Muhteşem Yüzyıl, Yeniçeri ve Aleviler
Hakan Polat
Kayseri
Osmanlı’nın, savaş sonrası resmedildiği tüm tablolarda, yeşil rengin ve İslam bayrağının hemen yanında göze çarpması kaçınılmaz olan büyük bir kılıç ve işgalin öncüsü paşalar ve dönemin padişahı ile karşılaşırız.
Osmanlı’nın kurumsallaşmasının iki sacayağının cisimleşmiş, en net göstergesini yansıtır tablolar. İdeolojik bir aygıt olarak Medrese geleneği üzerinden yürütülen dinsel alan, ikincisi ise devlet olmanın, sınıfın bir diğer sınıf üzerinde zoru ve yayılmacı politikaların koçbaşı görevi için kurulan silahlı aygıt olarak Yeniçeriler.
Yeniçeri ordusu elbette birçok yanı olmasıyla birlikte Alevi ve Türkmen kırımlarıyla da tarihe not edilmiş bir örgütlenme. Osmanlı’nın önemli dönemleri başta olmak üzere bugüne kadar süregelen iktidarların, ezilen inanç ve ulusları ezdiğini örtbas etmek için, ‘kendi Alevisi’ni (Cem vakfı vb), ‘kendi Kürt’ünü (korucular, ağalar hatta Barzani vb) yaratma çabası neredeyse gelenekselleşmiş bir taktik olarak karşımızda durmaktadır. Birçok kesim açısından Osmanlı’ya yeniden göz atma ihtiyacı hissettiren, Muhteşem Yüzyıl dizisinin bu bağlamda niyetini kaşımakta fayda olduğunu düşünmek şaşırtıcı olmamalı!
İstatistikler sonucu gençliğin özellikle tarih kitaplarıyla arasına mesafe koyduğunu, okunan tarih kitaplarının da önemli bir bölümünün gerçek tarihi bilgilerden öte romantizm ile güçlendirilmiş fetih kitapları olduğunu görüyoruz. Araştırma, kitap okuma ‘zahmet’ine katlanamayan, teknolojik gelişmelerinde etkisiyle çarçabuk öğrenme isteği özelikle gençlikte tarihi dizi, film gibi görsel araçlar ile kısa yoldan öğrenmeye ittiğini söyleyebiliriz. Yazımıza da vesile olan Muhteşem Yüzyıl ve Muhteşem Yüzyıl Kösem dizileri bu duruma örnek olarak gösterilebilir.
‘ZAHİT BİZİ TAN EYLEME’DEN SONRA!
Şehzade Mustafa’nın kılıç kuşanma yemini, babası Süleyman tarafından boğdurulduğu bölüm birçok Alevi, demokrat genç tarafından dizinin dikkatle izlenmesine neden olmuştu. Bezcizade Muhyiddin Muhammed (Muhyi)’in kaleme aldığı Zahit Bizi Tan Eyleme dizelerinin müziğe çevrilerek fon yapılması ise şahit olduğum kadarıyla demokrat gençlerde diziyi izlerken bile kalp çarpıntısına neden olmuştu!
Kösem’i anlatmak üzere yeniden piyasaya sürülen dizinin, Süleyman’ı anlatırken de ele aldığı Yeniçeri’leri daha çok işlediğini görüyoruz. Mete Horozoğlu tarafından canlandırılan Yeniçeri ağalarından Zülfikar Ağa özellikle duyguları okşayan yeni isimlerden biri olma iddiasında! Yeniçerinin her bir sahnesinde Aleviler için önemli olan üç telli sazın arkaya fon olarak eklenmesinin heyecan kattığı söylenebilir. Dört büyük halifelerden Ali’nin, çift çatallı kılıcının adı olan Zülfikar’ın dizide kullanılma niyetinin üzerine gidilmesi gerekiyor. Özellikle İmrahor Türk Ahmed Ağa, Hasan Ağa, Maryol Hasan Ağa, Damat Halil Ağa, İmrahor İbrahim Ağa, Dıraki Mehmed Ağa, Mirialem İsmail Ağa ve birçok isimle birlikte son olarak Ohrili Hüseyin Ağa gibi 1. Ahmed döneminde Yeniçeri ocağının en rütbeli ağaları varken ve tarihte onlara rastlarken, Zülfikar adının seçilmesi üzerine durulması gereken bir konu! Çünkü 1. Ahmed döneminde Zülfikar ismine pek rastlanmamaktadır. Öyle bir kişilik tarihte varsa olsa olsa Yeniçerilerin acemi eğitimcisidir. Tarih kitaplarına 1. Ahmed döneminde yansımış olan onca Yeniçeri ağası yerine Zülfikar isminin kullanılması kuşkuyla yaklaşmamıza vesile oluyor. Bu kuşku sadece dizi ve senaryosuna dayanmamaktadır. Yazımızın da başında bahsettiğimiz devletin yüzyıllardır kendi Alevi’sini yaratma çabası buna uygun geliştirdiği politikalar diziye de kuşkuyla yaklaşmamıza neden oluyor. Naçizane tarihin sayfalarını hep birlikte karıştırıp, “Aleviler, Bektaşiler ve Yeniçeri Ocağı”nın ilişkisine bakmaya çalışalım.
‘YENİÇERİ DERGAHINI HACI BEKTAŞ KURDU’ SÖYLENCESİ!
Osmanlı tarih yazınında Yeniçeri teşkilatını kurma izninin bizzat Hacı Bektaş’tan alındığı söylencesi mevcuttur. Bu sebeple Alevi gençlerde, “Osmanlı ordusu bizdik”, “Yeniçeriler Aleviydi” vb duygusu oluşturularak Osmanlı’nın Yeniçeri eliyle yaptığı katliamları unutturularak üstüne üstlük gizliden gizliye hayranlık duygusunun geliştiğini söyleyebiliriz. Vakanüvislerden Aşıkpaşazâde’nin ise söylencenin tersine açıklamaları mevcuttur. Hacı Bektaş Veli’nin Osmanlı hükümdarları ile görüştüğü fikrine karşı çıkarken, Yeniçerilerin Bektaşilikle bir ilgisinin olmadığını savunmaktadır.
Hacı Bektaş Veli, Yeniçeri kararından çok önce 1271’de hayata gözlerini yummuştur. Yeniçeri’nin yaygın olarak, 1. Murad döneminde kurumsallaştığı, bu dönemin de 1300’lü yılların ortalarında olduğu düşünülür. Bektaşi dergâhının halk üzerinde önemli etkisi olduğu bilinmekte, Osmanlı ise dergahın içeriğini ve niteliğini bozuşturarak kendi Bektaşi’sini yaratmak üzere anlaşmalar sağlamak şartıyla Bektaşi Dergahıyla ittifaklar kurmaktadır. Yazımızın çerçevesin çok dışına çıkmamak niyetiyle Abdal Musa’nın Amasya bölgesine yerleşmesinden sonra Bektaşilik taraftarlarının Osmanlı baskısıyla niteliği değiştirilmiş bir Bektaşiliği doğurduğunu da bilmeliyiz. O nedenle Bektaşi dergâhının belli dönemlerde sürece katılması ve tarihte yaşanan büyük Alevi katliamlar nedeniyle bugün Alevileri rahatsız etse de tarihsel olarak gerçekliği değiştirmemektedir.
Katliamlar, “her sınıf ve sanatın bir piri olmak akidesine istinaden” Yeniçeri’nin Bektaşi dergâhına bağlandığı gerçeğini değiştirmez. Ancak önemle dikkat çekilmesi gereken noktalardan birisi Vefailik, Babailik, Hayderilik vb varken Bektaşi Ocaklarını güçlü yapan şeyin ne olduğunun cevabı olması gerekiyor. Alevi inancının içinden çıkmış hatta önemli bir temsilcisi konumunda olan Hacı Bektaş Veli’nin adını taşıyan dergâhın Osmanlı ile birlikte iş tutması elbette Aleviler açısından anlaşılır olmamakta, hatta bu yükü kaldıramamaktadırlar.
Osmanlının ilk savaşlarında Bektaş-ı Veli’nin temsilcileri olarak görülen Seyit Ali Sultan ve Geyikli Baba birlikte “düşmanın üzerine” yürüdüğü bilinmektedir. Rum yerlilerinin mallarına el koymak üzere doğal olarak gelişen hatta pragmatist olarak da değerlendirilebilecek bu durumu Alevi-demokrat yazarlar kabullenmese de gerçekliğin üzerine gidilmeli, hatta ders olarak alınmalıdır. Karşılıklı anlaşma gereği savaş birlikte yürütülse de bir dönem sonra Osmanlı ile karşı karşıya geldiği de bilgilerimize eklenmelidir. Örnek vermek gerekirse Geyikli Baba ve Orhan Bey arasında süren gerginlik buna örnek teşkil etmektedir.
Kızılbaşlık, Aleviliğe nazaran dergah kültürünün halk üzerinde etkisi nedeniyle Bektaşilik, bir dönem Osmanlı ile daha entegre bir Alevi inancının doğmasına neden olduğu ya da hiç olmazsa tartışmaya açtığı bir gerçek. Bektaşiliği, Kızılbaş inancında önemli yer tutan direniş kültürünü de kırdığı söylenmektedir. Alevilere yönelik katliamlar varken örneğin Şah İsmail Çaldıran Savaşı’nda dergahın Osmanlı’nın yanında yer aldığı iyi niyetli açıklamalarda da tarafsız kaldığı söylenmektedir. Alevilerin şehirlere alınmadığı hatta tımar sisteminden bile dışlandığı dönemde dergahın en çok yayıldığı, etki alanın güçlendiği dönem olması bizde Alevilerin ve Bektaşilerin bir “kopuş” içerisinde olduğu fikrinin oluşmasına neden olmaktadır. Keza 2. Beyazid dönemi ve 1. Selim döneminde en çok görülen Alevi katliamlarında da dergahın tutumu net değildir.
Yusuf Bali oğlu Kalender Çelebi dönemine ise tam tersi dergah daha çok Kızılbaş halka hatta Osmanlı yerine elini halka uzatarak ilerleyecek olmasına rağmen yılların getirdiği yozlaşma nedeniyle günümüze kadar çok başarılı olamayacaktır.
Hem Yeniçeri’nin hem Bektaşi dergâhının işbirliği tuttukları Osmanlı tarafından, egemen olmanın çıkarlarına ters düşmesi sebebiyle işlevine son verilir. Yeniçerinin dağıtılması üzerine saraydaki şeriatçı ulema ve özellikle Nakşibendî Mevlevi ve Halveti tarikatları önderleri daha önce yeniçeri nedeniyle dokunmadıkları “sapkın” Bektaşi tarikatına tasfiye fırsatını değerlendirdiler. Bu vesileyle Bektaşi düşmanı Nakşibendî şeyhi Hacı Bektaşi tekkesinin başına getirildi.
SONSÖZ YERİNE
Neo Osmanlıcı politikaları kendine destur edinmiş, Osmanlı hayalleriyle yanıp tutuşan bir iktidarın olduğu dönemde dizinin verdiği mesajlar göz ardı edilemez. Osmanlı’nın sonuna doğru “çoğulcu, esnek” politika yerine Sunni eksenli politikayı uygulamasının da etkisiyle ülkemizde Alevilere yönelik ciddi katliamlar yaşanmış ve hala ibadethaneleri yasal olarak tanınmamıştır. Hatta AKP iktidarı kendi Alevilerini yaratmanın sonucu olarak İzettin Doğan vb görüşmeleri gündeme gelmiştir. Emperyalistlerin ve egemenlerin ihtiyacı doğrultusunda mezhepler arası kışkırtmanın olduğu dönemde, bu dönemin zemini olarak “Alevilerle evlenilmez” gibi çürümüş argümanların yeniden gün yüzüne çıkartıldığı zamanda tarihin sayfalarını karıştırmak faydalı olacaktır. AKP politikaları ile Muhteşem Yüzyıl dizisi dolaylı veya dolaysız olarak örtüşmektedir. Önemli ve saygıdeğer bir kadro ile yayınlanan dizi anlatılan bu çerçevede yeniden ele alınmalı, tarihin güncel politikaya uygun yeniden şekillenişini takip etmeliyiz. Anlatılanlar tarihsel olarak uzak gibi görünse de egemen olmanın gereği sorunlar ve taktikler güncelliğini korumaktadır.