Eskişehir'de sanat emekle güzeldir
Sanatta ve hayatta yalnızlaşmamızın ve yabancılaşmamızın altında yatan da mevcut egemenlerin saldırılarından başka bir şey değil maalesef. Eskişehir’deki işçiler emekçiler, sanatın her alanında ne kadar çok inisiyatif alırsa emin olalım ki yaşadığımız kente, kendimize ve haklarımıza da o kadar anlam katarız. Unutmayalım ki sanat işçi sınıfı ile güçlüdür…
Volkan YAPAN
Eskişehir Yapı-Yol Sen İl Temsilci Kurulu Üyesi
Bir şehri tanımak istiyorsan müzelerinden çıkmalısın yola, orada, yaşayanların günlük hayatından sanatına kadar izleri bulursun. Örneğin Topkapı Sarayı’na gittiğinizde, dört kıtaya hükmetmiş bir imparatorluğun ganimetleriyle oluşturulmuş mücevherlerle süslü ihtişamlı müzesini gezersin. İster istemez şu soru kafanda dolaşır durur. Kendisine ait olmayan ganimetlerle övünen bir tarih nasıl olur da gerçeği anlatabilir. Eskişehir’deki Eti Müzesi’ne baktığınızda ise, az önceki ihtişamdan eser olmayan en sade en yalın eserler görürüz. Kimi zaman Tunç Devri’nde kullanılan bir iğne, iplik kimi zaman yemek yapmakta kullandıkları kap kacaklar. Hiç biri de elmasla, altınla bezenmemiş olduğu gibi yalın ve gerçekçi nesnelerle, un öğüttükleri değirmenleri, taşları oyarak insan emeğine yakışır eserleri bıraktığı materyalleri görürüz.
İşçilerin, emekçilerin çalıştığı, yaşadığı yerler de o dönemin en yalın emek sergileri gibidir. Eskişehir Organize Sanayi Bölgesinin 11 milyon metrekarelik alanında 560 işletmenin çalıştığı bir yer olduğunu düşündüğümüzde, bu ‘emek müzesinin’ gelecekte olabilecek değerlerini barındırdığını söylesek hiç de abartmış olmayız. Tabii bu esere ne açıdan yaklaştığımızla da ilgilidir, mesela iş kazaları açısından utanç müzesi oluşturulabilir sanayi bölgesinde, makineler arasında alın terinin yanı sıra kanı karışan emekçilerin arttığı işyerlerini düşündüğümüzde. Buna karşılık birbiriyle dayanışmak için başka fabrikada çalışan işçi arkadaşlarının bir araya gelip sergilediği dayanışmayı bir resim sergisi ile anlatabiliriz. Nasıl olursa olsun, sanatların en güzel ifadesidir emek. Gelin bizde Eskişehir’deki sanatı en güzel ifadesine yakışır bir örneği üzerinden anlatmaya çalışalım.
Sadece izleyen tarafta değil izleten tarafta olmak isteyen Eskişehir’deki işçiler, emekçiler 2013’ün sonbaharında tiyatro çalışması başlattılar, Eskişehir Sendikalar Platformunun desteğiyle başlatılan bu çalışma, makineler arasına karışan alın terlerini sahne tozlarına taşıma gayretiydi. Gerek metal sektörü, gıda sektörü gibi iş kollarından katılan arkadaşlar, gerekse kamu emekçisi ve öğrenci arkadaşların da ilgi gösterdiği bu başlangıçla oyunun ne olacağından, nasıl görev dağılımı yapılacağına dair her kararın birlikte alındığı bir çalışma oldu. Bir iki arkadaş hariç herkes hayatlarında ilk defa tiyatro oynayacak kişilerden oluşuyordu. Oyunun sahne aldığı mart ayına kadar toplam 53 emekçi arkadaşın bu çalışmalara kıyısından köşesinden katıldığı, geniş bir atölye çalışması gibi işleyen bir tarzı oldu ve oyun olarak kendi hayatlarımızdan kesitleri anlatan Dario Fo’nun Japon Kuklası eserini seçtik. Senaryosunda, iş kazaları başta olmak üzere, iş yerlerimizde yaşadığımız sorunların başlıca konuları olan, ekonomik yoksunluk, cinsiyetçi yaklaşımlar, iş yoğunluğu gibi temalar komik bir üslupla anlatıldı. Eskişehir Organize Sanayide çalışanların yoğun katılım gösterdiği sahne gününde keyifli bir 45 dakikalık gösterim oldu, Hayat TV televizyonunda yayımlanan oyunumuzu http://m.youtube.com/watch?v=1DU9hq552CI adresinden de izleyebilirsiniz. İş kazalarını ironik bir şekilde anlatmaya çalıştığımız oyundan hemen sonra 13 Mayıs 2014’te Soma Katliamı’nda iş kazasıından dolayı 301 maden emekçisini kaybetmemiz, anlatmaya çalıştıklarımızın hiç de şakaya, ironiye gelir bir yanının olmadığını gösterdi maalesef.
Ülkemizde sanat her alanında ağır bir süreçten geçiyor. Yazılan kitaplar daha matbaadayken toplanıp, tiyatro sahnelerindeki emekçiler sansürle boğuşuyor, gazeteciler yaptığı haberlerden dolayı yargılanırken, “ahlaki“ bulunmayan resim sergilerine müdahale ediliyor, notaların ‘sol’ anahtarları kağıtlardaki dizeler yerine demir parmaklıkların kilidine yerleştirilmiş bekliyor. İşte tamda bu ortamda inadına biz işçi ve emekçilerin daha fazla sanata dahil olması gerekiyor. Nasıl ki işçi ve emekçiler üretimden gelen gücüyle hayata yön veriyorlarsa, sanata ve sanatçılara da sahip çıkarak bu alanda daha çok sorumluluk alarak bu sansürlerin, tutuklamaların ve baskıların önüne geçebiliriz. Melih Cevdet Anday’ın dediği gibi ‘yalnız olan, gerçekte yalnız değildir… Saldırıya uğramış bir insandır.’ Sanatta ve hayatta yalnızlaşmamızın ve yabancılaşmamızın altında yatan da mevcut egemenlerin saldırılarından başka bir şey değil maalesef. Eskişehir’deki işçiler emekçiler, sanatın her alanında ne kadar çok inisiyatif alırsa emin olalım ki yaşadığımız kente, kendimize ve haklarımıza da o kadar anlam katarız. Unutmayalım ki sanat işçi sınıfı ile güçlüdür….
Sennur Sezer’in Sesimi arıyorum şiiri ile son sözümü söyleyeyim.
Bir ses arıyorum,
Yeni bir şarkı için,
Çocukların ilk sözcüğü gibi umutla,
Sevinçle duyulacak bir ses.
İşçi yüreklerimizde çocuk gülüşlerimiz, umudumuz eksik olmasın…