Aşkın evrimi: Çok derin mevzu
İnsan soyu, aşkı, uzun süreli ilişkiyi nasıl norm haline getirdi? Derin mevzu, hele ki 14 Şubat için. Ama yanıtlanması da gerekiyor. Sarya Tunç, sorunun yanıtını bulmak için insan evriminin duygusal boyutlarına daldı.
Sarya TUNÇ
Üniversitede evrim dersinde, insan evriminin duygusal boyutunu tartışırken, hocam “Her şey karşı cinsi etkilemek içindir. O taktığın toka, o elini nazlı nazlı süzüşün… Hepsinin altında milyarlarca yıldır süregelen bir deneyim aktarımı var. Bunlar hep üremek için.” demiş ben de okkalı bir “ne münasebet canım!” çekmiştim. Benim yeni aldığım kazakla bunun ne alakası vardı. Hem zaten hiç işim olmazdı öyle şeylerle.
Tabii hocanın bu kadar keskin sözlerinin altında bizi dersi daha da çekmek gibi bir dert yatıyordu; ardından o sıralamış, biz tartışmıştık. Tartıştıkça benim küçük dünyamdaki o büyük ailem, Tunç ailesi –ya da sülalesi- dışında bir içgüdü aktarımına maruz kaldığım Homo Sapiens ailemle daha bir yakından tanıştım. O günden ve toplamda tüm o eğitimlerden bu yana insan ilişkileri ve canlı yaşamına bakış açımda bir farklılaşma oldu desem yanlış olmaz.
Zamanla yakıcı gerçeği kabullendim tabii. Safi bakarsak, genetik içgüdümüz bize üremeyi emreder. Genlerimizi bir sonraki nesile taşımak ya amacımız, üremek ve neslimizi devam ettirmenin yanında, genlerimizin bir sonraki nesle taşınacağından emin olmak isteriz. Bunun için de –heteroseksüelsek tabii- karşı cinse ne kadar sağlıklı olduğumuzu, benden gayrısının yalan bir girişim olduğunu falan sözle olmasa da fiziki olarak anlatmaya çalışırız. O kur davranışları, danslar falan hep bunun için. Hadi insanı şimdi bir yana bırakalım; kuşları, börtü böcekleri hatırla, o biçim yani. Tabii insan daha sosyal bir canlı olduğu için, her ne kadar gen bencil de olsa bu,duygularımızı yer yer -ve iyi ki- törpüleyebiliyor, toplumsallaşabiliyoruz.
Ama tabii bu, içgüdüsel bencil davranışlarımızı her ne kadar gerilere itse de, engellemiyor. Duyguların/aşkın evrimi üzerine araştırmalar yapan bilim insanlarına göre evrimsel bir perspektiften bakarsak aşkı da bir hayatta kalma aracı, bir soy devamlılığı olarak görüyoruz. Şöyle ki, çocuk yapabilen iki canlı arasındaki duygusal bir bağ o çocuğun bakımında, dış faktörlere karşı savunmada, güvenlikte avantaj sağlıyor ve yine topluluk içerisinde seni bir adım öne taşıyor. Güvende olmak kadar, güvende hissetmek de önemli. Böylelikle üreme ve sonucunda doğan çocuğun sağ kalma olasılığı doğrudan artıyor.
Tabii konu nasıl evrildi de ikili ilişkilerde ‘hmm.. sn meşgLsn gaLba. ok’ kısmına geldi, aradaki duygusal kambriyen patlaması hâlâ çözülebilmiş olmasa da, bazı ikili ilişki kliklerine açıklama geliyor.
Mesela, kıskanç mısınız? Üzülmeyin. Artık bunun da suçunu atalarımıza atabilirsiniz. Bilim insanları kıskançlığın kökeninde de evrimsel nedenlerin yattığını ileri süren makaleler yayımladı.
Artık kendisi de kıskanç mıydı, ilişkilerinde o da kıskançlığa maruz mu kaldı bilemediğim bilim insanları, kıskançlığın insanın yaşamsal uyumuna hizmet eden bir duygu olduğunu, hatta aldatılma ve terk edilmeye karşı bir savunma olabileceğini söylüyor. Hatta tam olarak ‘Kıskançlık ilişkiyi koruma amacına hizmet eden bir içgüdüdür’ diyorlar. Bu da bulunduğumuz ülke çerçevesinde tehlikeli sonuçlar doğuracak bir cümle olsa da, şimdilik bu kısmı geçelim.
İnsanın aşk, bağlanma, kıskançlık gibi sosyal davranışlarının altında karmaşık biyolojik süreçler yatıyor. İnsan, bağlanma ve aile kurma gibi davranışları sadece cinsel dürtü ile açıklanamayacak kadar sosyal bir canlı. Aynı şekilde aşık olmak da sadece cinsel yakınlık ile açıklanamaz. Çünkü insan sosyal bir canlıdır ve bu sosyalliğinin avantajını evrimsel süreçte bolca görmüş, ekmeğini yemiştir.
Her ne kadar soğuk ve duygusuz gibi gözüken bir perspektiften girdiysem de yazımıza vesile olan mevzu, 14 Şubat Sevgililer Günü idi. İşte konu ile ancak bu kadar ilgiliyim. Esprisine gülünmeyen ve defalarca açıklamak zorunda kalan adama saygılarımla…