24 Ocak 2016 04:13

Diyarbakır’da yaşamak

Diyarbakırlı Yazar Murat Özyaşar, 'dünya alem sağlıklı yaşam için yürürken Kürtlerin sadece ‘yaşamak’ için yürüyüş yaptığı, ayakta kalmak için ‘ayaklanmanın’ zorunlu olduğu şehir' Diyarbakır’ı yazdı. (FOTOĞRAF: Sertaç Kayar)

Paylaş

Murat ÖZYAŞAR

Diyarbakır’da yaşamak; Kürtçenin yasaklı olması sebebiyle temiz bir Kürtçenin konuşulmadığı, yaşayanların Türk olmaması sebebiyle temiz bir Türkçenin de konuşulmadığı, herhangi bir dilin herhangi bir ağız, şive ve lehçesinin de konuşulmadığı, hele hele bir aksanın hiç konuşulmadığı, ancak ve ancak “aksayan” bir dilin konuşulduğu, gramatik ve semantik bağlamda Türkçeyle Kürtçenin birbirine fena halde bulaştığı, bulaşmakla kalmayıp birbirini feci kırdığı bir dilin içine doğmak ve oradan konuşmaktır: Ey devlet kabahatlere gelesin, demektir!

“Kepenk kapatma eylemi var, yarın da olacakmış,” diye şehirde türlü türlü tevatürün dolaştığı bir anda, dükkânının kapısında elinde çay bardağı ağzının kenarında sigarası ile, öbür dükkânlar kapattı mı kapatmadı mı diye etrafı kolaçan eden esnafın, gündüz vakti birdenbire patlayan bombaya “Yaw daha saati değil,” demesine tebessüm ederek yoluna devam ederken “Allah mahkumlarınızı serbest bıraksın, ölülerinizin kemikleri bulunsun,” diye dua eden dilenciye, dilencinin bile politiğine denk gelmektir.

Sokakta oyun oynayan veletlerden birinin “hile yapmasıyla” haksızlığa uğradığını düşünen öbür veledin ellerini havaya kaldırarak “Ma bu adalettir?” isyanlı sorusuna, ileride akîl adam olacak bir başka veledin “Adalet değil, devlettir!” demesine uzun uzun bakakalmaktır.

Diyarbakır’da yaşamak; sabah sabah Ortadoğu’yu, akşam akşam yine Ortadoğu’yu düşünmektir.

“Karaşın” sözcüğünün karşılığını layıkıyla bulduğu bir yerde yaşamaktır.

“Allah’ım Kürtler niçin yaşlı doğuyor”un açıklamasını uzun uzun yapmaktır.

Diyarbakır’da yaşamak, bazen yaşamamayı öğrenmektir.

İllegal başkent olmanın bütün yükünü omuzlayıp bir gün mutlaka, her anlamıyla “güvercinin başkenti” olmayı düşlemektir.

Eylem ve protestolarda Türkçe atılan “Yaşasın halkların kardeşliği” sloganının birden, dilde makas değişikliğiyle Kürtçeye evrilip “Bijî biratîya gelan”a nasıl geçildiğini fark etmeden yanınızdaki kişinin “Yaw he he, yaşasın halkların görümceliği” demesine eşlik etmektir.
“Devlet hakkında ne düşünüyorsunuz,” sorusuna “Walla biz devletten memnunuz,” diyen yaşlı dayıya, Roj TV spikerinin kamerayı ve mikrofonu kapattıktan sonra çıldırır gibi “Dayı senin köyün yakılmadı mı?”
 “Yakıldı.”
“Bir oğlun dağda ölmedi mi?”
“Öldü.”
“Sen şehirde perperişan bir hayat sürmüyor musun?
“Sürüyorum.”
“Ee, nasıl devletten memnun olursun?” sorusuna, yanıt olarak “O benim resmi görüşümdür,” diyen dayıyla selam alıp vermektir.

Diyarbakır’da yaşamak, “Sana bi kelime edecağım,” deyip iki paragraf konuşmaktır.

12 yaşındayken Vedat Aydın’ın, 13 yaşındayken Apê Musa’nın, 36 yaşındayken Tahir Elçi’nin ve bu arada yazık ki artık ismi dahi hatırlanmayan yüzlerce çocuğun faili meçhule gitmesine tanıklık edip serikatilserikatilserikatil… diye diye yaş alırken ömür vermektir.  

“İstikrar”lı bir şekilde büyüyen tek yerin mezarlıklar olduğu, yasaklanmış bir yasın uzun yıllardır sürdüğü, bu sebeple de travmadan bir türlü çıkılamayan, korkunç sarı kahkahaların uzun uzun atıldığı bir şehirdir.

Dersine girdiğiniz 18 yaşındaki gencin annesi bir sabah sınıfın kapısında belirip “Çocuğum dün gece eve gelmedi,” cümlesini sessizlikle karşılamadır. Çünkü o 18 yaşındaki genç bir sonraki gün de gelmeyecektir, bir sonraki gün de, bir sonraki…
Annelerin çocuklarının spor ayakkabı giymesine şiddetle karşı çıktığı, çünkü spor ayakkabı giyen çocukların eyleme gideceği şehirdir Diyarbakır.

Eve geç gelmenin bir başka anlamının olduğunun anlaşılmaya muhtaç olduğu şehirdir.

Bütün dünya alem sağlıklı bir yaşam için yürüyüş yaparken, Kürtlerin sadece “yaşamak” için dağ bayır yürüyüş yaptığı, ayakta kalmak için “ayaklanmanın” zorunlu olduğu şehirdir Diyarbakır.

“Vurun ulan vurun ben kolay ölmem,” diyen şair Ahmed Arif’in, “Her köşe başında kimlik soruyorlar benden, açıp yaramı gösteriyorum,” diyen Hicri İzgören’in, “Çünkü acısına seyirci ister hayat” diyen Kemal Varol’un şehridir.

Minibüste öğrenciye iki kuruş indirim var diye 65’lik dayının şoföre para uzatırken pişkin pişkin “bi’ öğrenci” demesine karşılık, şoförün “Dayı, kaçıncı sınıf?” diye karşılık vermesidir.

Sosyal medyadan apararak söylersem: Amed’de simit satan çocuğa “Günde kaç tane simit satisen,” diye sorana “Alisen al, almisen devlet gibi ne oyalisen beni,” diyen simitçi çocuktur.

Polis bariyerine “kurutmalık biber” asıp, tüm iktidar aygıtlarını allak bulak eden, özerkliğini en önce ilan eden  güzel teyzelerin olduğu şehirdir.

Ana akım medyanın yalan yanlış haberlerine okkalı küfürler etmekten, “nalet gelsin” demekten sıkılıp her evin balkonuna veya damına çanak anten almanın zorunlu olduğu şehirdir.  

“Kendine iftira etmek” gibi “ruh hali”ni şahane ifade eden deyimlerin kullanıldığı şehirdir.

Evinizi tamir etmeye kalkıştığınızda banyoyu, mutfağı, balkonu “yıkıp dökmekte” gayet mahir ustalar bulacağınız (çünkü savaş bunu öğretmiştir), ama “inşa ve yapma”da tek bir usta dahi bulamayacağınız (çünkü bütün Ermeni zanaat ustaları vaktinde gönderilmiştir şehirden), üstelik yarım yamalak biten işten  sonra anasının başlık parasını isteyen ustaların olduğu şehirdir.

Öfkesi de sevinci de isyanı da başka bir yere benzemeyen, 40 yıl orada  yaşasanız da  hayret kipiyle bakmak zorunda olduğunuz kent değil, şehirdir Diyarbakır.

Hangisi: Amed mi Diyarbakır mı?

Kimlik için yüz yıldır savaşın verildiği, nice bedelin ödendiği, belki de dünyanın en kimlikli şehirlerindendir Amed yahut Diyarbakır.
Diyarbakır’da doğmuşsanız şayet, diğer yerlerdeki yaşıtlarınıza nazaran devletin soğuk sözcüklerine erken kayıt yapmak, bu sözcükleri erken sökmek ve bu sözcüklerle erkenden tanışmak zorunda olduğunuz, ama ve ancak isyanın sözcükleriyle mezun olabileceğiniz şehirdir.

Aslında sadece bunu demeliydim galiba: İçinde devletin ve isyanın geçtiği uzun bir cümledir Diyarbakır.

Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
ÖNCEKİ HABER

Solo vitamin

SONRAKİ HABER

Ege’den notlar*

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa