8 Şubat 2016 11:40

Binnur Yenge

Annemin zorunlu şark hizmeti sonrası, soğuk Kars topraklarında romatizma sancılarını ve bir de evladını bırakıp çıkıp gelmiştik biz de. Alelacele tuttuğumuz derme çatma evimizin sahibi Trakyalı maviş gözlü Boncuk Ayşe, annem okuldayken kardeşimle bana anneannelik yapar, gezmelere götürür, incik boncuktan yana ne varsa geri koymamak için debelenir dururdu.

Binnur Yenge

Meltem TEKER

İstanbul’un “varoş” dedikleri bir mahallede geçti çocukluğum. Anadolu ve Rumeli’den, savaş, terör, yokluk, yoksulluk gibi türlü sebeplerle göçe zorlanmış, yanlarında getirdikleri farklı kültürlerini “yeni yaşam” umuduyla, birbirine sarıp sarmalamak zorunda kalmış, bunda da epeyce başarılı olmuş şirin mahallemiz.
Annemin zorunlu şark hizmeti sonrası, soğuk Kars topraklarında romatizma sancılarını ve bir de evladını bırakıp çıkıp gelmiştik biz de. Alelacele tuttuğumuz derme çatma evimizin sahibi Trakyalı maviş gözlü Boncuk Ayşe, annem okuldayken kardeşimle bana anneannelik yapar, gezmelere götürür, incik boncuktan yana ne varsa geri koymamak için debelenir dururdu.  Mahallemizin kırmızı çatılı, tek katlı okul binası da bir o kadar şirindi. 1980 yılı kışının sonuna gelmiştik. Askeri darbe kokusu yayılmaya başlamıştı ülkeye ve bizim oraya da tabii.  Politikadan anlasın ya da anlamasın herkes asker korkusundan “nasibini” almaktaydı o günlerde...
Yine bir pazar sabahıydı ve annem oldukça telaşlıydı. Bu debdebeli zamanda, semtimizin idealist solcu tek kadın öğretmeni olmasından değildi bu telaş. Babamın sabaha karşı eve gelip sebepsiz bağırmalarından da değildi üstelik. Akşamdan kalma işleri bitirmiş, sohbete gelen meraklı komşuları bir bahaneyle savuşturmuş, babamın uyuduğu odanın kapısını kapatmış, sesini hırlamaya çevirmiş, dolanıp duruyordu evin içinde… Bize, yuva sıcaklığı veren kömür sobamız, pazar sabahlarımızın klasiği kıymalı böreğini pişirirken halamla annemin hararetli sohbetine de tanıklık yapıyordu şimdi... Hem de üstüne şıp şıp düşen gözyaşlarına aldırış etmeden. Annemin, mahalle sakinleri arasındaki diyalogları karikatürize ettiği “komiklikler dosyası”  bile her zamanki yerinde yoktu. Demek ki durum oldukça ciddiydi. Bu garip telaşın sebebini soramazdık, annemiz sinirliydi. Biz de sormadan öğrendik. Bir yolunu bulup fırladık sokağa. Niğdeli komşumuz Hatice Teyzenin yaptığı nefis dondurmayı arkadaşlarla yerken, konuşulanlardan anladım olan biteni. Buraların gözde delikanlısı Tat Memet, askere gittiği Çerkezköy’den “kız” kaçırmıştı. 

KİMMİŞ BU KIZ?
Oldukça akut gelişmiş vakaydı herkes için; özellikle de ona aşık halam için… Bunu sezen komşular, benzer soruları bize doğru bastıra bastıra sordular günlerce. Kimmiş bu kız? Anayı babayı saymamış, asker adama kaçmış tanımadan etmeden, bir de utanmadan... İsmi de bir değişik “Binnur”… Ya da yeni adıyla “Binnur Yenge.”
Gürültülü geçen üç beş gün boyunca evimiz komşu kadınlar tarafından işgal altındaydı adeta.  Kucaklarında rengarenk kumaşlarla gelip, elbiselerini diktirip saçlarını model model kestirip, üstünden başörtülerini bağlayıp telaşla çıkıp gitmişlerdi. Sonunda, düğün zamanı gelip çatmıştı. Laz Bakkalın yanındaki boş arsaydı merasim yeri, sırası gelen her düğünde olduğu gibi. Trakya Karşılamasına Azeri Kazaskası eklenerek, Silifke’nin yoğurduna Muş’un çepkisi katılarak hep birlikte kutlandı Binnur Yengenin gelişi.
Evet.. Artık mahallemizin Binnur Yengesiydi o. Annemin tabiriyle “artistleri kıskandıran” vücut yapısı ve o vücudu süsleyen masmavi gözleri, düzgün hatları, kalçasından aşağı dökülen sarı, gür saçları, incecik beli, uzun narin parmaklarıyla ve bembeyaz gelinliğiyle gökyüzünden süzülüp gelmiş peri kızıydı adeta. Alt katımıza kiracı olarak yerleşmiş, dillere destan el emeği çeyizini sermiş, kocasını, askerliğini tamamlaması için yolcu etmiş, Trakyalı varlıklı ailesinden aldığı görgüyle, yeni hayatının ona getireceklerini beklemeye koyulmuştu...

GÖZLERİNDEKİ IŞIK SÖNDÜ ÖNCE
Henüz 7 yaşındaydım. Bizim toplumda, genç bir kadının aile rızası olmadan evlenip gitmesinin bedelini kestiremezdim elbette... Sanırım bu yüzden, Binnur Yengenin hayatında olup bitenlerle birlikte, onun her halindeki değişiklik kadar hiçbir şey şaşırtmadı beni. Gözlerindeki masmavi ışık söndü önce. Daha sonra, sesi de yüzü gibi solmaya başladı. Kekeliyordu artık konuşurken. Dişleri kararmış, saç dipleri beyazlamış, hafiften göbeği çıkmaya başlamıştı. Sırtının ortasına yerleşen kambur, kapı önü süpürürken ya da çamaşır asarken iyice belirginleşiyor, erkek şiddetinin nelere kadir olduğunu oradan haykırıyordu; duymak isteyen herkese. 
Eşi askerdeyken evin büyükleriyle, geldikten sonra da onunla yaşamaya, daha doğrusu savaşmaya başladı. Hemen her akşam çıkan kavga gürültünün içinden bize kadar gelen cılız sesini ayırt edebiliyordum. Niye bağrıştıklarını anlamıyor, Binnur Yengeyi onların içinden alıp götürüp ait olduğu masallar ülkesine bırakmak istiyordum. Koynuma soktuğu “Dayım oğlu Salih” cümlesiyle başlayan mektupları aşağı mahalledeki marangoz kuzenine gizlice götürür, onun yaşadığı eziyetleri yaşımın elverdiğince anlatmaya çalışırdım. Her seferinde, umutla, coşkuyla gönderdiği mektupların okunmadan çöpe atıldığını hiç öğrenmedi tabii.

NEDEN HİÇ KİMSE YARDIM ETMİYORDU ONA? 
Mahallenin becerikli üretken kadınları aynı damda halı çırpıp, yün yıkıyor, aynı çeşme kuyruğunda bekleyip yardımlaşarak evlerine su taşıyor, bahar geldiğinde çeşit çeşit otları imece usulü toplayıp pişiriyor, dili, dini, ırkı ne olursa olsun sofralarında birbirinin çoluk çocuğunu ağırlıyorlardı da, Binnur Yengeyi kurtarmak için neden hiçbir şey yapamıyorlardı? 
O günlerde içimi kemiren, bana göre tüm dünyaya yönelttiğim bu sorunun cevabını yine annemden aldım tabi. Onların aile sorunuymuş tüm bunlar... Eşiyle aralarındaki özel meselelermiş. Birisi karışırsa “ayıp” olurmuş. O evin erkeğini ilgilendirirmiş... Arkasından eklediği cümle ise beynimde hiç sönmeyecek ışığın yanmasına neden olmuştu böylece; “Kadınlar bilmeli doğrusunu kızım kadınlar.. Cani adamı da büyüten odur, melek gibi adamı da…

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Yüksek voltajlı teşvik

Yüksek voltajlı teşvik

Erdoğan-Şimşek programıyla emekçilerin bir ayı daha gıdaya gelen yüksek zamlar ve eriyen ücretlerle geçti. Özelleştirmelerle ihya edilen sermaye gruplarına ise sadece bir ayda ‘üretmedikleri elektrik’ için 1 milyar lira teşvik verildi. Sanayi patronları da çalıştırdıkları her kadın işçi için devletten artık daha fazla teşvik alacak.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
2 Mart 2025 - Sefer Selvi

Evrensel'i Takip Et