21 Şubat 2016 05:32

‘Kentsel Aura’ nedir?

Yakın tarihlerinde dünyadaki sanatsal ve yaratıcılık patlamasına ev sahipliği yapan ülkelerin belli başlı büyük kent ve metropollerinin bu niteliklerinin altında, sahip oldukları sürekli ve doğal auranın tesirinin azımsanmayacak ölçüde olması yatar.

‘Kentsel Aura’ nedir?

Okay DEPREM

Günümüz dünyasında; Avrupa’nın, Kuzey Amerika’nın, Anglosakson ülkelerinin, kısmen Rus dünyasının ve geri kalan gelişmiş belli başlı bölgelerin oturmuş şehirleri haricinde büyükçe yerleşim birimlerinin çoğunda eksik olan, eksikliği hissedilmesine karşın ismi konulamayan çok önemli bir şehir unsuru söz konusudur: “Kentsel aura”. Auranın sözlük anlamlarından bir tanesinin kısaca “gizemli ortam” olduğunu biliyoruz. Mega şehirler; her anlamda bozulan, deforme-dejenere olan zamane kentleri doğadan koptukça; bünyelerindeki görsel-işitsel uyaranların kapsam ve nitelikleri neredeyse her geçen gün arttıkça, şehir insanı ile içinde yaşamaya çalıştığı uzam arasında bir kopukluk, bir tür yabancılaşma hali belirir ve güçlenir. Kent bireyi, kırsal-köy yaşam biçiminden, tabiattaki hayat koşullarından farklı olarak bir yandan maksimum teknik olanaklar ile çağdaş konforun ideal harmonisini yanı başında ararken, bir yandan da bilinçaltında kentsel ortam ile tam olarak tanımlayamadığı ve belirleyemediği özel türde bir ilişki kurma arayışı ve ihtiyacı içerisine girmeye başlar.  

KÂR GÖRÜNGÜSÜ ÜZERİNDEN KENTSEL AURANIN AÇILIMI
İstanbul gibi kentsel aurasını önemli ölçüde kaybetmiş şehirlerde çoktandır en ufak bir kar yağışı, hafiften karlı bir hava, zeminin topu topu birkaç cm. kar ile kaplanması önce şehir ardından da, kaçınılmaz olarak, ülke gündeminin üst sıralarına tırmanmaktadır. Yerkürenin, iklimi az çok benzeşik sayısız yerleşim noktasında son derece kayıtsızca karşılanan bu alelade doğa fenomeni, 15 milyonluk şehri oluşturan yığınlarda fazlasıyla bir heyecan ve hezeyan dalgası yaratmaya yetmektedir. Korkunç bir yapılaşma, katlanılamaz bir betonlaşma, şehir içi boş ve yeşil alanların inanılmaz oranlarda az ve yetersiz olması, kaosa dönüşen trafik sarmalı ve “normalin” katbekat üzerinde bir gürültü ve hava kirliliği seviyesi gibi temel faktörler; kitlelerde bir noktadan sonra, bir türlü çözülemeyen ve “Gordion Düğümü’nü kesen kılıç” olmaksızın da kolay kolay halledilemeyeceği hissi, sezgisi yaratmaya başlıyor.   

YARATICI VE SANATSAL DUYGULARIN OLUŞUMU İÇİN...
Buradan hareketle bireylerin kolektif bilinçaltlarında, “post-modern” vahşi kapitalist kentin tüm pisliklerini, en azından bir süreliğine örtecek, onu gözlerden olabildiğince saklayacak bir “tabii örtü” aranır, artık sadece doğal bir görüngüye sığınılacak noktaya gelinir. Gerek gökyüzünde ve havada, gerekse de toprak üstünde yarattığı özgül ve benzersiz aurodan dolayı “kar” bu hususta aranılan ve arzu edilen en hayati ve isabet doğa olayıdır. İnsanlar, bir tür yağış çeşidi olan kar gibi doğal etkenlerin yardımıyla, bir şekilde geçici de olsa, katı gerçeklik uzamından mümkün olduğunca uzaklaşmak; masalsı, esrarengiz bir çevreyle sarılmak dürtüsüyle hareket ediverirler. Bir biçimde zamanı mümkün mertebe durduracak, en azından yavaşlatacak büyülü bir ortamın içinde kaybolmak aslında sayısız insanın içinde olan ve de tam olarak adlandıramadıkları bir hasret halinin karşılığıdır. Çoğunluğu çoktandır modern kentlerde yaşayagelen kişioğlunda, yüksek derecede sanatsal ve yaratıcılık ilhamlarının oluşması açısından, temeldeki muayyen ekonomik-sosyal ve kültürel belirleyenlerin yanı sıra belirli kentsel, fiziksel, mekânsal, çevresel ve doğasal çok boyutlu ve karmaşık etmenler bütününün de bir araya gelmesi; dahası özel bir fazda etkileşime / reaksiyona girmeleri gerekmektedir. Sürekli bir doğal auraya sahip ol(a)mayan kentlerin arka planında; mimari, kent planı ve doğa esas üçlüsünün birbirleriyle barışık olmamaları gerçeği bulunmaktadır.    

DOĞAL VE SÜREKLİ ŞEHİR AURASINA SAHİP KENTLER
Yakın tarihlerinde dünyadaki sanatsal ve yaratıcılık patlamasına ev sahipliği yapan ülkelerin belli başlı büyük kent ve metropollerinin bu niteliklerinin altında, sahip oldukları sürekli ve doğal auranın tesirinin azımsanmayacak ölçüde olması yatar.
Eski Alman, Fransız, İngiliz Bohem, Leh vs. topraklarında yeni ve yakın çağlarda; kentlerin gelişim dinamikleri, çok özel geçici ve bir nevi “aldatıcı auralara” gerek olmaksızın ve ihtiyaç duyulmaksızın; modern kent bireyinin duygu, yaratıcılık, sanatsal ve genel olarak ilham dünyasının, efkâr evreninin azami derecede teşekkül olup, gelişip derinleşebileceği bir doğrultuda biçim kazanıyorlardı. Ressamların, bestecilerin, heykeltıraşların, hakiki mimarların, roman-öykü yazarlarının, filozofların esin evrenlerinin maksimum derinlik ve zenginlikte olabilmesi için; şehir içinde ayrı ayrı mikro kentsel boyutlara, auralara gereksinimleri vardır. Şehrin bayağı gerçekliğinden (olumsuz anlamda) bir anlamda ayrılıp - veya kopup – kendi düşünsel ve imgesel mini-lokal kozmoslarını yaratıp onları sürekli suretle yeniden üretebilmeleri için; kentin zengin yeşil örtüsü, çok katmanlı estetik mimari karakteristiği ve tarihi kimliğinin en uygun ve dengeli bir uyumda buluşmaları beklenir ve arzu edilir. Sadece sanatçıların değil fakat sıradan insanların da; düşün dünyalarının dahası duygusal karakterlerinin ve ruhsal yapılarının ziyadesiyle olgun ve gelişkin olabilmesi için kendinden aurayı barındıran kentsel havaya ihtiyaç var.

Evrensel'i Takip Et