Ege’den notlar*
Hayatını kaybeden mültecilere 15 gün içinde sahip çıkan kimse olmazsa hikayeleri bu mezarlıkta bir sayı olarak son buluyor. (Fotoğraf: Ayşe Adanalı)
Ayşe ADANALI**
Ocak ayının ikinci haftası. İzmir. Son birkaç gündür sağanak yağış hayatı pek de kolaylaştırmıyor buralarda. Basmane ilçesi hâlâ ne şekilde olursa olsun Avrupa’ya geçmeye kararlı mültecilerle dolu. Genç erkeklerin sırtında çantaları sokak ortalarında geçişlerini sağlayacak bağlantıyı kurmaya çalışıyor. Kadınlar ve çocuklar genellikle kafe ve restoranlarda oturtulmuş bavullara göz kulak oluyor. Bazı pazarlıklarsa hâlâ çay bahçelerinde yapılıyor. Bu masalarda da kadınlar arkada birbirleriyle konuşurken, erkekler kaçakçılarla çay içip detayları tartışıyor. Gariptir, tam bu esnada çay bahçesinin televizyonunda bir gün önce batmış bir mülteci botunun haberi yayınlanıyor, ölüler var; birçoğu kadın ve çocuk. Ekrana bakan yüzler epey endişeli ancak hâlâ bir o kadar da kararlı.
Haberde bahsi geçen bot Altınova sahilinde batıyor. Cansız bedenlerin çoğu dalgaların da etkisiyle sahile vuruyor. Balıkçılar botu farkettikleri gibi Sahil Güvenlik’e haber verip cesetleri çıkarmaya yardım ediyor. O ana tanık olan tüm balıkçıların hafızasında küçük bir kız çocuğu var. Balıkçı Kadir gözleri dolu şöyle anlatıyor: “…saçları öyle uzundu ki belki iki metre. Doğduğundan beri kesmemiş belli. Sonra da böyle bir ölüm…“
Dört kişi canlı kurtarılıyor ve hemen sahildeki kafeye götürülüyor. Önce kuru giysiler veriliyor sonra kafe sahibi Gürkan adaçayı hazırlıyor. “O kadar çok şeker tükettiler ki… artık nasıl üşümüşlerse, nasıl bir şoka girmişlerse. Neyse ki bir süre sonra toparladılar kendilerini. Yere yan yana dizilmiş cesetleri gördüklerinde ne hissettiler onu bilemem işte.“
Balıkçı Recep ise farklı bir noktaya değiniyor: “Botlarında delikler vardı. Bunlar Yunan polisi tarafından geri püskürtülmüş. Sonra da fırtına, dalga derken darmaduman olmuş garibanlar. Hâlâ kayıplar var. Muhtemelen bugün yarın balıkçı arkadaşlar denizde cansız bedenler bulacak.“
O fırtınalı gecenin ardından Altınova’da hava güneşli, deniz çarşaf gibi. Sahil boyu tek tek ayakkabılar kalmış geriye, bir de sahte can yelekleri.
Sahte can yelekleri denizde gerçekleşen mülteci ölümlerinin önemli bir sebebi haline geldi. Ege Denizi diğerleriyle kıyaslandığında soğuk bir su değil. En soğuk olduğu Şubat ayında bile en düşük 13 derece oluyor. Bu durumda kişi yaşı ve dayanıklılığına göre, çok zor şartlarda da olsa, 2 ila 24 saate kadar suda hayatta kalabiliyor. Sahil Güvenlik’in bir mülteci botuna ulaşma süresi tespit edildiği andan itibaren yedi dakika (2015 ortalaması). Boğularak ölen mültecilerin büyük bir bölümü eğer daha çok su çekip ağırlığı arttıran sahte yelekler yerine gerçek bir can yeleği giymiş olsaydı hayatta kalacaktı. Kaldığı hayat nasıl bir hayat olacaktı orası elbet apayrı bir konu.
Avrupa’nın Türkiye’ye mesajı net: “O mülteciler bizim sınırlara geçmeyecek.” Bir tarafta bu baskı diğer tarafta durdurulamayan bir savaştan kaçan insanlar. Bu durumda geçişleri durdurma adına Türkiye’nin yapabileceği pek bir şey yok. İnsanlar her şeyi göze alıp denemeye devam ediyor, Avrupa da onları geri çevirmeye. Sahil Güvenlik aralıksız olarak Yunanistan’a geçmeye çalışan mültecileri yakalıyor. Asıl görevi geçişleri durdurmak olsa da bu şartlarda görevleri daha çok hayat kurtarma operasyonlarına dönüşüyor. Gemilerde termal kameralar olduğu gibi çoğu zaman da botların içindeki mülteciler ya donmak üzere olup ya da fazlasıyla su alan botlarının batmak üzere olmasıyla kendileri, onlara kaçakçılar tarafından söylendiği gibi, 158’i arayıp Sahil Güvenlik’ten yardım istiyor.
Suriye savaşından çok önce bu işe başlayan, işini insani boyutlarda yaptığını savunan bir kaçakçı artan ölümleri şöyle yorumluyor: “Burada gördüğün hemen hemen herkes artık bu işi yapıyor. Baktılar para var, umutsuzluk var baktılar bitecek gibi değil… E bunlar tabii insanların hayatlarını umursamıyor alacakları paraya bakıyor. Hava kötüymüş, can yelekleri sahteymiş kimin umrunda. Ben havalar düzelene kadar tatildeyim mesela.”
Ortada bir gerçek var. Ege Denizi’nde yakalanan mülteci sayısı da artıyor ölen mülteci sayısı da. 2011’de 345 mülteci yakalandı, 2015’te 86.462. 2011’de beş mülteci Ege Denizi’nde hayatını kaybetti, 2015’te 276.
Biz sayılara odaklana duralım, gözümüzün önünde çığ gibi büyüyen bu rakamlar neyi değiştirmekte? Bu artış ne acı ki şimdiye kadar sadece durumun ‘kriz’ olarak tanımlanmasına sebep oldu. Avrupa’yı ‘mülteci krizi’nden yakayı nasıl kurtaracakları konusunda apar topar çözümler bulmaya sevk etti. Ve hepsi bu.
Kıyıya vuran ayakkabılar yazın huzur bulmaya gelen tatilcilere bu kumsalda son bulan hayatlara dair bir şey anlatabilecek mi?
Sahte can yeleklerinde kullanılan malzeme tuttuğu su miktarıyla ağırlığı arttırarak dibe batmayı kolaylaştırıyor.
Yunanistan’a geçmeye çalışan mültecilerin yanlarına alabildikleri kısıtlı eşyalardan biri bebek bezi olmuş. Bez hala bir şekilde varlığını sürdürürken bebek artık yaşamıyor.
İzmir Doğançay Mezarlığı’nın en tepesinde yer alan kimsesizler bölümünde artık çoğunlukla mülteciler var.
*İlk olarak multeciyimhemserim.wordpress.com’da yayımlanmıştır.
**Gazeteci
FOTOĞRAFLAR: AYŞE ADANALI