Dört büyükler bağlamında Muzaffer Oruçoğlu ve epistemolojik kopuş

Serhat YÜKSEKBAĞ
Can Yücel bir şiirinde “Başka türlü bir şey benim istediğim/ ne ağaca benzer, ne de buluta” demişti. Bu şiirinde başka bir hayata özlemini anlatıyor şair. Özlem duyduğu yerin başka türlü bir dünya olduğunu söylüyor. Başka bir dünyaya, başka bir düzene olan istek var. Elbette mistik bir dünya ya da gerçek dünyadan başka bir dünya kastedilmiyor, bu dünyanın dönüşmesini, bu düzenin değişmesini vurguluyor şair. Sanat tarihinde onlarca sanatçı vardır bu özlemi dile getiren. Şiirde Nazım Hikmet, edebiyatta Sabahattin Ali, sinemada Yılmaz Güney, müzikte Ruhi Su ve onlarcası…
Bu saydığım sanatçılar sanatın farklı disiplinleri yoluyla varolan düzenden bir kopuş yapmışlardır. Eşitlikçi bir düzen, sınırsız ve sınıfsız bir topluma olan özlem… Bugünlerde yeni çıkan bir kitap var: Mehmet Akkaya’nın “Filozofça” serisinin yeni kitabı Epistemolojik Kopuş*. Tartışmaya açık ve oldukça iddialı bir kitap. Alt başlığı “Sanat ve politikada; bilim ve felsefede; roman, resim ve şiirde kopuşa doğru: Muzaffer Oruçoğlu.”
Yazarın deyimiyle “dört büyükler”den olan Sabahattin Ali, Nazım Hikmet, Ruhi Su ve Yılmaz Güney ülkemizin kültürel değerlerine ve en yüksek akıllarına gönderme yapıyor. Akkaya, M. Oruçoğlu’nu da bu kategoriye dahil ediyor ve sanatında onların devamcısı olduğunu söylüyor. Oruçoğlu’nu ele alırken bu isimlerin hatırlanması gerektiğini vurguluyor. Bu isimleri yan yana getirme sebebi ise düşünüş ve davranış tarzlarında, kapitalizm ve onunla ilişki içinde biçimlenmiş olan devlet ve düzen karşıtlığı ve bunu yaparken politika ve sanat arasındaki diyalektik ilişkiyi sonuna kadar işletmeleridir. Böylece çağın ülkemiz özgülünde en yüksek bilincini evrensel bir düzlemde temsil etmeleri ve ülkemiz tarihinde son yüzyılın sanat anlayışına damgalarını vurmaları önem kazanmaktadır.
ORUÇOĞLU VE POPÜLER EDEBİYATTAN KOPUŞ
Kitabın adı olan Epistemolojik Kopuş, felsefi bir terim olarak Althusser tarafından kullanılmıştır. Akkaya da felsefenin içinden biri olduğu için terime yeni bir anlam vererek kitabına isim yapmış bu ifadeyi. Althusser’e göre Marx, birinci döneminde insandan ve felsefeden (El Yazmaları, Alman İdeolojisi) vs. hareket ettiği halde epistemolojik bir kopuş gerçekleştirerek olgunluk döneminde ekonomi ve bilim (Kapital) alanına kaymıştır. Yazar da Althusser’e atıfta bulunarak başta saydığı ‘dört büyükler’in ve Oruçoğlu’nun var olan düzenden epistemolojik bir kopuş yaptıklarını iddia ediyor. Böylece sanata dair ülkemizde özellikle 70’li yıllardan günümüze kadar süren toplumcu sanat tartışmalarını yeniden eleştiri gündemine getirmiş oluyor.
Yazarın edebiyat alanına ilişkin temel iddiaları, M. Oruçoğlu’nun edebiyatta Tanzimat dönemi edebiyatından bir kopuş yaşadığını belirtmesiyle başlıyor. Batı’ya oranla Osmanlı’ya geç gelen modern sanat ve edebiyatın ilk temsilcileri Tanzimat Dönemi’nde ortaya çıkmıştır. Bu dönemin sanat anlayışının çıkış noktası ise özetle devleti, düzeni korumak ve kutsamaktır. Akkaya’ya bakılırsa Oruçoğlu bu bağlamda düşünüldüğünde sanatında aileyi, devleti ve kapitalist özel mülkiyeti karşısına alarak Tanzimat dönemi edebiyatından bir kopuş yaşamıştır. Günümüzde ise Oruçoğlu, popüler edebiyattan (Ahmet Ümit, Elif Şafak, Orhan Pamuk gibi) yazarlardan insan ilişkilerini, çelişkilerini tüm karmaşıklığı ve toplumsallığıyla ele aldığı için ayrı ve özgün olarak değerlendirilmektedir. Mehmet Akkaya, Epistemolojik Kopuş’ta M. Oruçoğlu’nun romanlarını ayrıntılı bir analizden geçirerek materyalist bir titizlikle incelemiştir. Yazarı izleyerek kısaca da olsa bu eserlere değinmek gerekiyor.
DİL, ÜSLUP VE KONU SEÇİMİNDE ÖZGÜNLÜK
Muzaffer Oruçoğlu’nun en çok bilinen ve sıklıkla okunan kitaplarından Tohum adlı romanı yazarın otobiyografik romanı sayılabilir. 1968 öğrenci gençlik mücadelesi sonrası kendisinin de içinde bulunduğu, tarihsel açıdan 1971 kopuşu olarak nitelendirilen süreci ve Türkiye ‘68 Hareketi’ önderlerinden İbrahim Kaypakkaya ve arkadaşlarının Dersim bölgesinde temellerini attığı silahlı mücadeleyi konu alır. Karakterlerden birisi de Azeroğlu tiplemesiyle M. Oruçoğlu’nun kendisidir. Kitabı özellikle sosyalist gerçekçi romanlardan ayıran en ilginç yanı dili ve anlatım biçimidir.
Sosyalist gerçekçi romanlara nazaran romandaki karakterleri kahramanlaştırmaması (star tip), onları ‘sıradan’ ama eşitlikçi ve özgür bir toplum için mücadele eden kararlı gençler olarak anlatması Oruçoğlu’nun özgün bir buluşu olsa gerek. Akkaya’nın da dikkat çektiği gibi Oruçoğlu tip yaratırken en ufak bir kutsama yapmamaktadır. Gül, Demir ve Çığlık adlı romanında, sınıf mücadelesi sonucunda zindanlara doldurulan kadın ve erkek mahkumlar konu alınmaktadır. Özellikle 12 Eylül ve döneminin karanlığına karşı direnen devrimcileri, kendi tanıklıklarıyla da yalın bir gerçeklikle anlatır. Newroz’da ise Kürt halkının mücadele tarihine ışık tutulur.
Yazar Mehmet Akkaya, Oruçoğlu’nu yer yer eleştirmekten de çekinmiyor. Dolayısıyla Epistemolojik Kopuş’u nesnel bir çalışma olarak değerlendirmek gerekir. Örneğin Dersim romanında Oruçoğlu ‘38 direnişçilerinin’ yenilgisini modern toplumun savaş aygıtlarına bağlamaktadır. Çözümü ise eskinin mücadele biçimlerinde aramaktadır. Bu romantik bir tarih anlayışıdır. Akkaya da buna itiraz ediyor ve eleştiriyor.
SANAT VE SINIF MÜCADELESİNDE EVRENSELLİK
Yazar açısından Oruçoğlu, sanatın evrensellik kategorisiyle, sınıf mücadelesinin evrensellik kategorisinin bütünlük halinde olduğunu ve sanat tarihinin ve sınıf mücadelesinin paralel doğrultuda ilerlediğini ortaya koyuyor. Bu bağlamda ‘toplumun, kurulu düzenin giydirdiklerinden soyunması gerekir’ diyor. Akkaya’ya sorarsanız Oruçoğlu’nun eserlerinde, “doğa ile insan, kent ile şehir, organik olanla inorganik olan, eski ile yeni, durağan ile hareketli olan arasında karşıtlıklar kendini göstermektedir”. Ayrıca yazar, Oruçoğlu kitaplarında genel olarak aile eleştirisi yapıldığına bilhassa vurgu yapmaktadır. Özellikle Çıplak ve Özgür romanında ailenin karşısına özgür aşkı koymaktadır. ‘Aşkın’ sevgiyi öldüren bir duygu durumu olduğuna temas etmesi birçok okura ilginç gelebilir.
Filozofça’nın yazarı, Oruçoğlu’nun romanlarının yanı sıra masal kitaplarını da incelemiştir. Masal kitaplarında da Oruçoğlu’nun medeniyet eleştirisini görürüz. İnsanın yabancılaşmasında teknolojinin payı olduğu vurgusu yapılıyor. Şüphesiz günümüzde insanın topluma yabancılaşmasında teknolojinin payı var; ama Oruçoğlu burada teknolojinin hangi sınıfın elinde olduğuna bakmaksızın teknolojiyi ve onun üzerinden medeniyet eleştirisi yapıyor. Akkaya da incelemesinde bu eleştiri ve itirazı yapıyor tekrardan.
Oruçoğlu, masallarında önemli bir unsur olarak, kapitalizmin sadece insan üzerindeki sömürüsünü anmakla kalmıyor, doğa üzerindeki tahribatı ve hayvan sömürüsü vurgusunu da yapmaktadır. Oruçoğlu, çocukları masumluğu ve geleceğin temsili olarak merkeze almaktadır. İkinci olarak da kadının toplumdaki yeri ve önemine vurgu yapmaktadır. Masallarında kurguladığı ütopik düzen ise klasik ütopyacıların sisteminden oldukça farklı ve gelişkindir.
TANZİMAT VE İKİNCİ YENİ’DEN KOPUŞ
Epistemolojik Kopuş’ta, Oruçoğlu’nun şiirleri de ele alınmaktadır. Yazar, Oruçoğlu’nun romanda olduğu gibi şiirde de Tanzimat’tan bugüne uzanan eserlerden bir kopuş yaptığını ileri sürüyor. Tanzimat’ta “toplumcu” değil “toplumsal” edebiyat yapıldığını, yalnızca bu çerçevede bir “kopuş” olduğunu ortaya koymaktadır. Oruçoğlu şiirleri için sadece Tanzimat Edebiyatı’ndan değil örneğin İkinci Yeni’den de bir kopuş olduğu iddia ediliyor. Bu iddialar şiir örnekleriyle gerekçelendiriliyor.
Yazar, Oruçoğlu’nun en önemli eserlerinden Grizu adlı romanın dört cildini de ayrı ayrı ele almaktadır. Romanın yazarı sınıf mücadelesini maden ocakları çevresinde, Zonguldak özelinde edebileştirmektedir. Roman kapsamında Osmanlı toplum yapısını, Osmanlı-Avrupa ilişkilerini, Osmanlı’nın yarı sömürgeleştirilmesi, toplum birey ilişkileri, bireyler arası çatışmalar, bireylerin sosyal-psikolojik yönleri, estetik bir kaygı gözetilerek konu ediliyor. Tüm bunları yaparken de geleneksel bir dil kullanıyor Oruçoğlu; maniler ve kendine has üsluplar söz konusu. Ahmet Arif’in de yazılarında belirttiği, şiirlerinde kullandığı gibi kurallara bağlı bir dil, dil milliyetçiliğidir. Oruçoğlu da romanlarında bu kuralları yıkıyor anlaşılan. Oruçoğlu’un, üzerinde sıklıkla durduğu siyaset, değiştirmenin kaldıracı; sanat ise derinleşmenin kaldıracı olarak karşımıza çıkıyor.
Akkaya, Oruçoğlu’nun politik kitaplarını da çözümlüyor. Devlet ve Komün ile Karyatidler’i teferruatlı bir incelemeden geçiriyor. Devlet ve Komün’de, var olan geleneksel devrimleri Çin ve Sovyet devrimleri üzerinden Türkiye Sol Hareketi’ni değerlendiriyor. Sol hareketi, Sovyet ve Çin devrimlerini, devlet tartışmaları bağlamında, kurulu resmi düzenden ve teolojiden tam anlamıyla kopamamakla eleştiriyor. Model olarak ise Paris Komünü deneyimini örnek veriyor, onu savunuyor. Karyatidler’de ise yazar kadın sorunu, feminizm ve siyasal mücadele tarihlerini ele almaktadır.
OSMANLI’DAN GÜNÜMÜZE RESİM SANATI
Sanatçının resimlerini de biçim, üslup ve teknik bakımdan inceliyor Akkaya. Bunu yaparken de Osmanlı ve Cumhuriyet tarihini kaynak ve kökleriyle, Avrupa resim sanatıyla karşılaştırarak yapıyor. Oruçoğlu, konu olarak Bruegel’in izleyicisi olarak görülüyor, biçim açısından da Picasso’ya benzetiliyor.
Kitap biterken Grizu romanının dördüncü ve son cildi ele alınıyor. Oruçoğlu Osmanlı’dan, Osmanlı’nın yıkılış dönemine oradan cumhuriyetin kuruluş yıllarına kadar madenleri, köylülükten işçiliğe geçişi, feodalizmden kapitalizme evrilmeyi yansıtmaktadır. Osmanlı’dan cumhuriyete geçişle, modern bir sömürü biçiminin ortaya çıktığı; ve işçi sınıfı açısından sömürünün değişmediği, sadece sömürünün modern bir hal aldığı ustalıkla ortaya sergilenmektedir.
Epistemolojik Kopuş’u yazmak için Mehmet Akkaya’nın temel motivasyonu Grizu romanları ve genel olarak Oruçoğlu’nun romanlarıdır. Akkaya, Oruçoğlu’nun asıl dehasını da romanlarda buluyor. Anlaşılan yazar, Oruçoğlu’nun bu dehasını resim, şiir, öykü ve destanlarda hatta siyasal düşüncelerinde de gösterdiğine inanıyor. M. Akkaya’nın temel iddialarından biri düşünce, sanat ve bilim disiplinleri aralarındaki ayrımın ontolojik olmadığıdır. Bu yüzden de kitabına “Ontolojik Kopuş” yerine Epistemolojik Kopuş adını vermiş.
Akkaya için sanat, felsefe, bilim ve politika arasında bir korelasyon bulunmaktadır. Yazar bu bütünlük ve korelasyonun, Oruçoğlu’nun düşün ve sanat dünyasıyla uyumlu olduğunu belirtmektedir. Filozofça’nın yazarının; yorum, önerme ve yargılarının tartışmaya açık olduğunu mütevazi bir dille söyleyerek bir tartışma başlatma çabasında olduğu anlaşılıyor. Bu bağlamda kitap ilginç bir iddiayla sanata ve Oruçoğlu’nun sanatına bakışın bir yorumu olarak görülüyor. Bakalım zaman yazarın, ortaya koyduğu iddiaların ne derece doğru ve yerinde olduğunu, açtığı tartışmaların nasıl bir istikamette ilerleyeceğini gösterecek.
*Mehmet Akkaya, Filozofça Epistemolojik Kopuş, Belge Yayınları, İstanbul, 2015.
Evrensel'i Takip Et