Tecavüz kaçınılmaz mı?
İstanbul Kadıköy’de bir tecavüz haberi Türkiye gündeminde büyük yer kapladı. 'Gece çıkan kadın', 'Tecavüzü hak eden kadın' olarak sunuldu bazı medya organlarında. Bir anda kadının cinsel obje olarak dinsel algıyla nasıl kuşatıldığını gördük. Nilüfer Altunkaya bu tartışmayı taşıdı Evrensel Pazar’a...

Nilüfer ALTUNKAYA
Bir din adamının, bir siyasetçinin ya da bir kamu görevlisinin ‘İslam’a göre cinsellik’ hakkında bir yorumuyla karşılaşmadığımız bir gün bile geçmiyor artık. Gündem bir anda kadının cinsel obje olarak dinsel algıyla nasıl kuşatılabileceğine odaklanı veriyor. Biraz daha yakından bakınca mesele dini içerikli açıklamalardan beslenen bir ataerkil bakışın kadınlığı yorumlama biçimi olarak karşımıza çıkıyor. Bir başka açıdan ise kadına, erkeğe sunulmuş bir cariye olması dışında hiçbir varoluş alanı tanımayan bu algıyı mevcut iktidarın her alanda desteklediğini görüyoruz.
İtiraz edilmesi gereken nokta çok iyi belirlenmezse tehlike daha da büyüyor. Mevzu inanç biçimlerine yönelik bir eleştiri olarak algılanarak tamamen tartışma zemini asıl konunun dışına taşınıyor.
Elbette tek Tanrılı dinlerin bir başlangıcı var ve yayıldığı tarihsel koşulların günümüzden oldukça farklı olduğunu biliyoruz. Evet, İbrani dinler insanın ahlaki oluşumunu biçimlendirmek adına cinsel yaşam hakkında da yönlendirmelerde bulunmuştur. Tıpkı diğer yaşam alanlarında olduğu gibi.
Yani asıl soru şu olmalı: Bu tür söylemler neden kadını, erkeğin boyunduruğu altında gösteren çoğu zaman cinsel istismara kadar sivrilen konularda yoğunlaşıyor? Yani yalan söylemek, hırsızlık yapmak, adaletli ve hoşgörülü olmak gibi diğer ahlaki normlarda dinin hükümleri, yaptırımları anılmıyor da cinsellik hakkında her dakika birileri çıkıp atıp tutuyor?
Bunun birçok nedeni olabilir. İnsanın fikri neyse zikri de odur, diyebiliriz mesela. Ama ne yazık ki durum bu şekilde geçiştirilebilecek boyutta değil artık. Bu tip açıklamalar toplumsal yaşam içinde mutlaka yankı buluyor. Kadını kendi buyruğu altında yaşatmayı sürdüren erkek egemen algıyı sonuna kadar körüklüyor. Dini motiflerle erkeğin kadına yönelik zulmüne sağlam da bir zemin hazırlıyor. Böylece kadına yönelik her türlü şiddet, devlet eliyle meşrulaştırılmış oluyor.
İşte bu anlayış kadının yaşam alanını daraltarak, erkeğin hükmünü sınırsız hale getirmeyi görev edinmiş durumda. Bu anlayışa göre kadın sınırlarını erkeğin tahammülüne göre belirlemek zorunda. Giyimini, sesini, dışarı çıkma saatlerini namus bekçisi olan erkeğin koyduğu bu sınırlara göre ayarlamak zorunda. Bunları yapmazsan ne olur peki? Tecavüz kaçınılmaz olur. Çünkü kadın zaten yoktur, olmamalıdır. Araçtır, amaçlaşmamalıdır. Yaşatandır, yaşayan olmamalıdır. Kuldur, kendi hayatı olmamalıdır.
KORKUTMA SİNDİRME VE EV HAPSİ
Bu noktada en insani dürtüye çarpıyoruz. Korku. Kent yaşamında kadın korkutularak, sindirilerek, toplumsal ve dini normlarla acizleştirilerek yaşamdan koparılıp evlere hapsediliyor, evdeki şiddet biçimlerine maruz bırakılıyor. Kırsal yaşamda ise olağanlaştırılmış çocuk yaşta evlilikler, cinsel tabuların kadına yüklediği namus algısı, dillendirilemeyen ve tahminimizden çok daha korkunç boyutlarda yaşanan ensest vakaları sürüp gidiyor.
Cinsel sömürünün boyutlarının kadının erkeğe bağımlılaştırılması ile dehşet verici bir noktaya geldiğini anlamak neyi değiştirir? Bir yandan devletin ataerkil yapısı şiddeti ve erkeğin kadın üzerindeki tahakkümünü beslerken bir yandan toplum sokakta yaşanan taciz ve şiddete karşı duyarsızlaştırılıyor.
Neden cinsellik içerikli fetvalar birbirini izlerken bir tek devlet yetkilisi çıkıp kadına yönelik şiddeti kınayan bir cümle etmiyor? Neden sokak ortasında yaşanan bir tecavüz vakası magazinleştirilerek salyası akan erkekler için malzeme yapılmak dışında ciddiyetle ele alınıp, yaşanabilecek yeni vakaların önü kesilmeye çalışılmıyor? Bunun yerine bir taraf akıl almaz bir soğukkanlılıkla susarken -sağlıklı tepki verenler ve duyarlılık gösterenler bir yana- bir taraf bu insanlık dışı zulmün mağduru olan kadını suçlayarak tecavüzü meşrulaştırmaya çalışıyor.
Oysa tacizci zihniyetin mantıklı hiçbir gerekçesi olamaz. Bu sapkınlık meşru zemine çekilerek hele ki kadının varoluşsal yaşam alanına taciz edilerek tartışılamaz. Bunu yapmaya devam ettiğiniz sürece tecavüz erkeğin hakkı olarak bu sistemin ürettiği zavallı yığınların düşünmeye muhtaç beyinlerine kodlanacaktır. Peki, bunları biz anlıyoruz da değerli din adamlarımız, sayın siyasetçilerimiz anlamıyor mu?
Asıl dehşete düşülecek durum da bu sanırım. Elbette anlıyor ve ne yazık ki onlar da kadına yönelik ahlaki normların erkek egemen zihniyet tarafından çizilmiş sınırlarını bıyık altından gülümseyerek onaylıyor. Böylece her şiddet her tecavüz bu şekilde onaylanarak yenisine kapı açıyor.
Kadına yönelik şiddetin toplumsal ve psikolojik sınırlarını saptamak kolay mesele değil elbette. Erkeğin şiddetinin makro ve mikro boyutlardaki varlığını duyumsarken bu şiddeti göğüsleyebilmenin mücadelesini verebilmek de. Bu ‘erkeklik ego’su çok boyutlu bir şekilde toplumun her sınıfında kendisinden zayıf olana yönelmiş durumda. Yani masum hayvanlardan, fiziksel anlamda güçsüz çocuklara, toplumsal yaşamdan dışlanmış trans bireylere kadar genişleyen bir şiddet dalgası olarak yayılıyor.
KADININ ÖZGÜRLÜĞÜ TOPLUM TARAFINDAN BELİRLENMİŞ DURUMDA
Şiddet elbette yalnız cehaletle beslenen bir olgu değil. Üstelik sadece ekonomik özgürlüğü olmayan kadınların yaşadığı bir travma da değil. Orta sınıf aile yapısı içinde de kadının konumu sosyal ikiyüzlülükten nasibini alıyor. Yani her sosyal tabakanın kadına çizdiği sınırlar kendi normatif değerlerine göre değişiklikler gösterse de kadının özgürlüğü toplum tarafından belirlenmiş durumda.
Bugün erkek olmak insan olmaktan daha farklı bir anlam içeriyor. Bunun sorumluluğunu bütün erkeklere bölüştürmek öncelikle elbette öldürülen, tecavüze uğrayan, fiziki şiddete maruz kalan kadınların hesabını sorabilmek isterdim. Diğer yandan kendi hayatını yaşayamamış bütün kadınlara bırakın evi b.k götürsün saçlarınızı salıp gece üçte dışarı çıkıp, bir sigara yakın, savurun dumanını, gülün, şarkılar söyleyin, kendiniz için soluyun hayatı, kendinize güvenin, korkmayın kimse size bir şey yapamaz, diyebilmek isterdim. Ensest mağdurları, tecavüz kurbanları utanmayın bu utanç sizin değil sarın yaralarınızı sizin de bir geleceğiniz var, diyebilmek...
Ne yazık ki böylesi bir can güvenliği vaat edemiyoruz kendimize.
Gece sokağa çıkma yasağı konulmasına gerek yok. Bu yasak zaten fiili olarak yürürlükte.
Evrensel'i Takip Et