Sözüm Diyanet’ten içeri
Kaynayan kurbağa sendromunu duymuşsunuzdur mutlaka. Toplum yavaş yavaş alıştırılıyor. Bu türden haberlere şaşırmamaya başladıysak giderek alışmaya da başladık demektir.
Doç. Dr. Gülnaz KARATAY
Son zamanlarda, toplumda infial yaratacak türden açıklamalarıyla gündeme gelen Diyanet’in, nasıl da kasıtlı ve planlı bir toplumsal dönüşüm sürecinin en uygun aracı haline geldiğine/ getirildiğine tanıklık etmekteyiz. Sözüm Diyanet’ten içeri diyorum, çünkü dini spiritüel bir değer, bireysel ve içsel bir serüven olarak yaşayanlara, yaşama arzusunda olanlara sözümüz yok. Zira bu yönüyle bir tercih meselesi olarak da değerlendirilebilir. Ancak, kişisel bir alan olduğu için finansmanının da kişiler tarafından sağlanması gereken din olgusunun, bir çok gelişmiş ülkenin aksine, kamusal kaynaklarla finanse edildiğini, bütçesinin her geçen gün artırıldığını, bu da yetmezmiş gibi tek bir inanç grubunun temsiliyetini üstlendiğini görmekteyiz.
AYRIMCILIĞI VE ÖNYARGILARI BESLİYOR
Diyanet’in son zamanlarda yapmış olduğu açıklamaların bir kısmı, ciddi nefret suçu ve sorumsuzluk örneği içerecek nitelikteydi. Alevi kadınlarla evlenmeye ilişkin bir açıklamasında, kadınlar üzerinden Alevilere karşı önyargıları besleyerek karanlık geçmişi adeta tekerrüre zorluyor. Bunu yaparken kendi tabanına karşı da herhangi bir kaygı duymuyor. Örneğin temsil ettiği inanç grubuna Alevi kadınlarla evlenilemeyeceği telkininde bulunurken, Sünni inanç grubuna mensup olup Alevilerle evlenenlere, Alevi olup Sünnilerle evlenenlere, Sünni olup gayrimüslimlerle evlenenlere karşı sorumluluk hissetmiyor. Diyanet’in aklı-mantığı zorlayan bu söylemlerine genel olarak itibar edilmeyeceğini düşünmekle birlikte, yakın coğrafyamızda Ezidi kadınların dramlarına tanık olduktan sonra, durumdan kendine vazife çıkaranların olabileceği ihtimali göz ardı edilmemeli. Nitekim 21. yüzyılda bile, 6.-7. yüzyılın normlarıyla yaşama arzusu, adeta yeni bir konsept olarak karşımıza çıkıyor.
ÇOCUKLARIMIZA YAPILABİLECEK EN BÜYÜK KÖTÜLÜK
Diyanet’in diğer bir tartışmalı açıklaması kız çocuklarıyla ilgiliydi. Bırakınız fizyolojik ve psikolojik olgunluğu, üreme hormonları bile salgılanmaya başlamamış 9 yaşındaki kız çocuklarıyla evlenilebileceği çılgınlığı, aklın sınırlarını zorlayan türden. Özellikle ensestin oldukça yaygın olduğu ülkemizde bu söylemlerin daha da cesaretlendirici nitelikte olması kaygı verici. Ebeveynlik ilişkilerinin bu kadar problemli olduğu, çocukların adeta sevgi yoksunu olarak büyüdüğü ülkemizde baba-kız ilişkilerindeki tensel temasın derecesini, ısı geçişi üzerinden tarif etmeye kalkışmak, bilime, akla ve vicdana sığabilecek bir durum değil.
Özellikle bu söylemlerin daha fazla karşılık bulabileceğini düşündüğümüz sosyokültürel düzeyi düşük kesimlerde, çocuğun tek sermayesi olabilecek sevgi bağını yok etmeye çalışmak, çocuklara yapılabilecek en büyük kötülüktür. Çocuklarda hissedilmeyen, karşılanmayan sevgi ve güven gereksinimi, anne/baba figürünü temsil eden farklı sevgi nesnelerine yönelmeye, dolayısıyla istismarda açık durumların oluşmasına neden olabilmektedir. Dahası Diyanet’in bu türden telkinleri, ailede doğal ilişkilerin yapısını bozarak ilkel dürtülere odaklanmaya, aile içinde yabancılaşmaya ve yozlaşmaya götürebilir.
KADINLARA DAİR NE VARSA HEPSİ HARAM
Bütün bu yaşananlar, kasıtlı ve planlı bir sürecin prova niteliğindeki adımlarıdır. Ara ara toplumun nabzını da yoklamak gerek, değil mi? Baktınız ki tepkiler var, biraz geri çekilin. Ne de olsa gündem o kadar hızlı akıyor ki uzun belleğe atmaya da fırsatımız olmuyor, çabucak unutuyoruz. Örneğin İstanbul’da bir lisede “Tayt-pantolon giyen kızların bacak arasına bakınca şehvet duyuyorum” diyen ve bunu da sınıfta uygulamalı olarak gösteren Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmenini unutuverdik hemen. Oysa bu örnek bize din ve ahlakın aynı şey olmadığını gösteriyor. Bir dine sahip olmak ahlaklı olmanın da teminatı olmuyor. Tıpkı Erzurum’da kardeşine defalarca tecavüz eden imam olayındaki gibi. Bu örneklerde olduğu gibi, insanın doğasına müdahale, örneğin cinsellik gibi ilkel dürtülerin sürekli bastırılması, ensest ve pedofili gibi patolojik davranışları tetikleyebilmekte.
Sırada ne var peki; kız öğrencilerin olduğu sınıflara erkek öğretmenlerin girmesi haram, okula gitmenin kendisi haram, koltuklardan ısı geçişi olabileceğinden aynı otobüslere binmek, aynı marketlere girmek haram, kısacası kadınlara dair ne varsa hepsi haram... Ancak Alevilerden vergi toplamak haram değil, günlerce cesetleri yerde kalan siviller için iki laf etmemek haram değil, her gün hunharca öldürülen kadın ve çocukları görmezden gelmek haram değil, lüks içinde yaşamak haram değil...
TOPLUMSAL BİLİNÇ YARILMASI
Bütün bu yaşananlar toplumsal bilinç yarılması durumuna işaret ediyor. Kasıtlı dönüşümün bir parçası olarak aktive edilen inançsal fay hatlarının toplumda ne tür kırılmalara yol açacağını, geçmişteki örneklerine bakarak da anlayabiliriz. Hatta geçmişe bakmaya vicdanımız elvermiyorsa güneydeki komşu ülkelere ve yakın tarihe bakmak bile yetecektir. Emperyalizm, inanç ve kimlik mücadelesini iç içe geçirerek resmi bulanıklaştıran şey, kuşkusuz dinin araçsallaştırılmasıdır. Dolayısıyla giderek daha fazla Ortadoğu toplumu görüntüsü çizmeye başladığımız şu günlerde, dini araçsallaştırmaktan kurtarma konusunda en büyük sorumluluk yine Diyanet’e düşüyor.
Kaynayan kurbağa sendromunu duymuşsunuzdur mutlaka. Toplum yavaş yavaş alıştırılıyor, yavaş yavaş alışıyoruz. Bu türden haberlere şaşırmamaya başladıysak giderek alışmaya da başladık demektir. Alışmamak lazım. Dolayısıyla bilimi, aklı, mantığı zorlayan normlara daha fazla şaşırmanız dileklerimle...