarını yapanları, “akan kanlarınızla duş alacağız” diyen bir mafya lideri ve ‘Ergenekon sanığı’nın sözlerine sessiz kalarak tehdit ediyor.
Son olarak şunu eklemek gerek: Faşizmin ne zaman, kimi, hangi gerekçeyle vatan haini ilan edeceği hiç belli olmaz.
*ve elbette selam olsun Can Baba’ya…
1 Karşılaştırmalı Faşizm Çalışmaları, Derleyen: Constantın Iordachi, Çev.: İsmail Ilgar, İletişim Yayınları,2015
2 A.g.e. (s.35)