21 Şubat 2016 10:34

Sarayın ve savaşın piyonu olmamak

Savaşla hizaya gelen, iktidarın 'yerli ve milli' muhalefet çağrılarına biat edenler Erdoğan ve AKP’nin yeni bir seçim ve başkanlıkla sonuçlanması muhtemel stratejisinin piyonu konumunda. Ancak bunun da ötesinde kışkırtılan bölgesel ve küresel savaş, yakın gelecek için çok daha ciddi sinyaller veriyor. Bugün, halkların kendi devletlerinin gerici savaşlarına karşı verdiği mücadeleleri hatırlamanın tam zamanı.

Sarayın ve savaşın piyonu olmamak

Mithat Fabian SÖZMEN

Erdoğan’ı ve AKP hükümetlerini pek çok açıdan yerebiliriz ama “Politik bir araç olarak savaşı onlar kadar ustaca kullanan olmamıştır” diye bir iddia ortaya atılsa çok da ağzımızı açamayız.
7 Haziran’a giden süreçte sonuç vermeyen “kontrollü gerginlik” siyasetinin sıcak savaşa çevrilmesiyle oluşan siyasi tabloda 6 ayda tarihi bir yükseliş gerçekleştiren Saray&AKP şimdi aynı politikanın izinde savaşı derinleştirmeyi hedefliyor.
Erdoğan’ı başkanlığa taşıyacak yeni bir seçimle taçlandırılması planlanan bu “içeride-dışarıda savaş” stratejisinin şu ana kadarki en verimli piyonları “yerli ve milli muhalefet” trenine gönüllü şekilde binmeyi kabul eden MHP ve CHP’liler.
Savaşın s’si gündeme gelir gelmez, ama utangaç ama AKP’den de hızlı bir şekilde cepheyi savunur hale gelenler AKP’nin bu atmosferi sürdürülebilir kılma yolundaki en önemli dayanakları.
Elbette, tüm vatandaşlarını aynı gemide olduğuna inandırması, burjuvazinin ulus devletleri için bir olmazsa olmaz. Zaten politikaları sürdürülemez hale getiren de bu gönül ve fikir birliğinin yara alması. Ancak bunu mümkün hale getirmek çoğu zaman hiç de kolay değil.
Avrupa’da 1789 devriminden 1870-71 Fransa-Prusya Savaşı’na gelen döneme kadar olan süreci kapsayan ulus devletlerin inşası dönemi, bu birliğin oluşturulması, sağlamlaştırılması ve başta proletarya olmak üzere burjuvazinin dışında kalan sınıf ve tabakaların mümkün olduğunca kalıcı bir şekilde yedeklenmesi dönemiydi. Milliyetçilik bu konuda eşsiz bir araç olarak öne çıktı ama onun da yetemeyeceği koşullar için “savaş”, elbette “ulusal çıkarlar için”, “ortak”, “herkesin” savaşı propagandası geliştirilmişti.

AYNI GEMİDE OLUNABİLİR Mİ?
İşçi hareketi özellikle 1848 devrimlerinde henüz kendi yetersizliği sebebiyle bir burjuva ulus projesi olmayı aşamayan atılımı desteklemiş, aristokrasi ve onun himayesindeki geleneksel ticaret burjuvazisinin mağlup edilmesinde önemli bir rol oynamıştı. Ancak Fransa’da şu anda yıl dönümünü yaşadığımız Şubat devriminden Haziran ayaklanmasına gelinen süreçte gördüğümüz üzere, burjuvaziden ilk önemli dersini de burada almıştı. “Kardeşlik, eşitlik, özgürlük” vaatleri aslında bir “Aynı gemideyiz” hikayesiydi ve proletarya asla burjuvaziyle aynı gemide olamayacağını, kazanamayacağı, erken bir ayaklanmaya zorlandığı Haziran 1848’te en kanlı şekilde deneyimlemişti. Yine de bunu bilince çıkarmak kolay olmadı.
1871 sonrası emperyalistleşmeye başlayan Avrupa kapitalizmi ve ulus devletleri, kıtanın her bölgesinde yükselen gerginliklere öncülük etti.
1. Dünya Savaşı’na gelinen süreçte ise o güne kadar ulusal savaşları desteklemeye alışkın işçi hareketi derin bir ayrışma yaşadı. Devrimcilerin emperyalist paylaşım savaşında nasıl bir tutum almaları gerektiği tarihi bir sorundu. Lenin, savaşın emperyalist karakterini ortaya koyarken sosyalistlerin görevinin “anavatan savunusu” adı altında bu emperyalist politikalara yedeklenme değil savaşın gerici niteliğini teşhir etme ve ona karşı savaşma olduğunu vurguluyordu. Proletarya hareketi saflarında pek çok devrimci önder sosyal şovenizm batağına saplanırken tarih Marksizmin devrimci çizgisinin ne olması gerektiğini gösteriyor aynı zamanda emperyalizm çağında tüm halklara bir rota çiziyordu.

ULUSAL SAVAŞ YALANI VE MUHALEFET
Devletinin gerici savaşına yedeklenmeme çağrısı 20. yüzyılda kendisine farklı coğrafyalarda farklı kitleler buldu. 2. Dünya Savaşı’nda Nazi Almanyası’na karşı başkaldıran ‘Kızıl Orkestra’ ve destekçileri büyük bir cesaret örneği sergiledi. 1960 sonrası Amerika Birleşik Devletleri’nde Vietnam işgali karşıtı hareket devasa bir taban buldu ve demokratik içerikli Yurttaş Hakları Hareketi’ni ileri bir seviyeye taşıdı.
Yine de güçlü örneklere rağmen ulusal devletler gerek emperyalist içerikli kampanyalarında gerekse aynı ülke sınırlarındaki azınlığa karşı yürüttükleri savaşlarda toplumun çoğunluğunu “aynı gemi”ye bindirmeyi başardı.
1. Dünya Savaşı’na gidilirken Lenin ve Bolşevikler için dahi, halkın (ve kendi saflarındaki aydınların) çoğunluğunun savaşa bayrak açmasını sağlamak kolay olmamıştı.
Bugün bambaşka şartlar altında, bizlerin de işi kolay değil ancak devletinin kendi çıkarları adına savaştığına kani milyonlar kazanılamazsa hem Kürdistan’da tüm vahşetiyle devam eden savaş, geri dönülemez sonuçlara yol açacak; hem de Suriye’ye yayılması muhtemel bir saldırganlık çok daha tehlikeli bölgesel hatta küresel savaşları tetikleyecek.
Devam eden ve eli kulağında olan savaşların tek kazananı Saray’da oturan şahıs ve evinde ağırladığı büyük kapitalistler (bkz: Koç’un son toplantısı) olacak.
Savaş gündemi altında herkesi yeri geldiğinde tek bayrak, yeri geldiğinde tek bildiri altında toplamak isteyenlerin ardına dizilenler ise muhtemel bir kanlı geleceğin piyonlarından fazlası olamayacak.

Evrensel'i Takip Et