20 Şubat 2016 11:41

Emekçilerin ve halkların barışa, barışın emekçilerin gücüne ihtiyacı var

Bölgede yaşayan işçi ve emekçiler AKP’nin halka karşı başlattığı bu kirli savaşın dolaysız muhatabıdır ve Kürt halkının barış, eşitlik ve özgürlük mücadelesinin de tarafı olarak, yaşadığı her yerde işyerlerinden ve mahallelerinden başlayarak barış, demokrasi ve özgürlük için birleşmeli ve sesini yükseltmelidir.

Paylaş

Mehmet TÜRKMEN

Geçtiğimiz yılın eylül ayından bu yana, Silvan’dan Varto’ya, Nusaybin’den Cizre’ye kadar pek çok ilçede, önceleri çeşitli aralıklarla uygulanan ve birkaç gün sürdürülen sokağa çıkma yasakları, son iki aydır Cizre ve Sur’da tam bir işgal ve kuşatma halini aldı. Cizre’de sığındıkları bodrum katlarında günlerce ölüme terk edilmelerinin ardından, topluca katledilen 145 kişi başta olmak üzere, Sur, Cizre ve Silopi’de çoğu sivil, kadın ve çocuk olmak kaydıyla yüzlerce kişinin öldürüldüğü, AKP’nin Kürt halkına karşı başlattığı vahşet operasyonları tüm acımasızlığıyla devam ediyor.

Ağır silahlarla donanmış binlerce asker, jandarma ve polis özel harekat birlikleriyle kuşatılan, tank ve top mermileriyle yerle bir edilen kentlerden geriye, sokaklardan ve sığındıkları bodrum katlarından cesetleri toplanan yüzlerce genç, yaşlı, kadın ve çocuk cenazesi ve evlerini terk ederek göçe zorlanan on binlerce insan kaldı.

7 Haziran seçimlerinde aldığı yenilginin ardından iktidarı elden bırakmak istemeyen AKP-Erdoğan iktidarının, 7 Haziran öncesi HDP mitinglerine ve seçim bürolarına yönelik kışkırtıp yönlendirdiği saldırıların yanı sıra, 7 Haziran’dan sonra Suruç ve Ankara’da devletin resmi organlarının gözetimi altında IŞİD eliyle yapılan ve toplamda 140’a yakın insanın öldüğü katliamlardaki sorumluluğu ise unutulmuş değil.

Başından sonuna kadar AKP’nin istismarına ve oyalama taktiklerine sahne olsa da, yaklaşık iki buçuk yıl süren çatışmasızlık ve “çözüm” süreci koşullarında hem Kürdistan coğrafyasında hem de ülkenin batısında güçlenerek gelişen demokrasi mücadelesi, AKP’nin 12 yıllık baskıcı ve gerici iktidarını tehdit eden bir boyuta ulaşmıştı. Milyonlarca insanın sokaklara dökülerek günlerce sürdürdüğü Gezi-Haziran direnişi başta olmak üzere,  Soma ve Ermenek’teki gibi toplu işçi cinayetlerine karşı ortaya çıkan tepkiler, 17-25 Aralık’ta ortaya dökülen yolsuzluklar, metal işkolunda yaşanan ve on binlerce işçinin katıldığı grev ve direnişleri ve nihayet 7 Haziran’da emek ve demokrasi güçlerinin geniş bir kesiminin desteği ve güç birliğiyle HDP’nin elde ettiği seçim başarısıyla birlikte, AKP 13 yıllık tek başına iktidar döneminin sonuna gelmişti.

Steril ortamlarda yaşam şansı bulamayan virüsler gibi, barış ortamında iktidarını sürdüremeyeceğini anlayan AKP iktidarı ülkeyi adım adım savaş, terör, kaos ve baskı ortamına sürükledi. “400 vekil verin, bu iş güzellikle çözülsün”, “Biz gidersek bölgede yine beyaz Toros’lar ortaya çıkar” gibi tehdit söylemlerini her fırsatta dile getiren ve koalisyon hükümeti seçeneklerini de boşa çıkaran AKP-Erdoğan iktidarı, sokağa çıkma yasakları, cinayetler, patlatılan bombalar ve katliamlarla adım adım oluşturulan kaos ve terör ortamı eşliğinde gidilen 1 Kasım seçimlerinden istediği sonucu almayı başardı.

Gelinen aşamada karşı karşıya olduğumuz tablonun oluşmasında başka etkenler de var kuşkusuz. AKP’nin Suriye’ye yönelik uyguladığı ve her geçen gün ayağına dolanan, IŞİD ve Nusra benzeri el Kaide tipi cihatçı terörist örgütleri destekleyerek mezhep düşmanlığını kışkırtmak, Rojava’da Kürtlerin kazanımlarına engel olmak ve bölgede Osmanlıcı yayılma hayalleri üzerine kurulu kirli dış politikasının sonuçları ve bölgedeki gelişmelerin de payı büyük.

AKP iktidarı, ABD ve batılı emperyalistlerin, Suriye ve Ortadoğu’ya yönelik hesapları için ve yine AB’nin, mülteci akınını durdurmak için Türkiye’deki iktidarın işbirliğine ihtiyaç duymasını da fırsata çevirdi. AKP iktidarı ve onun etrafında birleşmiş olan egemen sınıflar, içeride ve dışarıda hedeflerine ulaşmak için ülkede giderek daha baskıcı ve faşizan bir diktatörlüğü adım adım inşa etmekte kararlı görünüyorlar. 

Bugün bölgede Cizre, Sur, Silopi ve Nusaybin gibi ilçelerde Kürt halkına ve onun örgütlü güçlerine yönelik adeta topyekün bir yok etme savaşına dönüşen saldırı dalgası, Kürt coğrafyasının geri kalanı ve ülkenin batısına ise bu kirli savaş ve katliamlara ‘dur’ diyen, barış ve eşitlik isteyen tüm kesimleri hedef haline getiren faşizan bir baskı ortamı olarak yansıyor.

Dolayısıyla, Erdoğan’ın deyimiyle “çözüm sürecini buzdolabına” kaldıran AKP iktidarı, yalnızca barış, eşitlik ve statü isteyen Kürtler için değil; Başta işçi ve emekçiler olmak üzere, Türkiye’de demokrasi, özgürlük ve insanca bir yaşam talebi olan bütün kesimler için, ‘çözüm süreci’yle birlikte tüm demokratik zemini ve kazanımları da “buzdolabına kaldırmış” bulunuyor.

Bu yüzdendir ki, bugün AKP ve saray iktidarının Kürt halkına karşı başlattığı bu kirli savaşa karşı, Kürt sorununun demokratik bir çözüm için müzakerelerin başlaması, barışın ve demokratik bir ortamın sağlanması için mücadele;  hayatın ve ülkenin her alanında demokrasi ve özgürlükler mücadelesiyle hiç olmadığı kadar iç içe geçmiş durumdadır. 

BİRİ OLMADAN DİĞERİ OLMAZ: EMEKÇİLER HEM BARIŞ VE ÖZGÜRLÜK, HEM DE İNSANCA BİR YAŞAM İÇİN BİRLEŞMELİ

İki buçuk yıllık ‘çözüm süreci’ ve çatışmasızlık döneminin en çok dikkat çeken gelişmelerinden biri de, hiç kuşkusuz bölgede yıllardır savaşın gölgesinde kalmış olan işçi ve emekçilerin mücadelesinin daha yaygın ve görünür olmaya başlamasıydı. Antep’te Başpınar OSB’de binlerce tekstil işçisinin grevi, Batman ve Adıyaman’da petrol işçilerinin mücadelesi, yine Adıyaman ve Batman’daki tekstil işçilerinin kölelik koşullarına karşı örgütlenme girişimleri, Diyarbakır’da tuğla işçilerinin eylemleri, Elazığ’da maden işçilerinin mücadelesi, Hakkari’de fırın işçilerinin eylemleri ve örgütlenme mücadelesi ve Van’da İŞKUR işçilerinin aylarca süren direnişleri…  Yine bölgede pek çok ilde hastane, belediye ve üniversitelerde çalışan taşeron işçilerin örgütlenme mücadeleleri ve kamu emekçilerinin ses getiren grev ve iş bırakma eylemleri…  Bütün bu mücadeleler, bölgede emek hareketinin giderek gelişip ilerlediğini gösteren gelişmelerdi.

AKP’nin bölgeyi sermaye için ucuz iş gücü ve sömürü cenneti haline getirmek için uyguladığı politikalar büyük oranda sonuçlarını vermiş durumda. Başta Batman, Adıyaman, Urfa ve Van gibi kentler olmak üzere, on binlerce işçi tekstil, gıda, maden gibi işkollarında asgari ücretin bile çok altında, günde 10-12 saat,bütün sosyal haklardan mahrum, kölelik koşullarında çalıştırılıyor. Van’da olduğu gibi, geçici mevsimlik işlerde yılda birkaç aylığına asgari ücretle çalıştırılmak için işe girmek isteyen bölgedeki on binlerce işsizin çaresiz durumu bile AKP tarafından İŞ-KUR üzerinden ahlaksızca istismar ediliyor.

Bölgedeki milyonlarca işçi ve emekçinin yaşadığı yoksulluk, işsizlik ve sefalet tablosuna, son birkaç yıldır Suriye’deki savaştan kaçıp gelen yüzbinlerce mültecinin içler acısı durumu da eklenmiş oldu. AKP’nin bizzat kışkırttığı, teşvik ettiği ve taraf olduğu bir savaşın ve büyük bir yıkımın yaşandığı Suriye’den göç edip gelen, IŞİD ve benzeri cihatçı terörist çetelerin militanları dışında, AKP’nin tamamen yüzüstü bıraktığı milyonlarca mülteci, insanlık dışı koşullarda yaşam mücadelesi veriyor.  Antep ve Urfa gibi kentler başta olmak üzere, kayıt dışı ve son derece düşük ücretlerle çalıştırılan, işçiler arasında rekabet yaratmak ve ücretleri düşürmek için istismar edilen, ev kiralarını fahiş fiyatlara çıkararak varlıkları fırsata dönüştürülen Suriyeli mültecilerin varlığı, Bölge’deki Kürt ve Türk işçi emekçilerle Suriyeli mülteciler arasında düşmanlık konusu haline getirilmek isteniyor.

Suriyeli mültecilere karşı düşmanlığın, insani olmaması bir yana,  işçi ve emekçilere hiçbir faydası olmayacak, aksine, emekçileri daha ağır bir sömürüye ve köleliğe mahkum etmek isteyen ve bunun için de işçi ve emekçileri kendi aralında bölmeyi, sürekli düşmanlığı ve rekabeti derinleştirmeyi amaçlayan sermaye sınıfının işini kolaylaştıracaktır. Bu yüzden, başta Antep, Urfa ve Adıyaman gibi kentlerde yaşayanlar olmak üzere, bölgedeki işçi ve emekçiler bu oyuna gelmemeli;  işçi sınıfını ve emekçileri bölen, sermaye sınıfının işçi ve emekçiler üzerindeki sömürüsünü ve kölelik koşullarını daha da ağırlaştırmasına imkan veren bu ırkçılığa, halklar ve farklı milliyetlerden işçi ve emekçiler arasında düşmanlığa hiçbir şekilde prim vermemelidir. Her milliyetten ve her inançtan işçi sınıfının kaderinin ve sermayeye karşı çıkarlarının da, kurtuluşunun da ortak olduğu ve işçi sınıfının enternasyonal bir sınıf olarak en önemli görevinin bütün bir işçi sınıfının birliğini ve halkların kardeşliğini savunmak olduğu unutulmamalıdır.

BU SAVAŞ İŞÇİ VE EMEKÇİLERE KARŞI BİR SAVAŞTIR

Bu yılın başında asgari ücrete yapılan zammın bir kısmı, sahtekarca asgari geçim indiriminin (işçilerin deyimiyle çocuk parası) yapılan zamma dahil edilerek, bir kısmı ise işçi ve emekçilerden toplanan vergilerden oluşan hazineden karşılanan asgari ücret zammı neredeyse sıfırlandı. Son aylarda en temel tüketim maddelerine yüzde 20-30’ları bulan zamlarla birlikte ücretlerin giderek eridiği koşullarda; AKP şimdi de kıdem tazminatı hakkına göz dikmiş durumda. Kiralık ve köle işçi uygulamasını hayata geçirmek için meclise getirilen yasalardan biri de Özel İstihdam Büroları yasası. Kamu emekçilerinin iş güvencesini ortadan kaldırmak için 657 sayılı yasada yapılmak istenen değişiklik ise AKP’nin bu dönem önüne koyduğu başka bir hedef.

Batıya oranla çok daha ağır çalışma, kölelik ve sefalet koşullarında yaşayan, bu durumu daha da ağırlaştıracak yeni saldırılarla karşı karşıya olan bölgedeki işçi ve emekçilerin hayatı, bütün bunlar yetmezmiş gibi, şimdi bir de ‘90’ları bile aratan sokağa çıkma yasakları, tanklar ve toplarla bombalanan kentler ve katliamlarla kuşatılmış durumda.

İşte tam da bu yüzden, bölgedeki işçi ve emekçilerin iş, ekmek ve insanca bir yaşam mücadelesini, barış ve özgürlük mücadelesiyle daha sıkı sıkıya birleştirerek yükseltmesi, hem bu savaşa ve vahşete hem de bu kölelik ve sefalet koşullarına son verebilecek en önemli ihtiyaçtır.

Ülke içinde bu kirli savaşı sürdüren, Suriye ve Ortadoğu’da halklarımızı daha büyük ve tehlikeli bir savaş bataklığına sürükleyen ve bu savaş politikalarıyla ülkeyi tamamen faşist bir diktatörlüğe doğru götüren AKP-Erdoğan iktidarı, bölgede Kürt halkına karşı başlattığı bu savaşta, bölgenin patronlarını, sermaye örgütlerini, ağa ve şeyhlerini de yanına almış durumda.

Tek başına bu saflaşma bile, bu savaşın bölgedeki işbirlikçi ağa, şeyh ve patronlarla birlikte, yalnızca Kürt halkına karşı değil, bölgedeki tüm yoksul halklara ve Kürt, Türk her milliyetten işçi ve emekçilere karşı açılmış bir savaş olduğunu göstermektedir.

Bölgede yaşayan işçi sınıfı ve emekçiler AKP’nin halka karşı başlattığı bu kirli savaşın dolaysız muhatabıdır ve dolayısıyla, Kürt halkının barış, eşitlik ve özgürlük mücadelesinin de tarafı olarak, yaşadığı her yerde işyerlerinden ve mahallelerinden başlayarak barış, demokrasi ve özgürlük için birleşmeli ve sesini yükseltmelidir.

İşte ancak o zaman, ekmeğimize kan doğrayan, bizlere yoksul ve sefil bir yaşamla birlikte, daha fazla ölüm, acı ve kandan başka bir şey vadetmeyen bu sömürü ve savaş düzenine son vermek mümkün olacaktır.

Evrensel’in bu bölge ekinin kapağında yazdığı gibi: “Barış emek ister…”  ve o emek, o güç, o umut işçi sınıfımızın ve emekçilerin kollarındadır.

ÖNCEKİ HABER

‘Barış mücadelesine sendikalar öncülük etmeli’

SONRAKİ HABER

Diyarbakırlı sendika yöneticileri: Emekçiler barış mücadelesinde buluşmalı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa